Recep KOÇAK
Hiçbir Başarı Cezasız Kalmaz
“Yarım Kalan Devrim Rüyası” Prof. Dr. Muhittin Şimşek’in eseri. Kısa bir süre önce TRT’de aynı isimle bir belgesel de hazırlandı.
Nihayet geçen yıl aynı konu, “Devrim Arabaları” adıyla bir sinema filmi olarak da kamuoyunun dikkatine sunuldu.
Filmin vizyonda olduğu dönemde fazla ilgi gördüğünü söylemek zor. Fakat çok önemli bir konuyu ele alan bu film, çeşitli festivallerde ödüller aldı.
Filme konu olan hikâye üzerinde uzunca bir süre durulması gereken önemde. Film, oyuncu kadrosu, senaryo ve teknik kalite bakımından göz doldurur nitelikte.
Şu günlerde ise filmin, “yoğun istek üzerine” 1 Mayıs 2010 tarihinden itibaren sinemalarda yeniden gösterime gireceğini öğreniyoruz.
“Devrim Arabaları“ bir zihniyeti deşifre ediyor ve bu topraklar üzerinde yıllardır devam eden zihniyetler savaşını gayet çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.
Filme konu olan hikâye, tanıtım yazılarında şöyle özetleniyor:
“16 Haziran 1961. Devlet Başkanı Cemal Gürsel tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar. En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe başlanır. Çalışma mekânı olarak Devlet Demiryolları'nın Eskişehir'deki Cer Atölyesi seçilir.
Zaman müthiş dardır. Ekibin Cumhuriyet Bayramı'na kadar yalnızca 130 günü vardır. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olacak eserin adı da konmuştur: “Devrim”.
“Devrim Arabaları” azmin ve birbirine inanan insanların neleri başarabileceğini gösteren, bu topraklarda yaşanmış bir başarı öyküsüdür. Hikâye, bu aracı üretme görevini üstlenmiş 23 mühendisin kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak girdikleri bu üretim macerasında zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle mücadelelerini anlatır. Aslında anlatılan bir inanç ve azim öyküsüdür.
Filmde bir mühendislik başarısının, siyasi olaylarla baştan sona nasıl yok edilmeye çalışıldığı gözler önüne seriliyor. Türkiye'nin dışarıya bağımlılığını azaltacak bir proje olarak görünen bu olaya karşı ABD'den gelen yardım komiserlerinden, projeyi halkın gözünde küçük düşürmeye çalışan 'medya'ya kadar birçok olgu başarıyla incelenmiş.
“Devrim Arabaları” Türk mühendisinin ve işçisinin meydan okumasını, bugün her şeye kolayca sahip olan nesillere, idealist zihniyeti ve zaferi de aktaran bir birlik ve başarı öyküsüdür.
Türkiye’nin kendi otomobilini üretebileceği konusunda ilk fikri Cemal Gürsel'in konuyu dikkate almasıyla, ordunun binek otomobil ihtiyacını karşılamak amacı da güden, ilk yerli ve seri üretim hedefiyle başlanan otomobil projesi, dönemin rakamlarıyla 1.400.000 TL ödenekle 4.5 ay gibi kısa bir süre içinde tamamlanmıştır.
Otomobil dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'i Cumhuriyet bayramına götürerek hem tanıtımını hem ilk vazifesini gerçekleştirecekken benzinin bitmesi nedeniyle sadece 200 metre gidebilmiştir. Cemal Gürsel tarafından, "Garp kafasıyla araba yaptık, şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk" mizahi tabirine de konu olmuştur.
Otomobilin yolda kalmasının sebebi ise trende oluşabilecek bir tehlikede zarar görmemeleri düşüncesiyle Eskişehir'den Ankara'ya taşınan devrim otomobillerine benzin konulmamasıdır. (O zamanlar Türkiye'de trenler kömürle çalıştığından lokomotiften sıçrayacak kıvılcımlar benzinin alev almasına neden olacağından benzin az konulmuştur.). Otomobillerin ihtiyacı olan benzinin de Ankara'da konvoy yolunun üzerinde bulunan bir benzin istasyonundan alınmasına karar verilmiştir. Ayrıca benzin istasyonuna kadar olan kısa mesafedeki gerekli benzinin mühendisler tarafından tren ile taşınması, mühendislerin hatayı en aza indirgemek için bütün detayları düşündüklerini gösterir. Ancak Cumhurbaşkanının Meclis önünde beklediği haberi alınınca yakıt ikmaline, fırsat olmadan hemen meclise gidilir. Bu konvoyda iki Devrim otomobili vardır biri bej, diğeri siyah renklidir. (Trende gelirken siyah renkli Devrim lokomotife daha yakın konduğu için ona az benzin konulmuştur.) Cumhurbaşkanı siyah renkli arabayı daha çok beğenir ona biner ama araba 200 m sonra öksürerek durur, çünkü arabanın benzini bitmiştir. Cumhurbaşkanı gezisini benzini olan bej arabayla sürdürür. Anıtkabir'e ve tören alanına gider. Bu olaydan sonra basın sanki bilerek, bu olayı yanlış manşetlerle yalan haberlerle açıklamıştır. Manşetlerde, “Devletin parasını boş yere gömdünüz, araç 200 metre gitti durdu, bu muydu araba?” gibi bir sürü olumsuz haber yapılmıştır. Maalesef milli otomobil yapılmasını engelleyemeyen güç, seri üretime geçilmesini engellemiştir. Bir zamanlar dünyada esamesi dahi okunmayan pek çok otomobil firmasından önce başlanan bir girişim de böylece doğmadan öldürülmüş oldu.”
Filmi izleyemeyenlerin yeni gösterimini kaçırmamalarını hatırlatarak, filmden hafızama nakşolan bir sahneyi paylaşmayı faydalı görüyorum.
Onca emek, onca fedakârlık ve ortaya konan başarı yok sayılır ve “devrim yolda kaldı” manşetleriyle bir başarı gömülmek istenir.
Arabanın yapımında görev alan genç mühendislerden birisi, aynı ekipten tecrübeli mühendise, “Biz bu işi başardık. Buna rağmen yapılan yayınlar tam tersi bir kanaat oluşturma gayretinde. Neden?” sorusunu yöneltir.
Tecrübeli mühendisin cevabı çarpıcıdır:”Zamanla sen de anlayacaksın ki, bu ülkede hiçbir başarı cezasız kalmaz!”
1961’de “Devrim Arabaları” ekibinin başına gelenlerle, 50 yıl sonra “Deniz Feneri” ekibinin başına gelenler arasında bir benzerlik sizce de yok mu?
Siyasi yelpazenin en sağındakilerle en solundakiler Deniz Feneri’ne saldırı konusunda ittifak halindeler.
Bir derneğin bağışçılarını bankalara yönlendirmesi, resmi izinli ve tanımlı hesap numaralarına bağış çağrısında bulunması ne zamandan beri suçtur?
Bir bankanın müşterisi bir dernek için tanımlı hesaba bağış kabul etmesi ne zamandan beri ülkenin başbakanına soru önergesi olarak yöneltilir oldu?
Allahım Sen aklımıza mukayyet ol!
Allahım basireti bağlanmış kullarına Sen basiret açıklığı ihsan eyle!
“Ceza” kelimesinin Türkçede kullanıldığı anlamının dışında, “yapılan bir işin olumlu ya da olumsuz her türlü karşılığı” manasını da içerdiğini ehli bilir. Deniz Feneri’nin yaptığı “iyiliklere köprü olma” işinin mutlaka “güzel bir karşılığı”nın burada ya da “ötede” muhakkak bulunduğundan zerrece kuşkumuz olamaz.
İnsanların iyilik damarlarını kurutmak için gecelerini gündüzlerine katan, ölçüsüzlük ve zulümde sınır tanımayan çevrelerin ise kendileri, aileleri ya da torunlarında yaptıklarının bir “karşılığı”nı mutlaka göreceklerine de inancımız tamdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.