Nurhan Bahçe GENÇ
Hakkın da hakkı var
Bir öğrencim elinde küçük bir kağıt parçasıyla bana baktı ve hocam Kur’an’ımın arasında bu kağıdı buldum; “Hakkınızı helal edin, Kur’an’ınızdan okudum” yazmış birisi, dedi. Sınıfça doğrulup kağıt parçasına baktık. Hayranlık karışık bir kaç hayret sözü söyleyip gülümsedik. Sonra dersimize devam ettik.
Ben bu cümlede kaldım biraz. Hak ne demek, ne zaman haksızlık etmiş oluruz, bu çok ince ve kapsamlı cümleyi nerelerde nasıl kullanıyoruz ya da kullanmalıyız?
Bir başkasının kitabından bir kaç sayfa okuyup tekrar yerine koyduğumuzda ne kadar haksızlık etmiş oluruz mesela?
Hak kelimesi adalet kelimesi ile tamamlanır genelde. Adil olmayan birinde hak-hukuk ne kadar gelişmiş olabilir?
Tamamen varlıkla ilgili bir kelime, bir kavram olarak yerini alan Hak kelimesi, anlamı itibariyle literatürde dini – tasavvufi, sosyal, psikolojik bir felsefe olarak karşımızda duruyor. Hak kelimesinin biribirine benzer bir çok tarifi var. En yaygın tarifi ‘Hukuka uygunluk, adaletin gerektirdiği kazanım’ olarak kaydediliyor sözlüklerde.
Mevlana’nın ‘Adalet, her şeyi layık olduğu yere koymaktır. Ayakkabı ayağındır, külah başın’ der. Bir haksızlığa uğradığında insanların sık başvurduğu, dilimize pelesenk olan şu cümle, ‘Adalet bir gün herkese lazım olur’ sözü bana eksik gibi geliyor, daha kapsayıcı olmalı diye düşünüyorum. Adalet ve hak insana, hayvana, eşyaya, varlığa evdeki bardaktan, yürüdüğün yola, kokladığın havadan, içtiğin suya velhasılı insanla bağlantısı olan her yerde lazımdır.
Hassasiyetimiz sadece dini bir algıyla sınırlandırıldığında, yaşadığımız dünyanın gerçeklerini ötelemiş olmak gibi bir hataya düşüyoruz. ‘Birçok şey biz yaşarken oluyor.’
Dünyamızda hak – zulüm ikilemini nereye oturttuğumuzun farkına varmak için bazen zulme uğramış olmamız bile yetmiyor. Duygularımızı düşünce sistemimizden eyleme dökerken, empati ile sempati arasında gidip geliyoruz. Kur’an veya başka bir kitaptan izinsiz okumuş olmanın hak açısından bir farkının olmadığı gibi, küçük detayların kapattığı gözümüzün önünü görmekten aciz kalabiliyoruz.
Aziz insan ve onun hizmetine verilmiş her şey hakkını almak istiyor. Çünkü müthiş bir intizam ve disiplin içerisinde yaratılmış kainatın gidişatı, edinilen haksızlıklarla bozuluyor. Her haksızlık zulümdür oysa. Annenin çocuğuna söylediği bir ezici kelime, eşlerin birbirlerimne kullandıkları argo veya hakaret içeren kelimeler, yakın – uzak iletişim halinde olduğumuz insan, eşya ilişkisindeki hukuku bihakkın yerliyerine koymama zulümdür.
Havayı kirletmek, aziz suyu israf etmek, ekmeği çöpe atmak, yola tükürmek, çöpü sokağa atmak, evdeki çiçeği susuz, kediyi mamasız, kuşu yemsiz bırakmak zulümdür. Haksızlıktır çünkü.
Bardağı rafa, çiçeği saksıya, çayı demliğe, yemeği tabağa koymak haktır, koymamak zulümdür.
Anneyi, babayı, evladı, öğretmeni, öğrenciyi, akarabayı, komşuyu arayıp sormak, sevmek hak bunları terketmek zulümdür.
Her zulüm dünyanın çivisini söken bir çekiç darbesi gibidir!
Her ne var ise dünya da yerli yerinde olmak, yerine konmak ister. Varlık ince çizgilerle ayakta durur. Eşyanın ve insanın hakkını karmakarışık ve içinden çıkılmaz girift bir kaosa döndüren hak ihlalleleri önce insanın sonra yaşadığımız çevrenin ruhunu öldürerek, merhametten yoksun katılaşmış yüreklere, körleşmiş vicdanlara zemin hazırlıyor.
Bugün dünyaya baktığımız da hak edilmemiş zulümlerin pençesinde inleyen, korkunç adaletsizliklere düçar olmuş insanlığın, hakkını arayamadığını görüyoruz. İnsan ırkı için geleceğin en büyük tehlikesi bu olsa gerektir. Bencil ve bireysel, kendi haz ve zevklerinin sanal dünyasında önüne geleni ezip geçen, mutsuz, huzursuz, ahlaksız, adaletsiz bir dünya mirası devrediyoruz çocuklarımıza.
Yaşanmaz bir dünya yani.
Oysaki terazi kefelerinin eşitlenmesi adalettir. “Hak haklının en mukaddes malıdır” vermeyenden almanın mücadelesi, cihattır.
Mücadele ve aşkla dolu samimiyet, hak ve adalet duygusuna zemin hazırlar.
Bazen çok küçük bir haksızlık bizi oyalarken en büyük hak sahibinin hakkını zayi etmeme konusunda bütün dikkatimizi ortaya koymuyoruz. Dolayısıyla birlkite yaşadığımız halkanın hak – adalet duygusunu zedeleyip, hakkın yerini bulmamasının sebebi olmak gibi bir gafletle başbaşa kalabiliyouz. Her ne kadar dünyada az ve küçük şey yok ise de, denizi bırakıp küçük göller de boğulmayalım. En yakın çözümü modern anlamda empati veya ‘Kendin için istediğini, mü’min kardeşin için de istemendir”
Kıldan ince kılıçtan keskin bir çizginin derdiyle dertlenen, biriğnenin hesabı olduğuna, her varlığın bir kalp taşıdığına ve değerlilik duygusuna ihtiyacı olduğuna inananlar olarak, yeniden iman etmeliyiz. “Ey iman edenler, iman edin” Nisa suresi /136. Ayeti mucibince.
Dünyayı sadece hak edene hakkını vermek kurtarabilir. Bu da ancak yüce bir yaratıcının her şeyi gözetleyip, kontrolünde tuttuğuna inanarak mümkündür. En büyük gerçek haktır ve adaletin olmadığı yer dünyada da ahirette de cehennemdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.