Haşim AKIN
İKİ DİLDE VAAZ - İKİ NAMAZ
Sizlere geçen hafta bir taziye ziyaretinden bahsetmiştim. Günlerden cumaydı. Cuma namazını nerede ve nasıl kıldığımızı merak eden olur mu? Farz edin ki oldu. İşte Burkina Faso’da bir Cuma namazı.
Köyden ayrıldık. Silly isimli yol üzerindeki bir ilçe merkezinde Cuma namazı kılacağız. Silly'de Cuma kılınan bir tane büyük mescit varmış. Onu arayıp bulduk. Burada ilk kez Vâala dilinde hutbe dinleyeceğiz. Çünkü burada o dil kullanılırmış. Bu dille ilk kez karşılaşacağız. Abdestimizi alıp içeri girdik. “Ye Kürküm Ye” lafının çok makes bulduğu bir yer olarak gördüm burayı. Daha doğrusu her yerde böyle de... Bu cümle burada cuk diye oturdu. Üstat Nuh’un üzerinde Şeyh kıyafeti var. Bu nedenle büyük bir saygı var. Tanımadıkları halde var bu saygı.
İçeri girdik ki içerde vaaz var. Vaazı 2 kişi yapıyor. Birisi Vâala yerel diliyle konuşuyor, diğeri de onu moreceye çeviriyor. Vaaz bitti ve çok garip bir ezan okundu. İlk ses dışarıdan geldi. Sonra mescidin sol köşesinde kalkıp birisi bir Ezan daha okudu. Daha sonra sağ köşeden kalkıp başka birisi bir Ezan daha okudu. Yani 3 tane ezan okundu. Ama ilk tekbirler 4 değil iki defa okundu. Niçin? Ben de bilmiyorum.
Zaten vaazın sonlarına doğru ne dediği anlaşılmayan çok garip bir ilahi başlamıştı. Bundan imamın gelmekte olduğunu anladım. Bu yerel adet devam ediyor. İmamlar Cuma hutbesi için sessizce gelmez. Yanında bir grup ona ilahi söyleyerek eşlik eder. Hatta biz bile mescitten arabamıza kadar kelime –i tevhit zikirleri eşliğinde uğurlandık. Bunun için de bahşişimizi vermeyi unutmadık. Ne diyelim. Burada böyle. İmam gelip mihrabın yanındaki kapıdan girdi ve o çok yaşlı bir amca. Ön safta oturan üstat Nuh’u görünce oturan birisini çağırdı. Ona da bir şey fısıldadı. O da gelip Üstat Nuh’a imam olmasını teklif etti. Ama üstat buna hayır dedi. Kendisi buna hayır dedi ama o da bana teklif etti. Buna şehirli teklifi de denilebilirdi.
Ben de hayır dedim tabii... Bugüne kadar yüzlerce defa hutbe okudum. Ama kendi köyümde hiç böyle bir teklif almadım ve bunu da yapamadım. Ama burada bu teklifi almak bile güzeldi. Kabul etsem hangi dilde hutbe okuyayım? Onlara burada Türkçe hutbe mi okusam? Neyse yaşlı amca hutbeye başladı. Hutbe, sadece şiir şeklindeki Arapça dualardan ibaretti. Başka hiçbir cümle nasihat olmadı. Neyse hutbenin asıl şartı olan hamdele ve salvele olduğu için problem yok. Sonra namaza başladık. Yanımızdaki bir adam kamet getirdi. Cuma namazımızı kıldık. İmam birinci rekâtta Fetih suresinin son yarım sayfasını okudu. İlk başladığında onun ne okuduğunu anladım. Ama sonraki okuduğu yerleri hiç anlayamadım. Ezbere biliyor olmama rağmen... İkinci rekâtta Kadir suresini okudu. Fakat bir Kur'an kıraati anca bu kadar bozuk olabilirdi. Namazı bitirdik. Göz göze baktık, fısıldaştık. “Bizim namaz oldu mu?” Diye sorduk. Ben de ona dedim ki “ben uzun aradan sonra ilk kez zuhr-i ahir namazı kılacağım.”
Tabi ki bu amcaya haksızlık yapmak da istemem. Onun yetmişli yaşların üzerinde olduğunu düşünürsek o bundan 60 sene önce bir yerde öğrenci oldu. O zamanlar daha Fransızların resmen terör estirdiği ve sömürüye doludizgin koştuğu yıllar. Yani o sıkıntılı dönemlerde okuyacak bir yer bulmuş ve ancak bu kadar ilim öğrenebilmiş. İyi ki onlar varmış da burada İslam gün be gün artarak devam etmiş. Misyonerlerin onca yoğun çalışmasına rağmen burada Müslümanlar varlığını sürdürmüş. Bu nedenle o yaşlı amcaların eli değil ayağı da öpülse yeridir. Yalnız bir şeyi yapamıyorlar. Bir de onu yapabilseler... Yani kenara çekilip bu makamı daha genç ve daha yetkin birisine devredebilseler... İşte o çok zor oluyor. Hele bu topraklarda... Burada onunla yaşamışlar ve o gömleği çıkarmayı düşünemiyorlar.
Namazdan sonra üstat Nuh’a kısa bir sohbet hakkı verdiler. O sohbet bitirir bitirmez, biz ikişer rekâtlı öğle namazının farzını kıldık. Zaten seferiyiz. Üstat Nuh da namaz kıldı. Meğer o da öğleyi eda etmiş. Arabada konuşunca o da aynı endişeleri dile getirdi. “Uzun zamandır Cuma günü öğle namazı kılmazmış. Bugün ben de sizin gibi öğle namazı kıldım” dedi. Köylerin imam modelleri ve eski imamların mihrabı ve minberi kimseye vermemesi, bunların değişimi ile ilgili uzun uzun konuştuk. Biz bu değişimin çok daha hızlı yapılabileceğini düşünüyoruz. Ama üstat Nuh bir Burkinalı ve buradaki insanların durumunu, hassasiyetini düşünüyor, yapıyı iyi tanıyor. Hatta o bile bazı şeyleri yeni öğreniyor. Bazen yerel dille beraber yerel kültür bile değişiyor. “Bu nedenle değişim yavaş yavaş olmalı, dışarıdan okuyup gelenler güzel bir kıraat olsa bile farklı sorunlar yaşayabiliyorlar” diyor. Yani çok uzun ve dolambaçlı bir ilmi siyaset ile sorun çözülebilir
Müslümanların daha çok eğitime ihtiyacı var.
Amacım buradaki ateşe odun taşımak değil. Belki de ateşi söndürmek için bir bardak suyu olan vardır diye yolu işaret etmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.