Ayşe Nur MENEKŞE
HÂLÂ ALIŞAMADIM SESSİZCE GİDİŞİNE…
Hüznünü yalnız bırakmak isterdim. En koyu gecelerde yalnızlığının bölünmesini… Tebessüm ettiğin zamanlarda bahara dönen çehrenin hiç değişmemesini isterdim… Sana en çok yakışan rengin kırmızı olduğunu bilmeni… Her sabah günümü aydınlatan selamını işitmeyi sevdiğimi… “Sen nasılsan ben öyleyim” dediğimi duymanı isterdim en çok…
Rüzgarın saçlarını dağıttığı bir Eylül sabahında tanıdım seni… Zaman bizi çok yakınlaştırmadı. Mekan baş başa verip konuşmaya hiç müsait olmadı. Kalabalıklar arasında seni ilk günden fark etmiş olmama rağmen senin iç dünyandan uzak oluşuma kızgınlığım da bir türlü geçmek bilmedi. Ardından koşup yetişmeye çalıştığım zaman her zaman benden alacaklıydı. Anlatacağım çok şeyler vardı oysa… Saçlarının her bir telini rüzgar savurduğunda umutlarının da uzaklara savrulmasından korktuğumu söyleyecektim. Sağanak bir yağmurda fark ettirmediğin gözyaşlarının içimin ateşlerine değdiğini… Sendeleyen bir hayalin peşine tutunup kalmandan duyduğum korkuyu usulca söyleyecektim kulağına…
Bir kağıt üzerine alelacele yazmaya çalıştığın cevapların içinde aradım seni… Uzaklara dalıp gitmelerinde kaybolmanı hiç istemedim. Ellerinin titrediğini gördüğümü bilmedi istemedim. Zoraki gülüşlerine tanık olduğumu bilmeni… Rüzgarda dağılan saçlarını usulca tarayıp toplamak istediğimi de bilmeni istemedim.
Her şeyin vakti vardır diyordum. Sessizliğini bozacak cümlelerin en güzelini bulmaya çalışıyordum. Başını bir yere yasladığında daldığın dünyalara beni de almanı umuyordum. Öfkeni derin bir kuyuya salacağın günün geleceğini sanıyordum. Bakışlarında aniden beliren alaysı tavırlarını anlamak için kendimi fazlaca zorluyordum. Sen inanmasan da etrafına ördüğün kaleyi aşabilmek için gönlümden mancınıklarla gül goncaları atıyordum. Saçlarına papatyalardan örülü taçlar takıyordum. Çok yakıştığını söylemek için de sabırsızlanıyordum.
Bana öğretilmiş her şeyi seninle paylaşacak, öğrendiklerimden karanlıklarda yol bulmana yardım edecek vaktim olmadı ne yazık… Yanlışlarımdan kendine dersler çıkarmanı umacak… Hayatın gelgitlerinin olduğunu söyleyecek… Boşa harcanan vaktin bir daha geri gelmeyeceğini anlatacak vaktim olmadı. Kendinle kaldığında omzuna el atıp “yanındayım” diyecek günüm olmadı.
Zaman önce senin yakana yapıştı. Seni koparıp götürdü benden… Aynı şehirde başka bir yere göç edişine aklım ermedi. Sana alışmışken senin bize alışamayışın içime hiç sinmedi. Veda edemeden ayrılışına anlam veremedim. Sessizce gidişine alışamadığımı sana bildiremedim. En ön saflarda seni göremediğimde hastalandığını zannedip üzüldüğüm zamanları sana diyemedim. Başarılarınla yarınlarda en iyi yerlerde olacağını sana söyleyeceğim günlere erişemedim.
Ufka dalan gözlerinin sırrını çözmek için nasıl çaba sarfettiğimi anlamadın hiç… Başını ellerinin arasına aldığında “beni de gittiğin yerlere davet eder misin” dediğimi duyamadın… Seni anlamak için tanımaya çalıştım. Ama gidişinle tanıyamadığımı anladım. Gidişinle seni tanıyamadığıma daha çok hayıflandım. Saçlarını usulca tarayamadığıma bin defa pişmanlıklar yaşadım. Yanağına bir sıcak öpücük kondurmadığım için defalarca kendime kızdım… Gözlerinin ta içine bakarak seni seviyorum diyemedim küçük kız...
Sen gideli bir hafta olmuştu. Alışamamıştım yokluğuna… Saçlarını dağıtan o rüzgardan seni soramamıştım.
Sonra … Sen gittikten hemen sonra sessizliğinin ve dalıp gitmelerinin sebebini öğrendim… Meğer fırtına senin yüreğindeymiş… Meğer biz hayatın zorluklarını tanımaya çalışırken sen zorlukların içindeymişsin… Daha iki yaşındayken asit kazanına düşen babanı kaybetmişsin… Bedeni kazanın içinde yok olup gitmiş… Bir daha yüzünü hiç görememiş, yanağını hiç öpememişsin…
Dört yaşındayken sokakta oynadığın oyundan ayrılıp eve gelmişsin… Anneni yerde uyuyor zannedip üç gün yanı başında kalmışsın… Komşularınız gelmese oracıkta annenin kucağında kalmaya devam edecekmişsin. Annen sobadan zehirlenip hayata veda etmiş. Sen ana kucağından da küçük yaşta mahrum kalmışsın.
Sonra teyzen bakmaya başlamış sana… Hala onun yanındaymışsın...
Sen gidince yalnızlığını anlayamadığıma kızdım en çok… Hayatındaki boşlukları hissettirmeden seni sarıp sarmalayamadığıma kızdım… Gözlerine bakıp hüznünü anlayamadığıma, seninle bir köşeye çekilip konuşamadığıma…
Sen gidince arkadaşlarına sordum seni… Kimse yalnızlığını bilmiyormuş… Anne ve babanın hayata erken veda ettiğinden hiçbirinin haberi yokmuş…
Ah küçük kız! Ah çilelerine kimseyi şahit yapmayan! Ah gözlerinin karasında dünyanın acılarını saklayan! Ah kabullenemediği gerçeklerle yüzleşmeye hala korkan küçük kız… Elimi uzatsam tutar mısın? Gözlerimin içine bakıp benimle ufka dalar mısın?
Seni unutmadım küçük kız… Aradan geçen yıllara rağmen seni hiç unutmadım… Basit uğraşlarda ve sıkıntılarda çözülenlere senden ayrı geçen zamanlarımda hep seni anlattım… “Ayakta durmaya çalışan o küçük kız kadar yürek yok sizde” dedim yaşadıklarını dert sananlara… Varlık içinde yokluk yaşadığını zannedip hala hayatından memnun olmayanlara seni anlattım…
Geleceğin aydınlık olsun küçük kız…
Seni hiç unutmadım. Ve rüzgarın dağıttığı saçların hiç aklımdan çıkmadı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.