Recep KOÇAK
Görünmeyen Üniversite ve Mavera’nın Güzel Adamı
Aşikâr olmak gizlenmenin bir yoludur. Kasiyer kız herkesin gözü önünde işini yapmaktadır ama o, çoklarının farkında olmadığı gizli bir kişiliktir.
“Görünmeyen Üniversite” de talebeleri ve ülkemize, dünyamıza hizmetleriyle aşikârdır ama sözün gelişi “görünmeyen üniversite”dir.
“Görünmeyen Üniversite” kitabı İskenderpaşa’yı ve Mehmed Zahid Kotku (R. Aleyh) Hocaefendi’nin, insan yetiştirme usulünü, gönüllerde yürüttüğü fetih hareketini anlatmaktadır. Yazarı da Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’dır. Gürdoğan, Bizim Radyo’da Cuma akşamları yayınlanan ve Yakup Tutum’la birlikte hazırladığımız İyilik Olsun programındaki sohbetine, “Görünmeyen Üniversite, bizim en çok sevilen kitabımızdır” diyerek başladı ve kitabın yayınlandığı günlere dair bir hatırasını anlattı;
“O kitap yayınlandığı zaman bazı arkadaşlarımız tereddüt etmişlerdi. Nazif Hoca, Hocamız’dan daha çok kendisini, tasavvufun modern toplumdaki yerini anlatıyor, diye tereddüt etmişlerdi. Ben de kitabı Es’ad Coşan Hocamıza verdim. ‘Hocam bazı arkadaşlar bu kitabı eleştiriyorlar. Eksik bir şey varsa tamamlayalım, fazla bir şey varsa çıkartalım’ diye sordum. Hocamız okuduktan sonra çok beğendiğini söyledi, ‘Bu kitap her halükarda yayınlansın. Bu kitap, Hocamız’ı dünya literatürüne taşır’ dedi. Gerçekten de öyle oldu. Akla, İskenderpaşa deyince Görünmeyen Üniversite, Görünmeyen Üniversite deyince de İskenderpaşa geldi. Bir döneme ışık tutan, aydınlatan bir kitap oldu. ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da o kitapla ilgili çalışmalar yapıldı. Türkiye’deki tasavvuf kültürü ile ilgili çalışmalar yapıldı, her zaman İskenderpaşa Dergâhı söz konusu olduğunda o kitap gündeme getirildi.”
Gürdoğan’la gerçekleştirdiğimiz bir saatlik program boyunca ülkemize, dinimize ve insanımıza hizmet etmiş çok sayıda mühim şahsiyetin adını zikrettik. Özal’ın adı geçtiğinde O şunları söyledi; “İskenderpaşa ve Hocaefendi deyince Özal mutlaka akla gelir. 1950’li yıllarda Hocaefendi, Özal, Erbakan, Recai Kutan ve diğer mühendisler için, ‘Bu mühendislere destek olun, bunlar ilerde Türkiye’ye büyük hizmet edecekler, Türkiye’yi değiştirecekler’ dermiş. Gerçekten de o mühendis kadrosu Türkiye’yi çok değiştirdi, çok etkili oldu. Özal, Cumhuriyet döneminde gelmiş bir Osmanlı Sultanı gibi Türkiye’yi değiştirdi, dönüştürdü, her alanda köklü dönüşümlere yol açtı; büyük düşünmeyi, Türkiye’nin kendisine güvenmesi gerektiğini öğretti, Türkiye’yi dünyaya açtı. Türkiye artık dünyadan yardım isteyen değil yardım eden bir ülke haline geldi. İthalatçı Türkiye ihracatçı Türkiye’ye, tüketen Türkiye, üreten Türkiye’ye dönüştü.”
Gürdoğan’a Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi ile ilgili bir hatırasını sorduk. “Çok alıntı yapılan olaylardan birisi, şöyledir. Sene 1969 ya da 1968 idi. Amerikalılar aya ayak basıyordu. Hocaefendi Ankara’da bir evde sohbet yapıyordu. Haber saatinde çevresindeki bazı misafirler o önemli hadisenin haberini izlemek üzere televizyonun bulunduğu odaya geçtiler. Hocaefendi televizyonun bulunduğu odaya geçmedi, gündemdeki konuya çok ilgi göstermedi, yorumlara fazla müdahil olmadı. ‘Önemli olan Ay’a yıldızlara gitmek değil, önemli olan dünyayı yaşanır kılmaktır’, der gibi bir tavır takındı. Nuri Pakdil de, ‘Ayın gerçek sahipleri Müslümanlardır. Çünkü şakku’l kamer mucizesi ile Hz. Peygamber s.a.s ay üzerinde ilk defa tasarrufta bulunmuştur. Ay üzerinde birileri konuşacaksa, onlar öncelikle Müslümanlardır’ derdi.”
Nuri Pakdil’den söz etmişken, TRT’de yayınlanan “Yedi Güzel Adam” dizisini hatırlattık Gürdoğan’a, “Sizin Yedi Güzel Adam’ınız kim?” diye sorduk. “Aslında Türk Edebiyatı’nın 7 güzel adamı var. Onları zikrettiğimizde Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı, Sezai Karakoç’u ve Nuri Pakdil’i anmamız gerekir” diyerek başladı cevabına ve şöyle devam etti; “Bir de Mavera’nın Yedi Güzel Adam’ından söz edebiliriz. O isim Cahit Zarifoğlu’nun kitabından geliyor. Şiirinin adı Yedi Güzel Adam’dı. O isimler Mavera’nın kurucuları olan 7 kişiye atfedildi ve benimsendi. Büyük Doğu dendiği zaman Necip Fazıl, Diriliş dendiği zaman Sezai Karakoç, Edebiyat Dergisi dendiğinde Nuri Pakdil akla gelir. Mavera Dergisi öyle değil. Mavera’nın yedi kurucusu var. Mavera dendiği zaman benim de içinde bulunduğum 7 isim akla gelir. Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Alaaddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan ve Bahri Zengin. Hasan Seyithanoğlu da onların arasında sayılır. Bu arkadaşlar Maraşlı, ben Eskişehirliyim, Bahri Zengin Kilisli. Akif İnan da Maraşlı değil ama Maraş lisesini bitirmiş. Nuri Pakdil onlardan daha önce. Onlar ortaokuldayken Nuri Pakdil lisede..”
Dizinin TRT’de yayınlanmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor Gürdoğan; “Bu yedi kişi, Mavera dergisi, bundan önce ise Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat Dergisi, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil, büyük ölçüde Türkiye’deki entelektüel hayatın, kültürel yapının temellerini oluşturdular. O dönemin çabaları, gayretleri, yayınları bugünlerin ana hareket noktası oldu.. Bizim kuşağın en önemli özelliği şiddetten, sokak hareketlerinden uzak durmasıdır. Bizim nesıl silah değil kitap taşıdı. O yüzden çok etkili oldu bu nesil. TRT’deki söz konusu dizi bu etkinin bir yansımasıdır. TRT’ye, diziyi hazırlayanlara teşekkür borçluyuz, Mavera ve şair-yazar arkadaşlarımız adına ben kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum.”
Gürdoğan’ı 1997’de başlayan 28 Şubat sürecinde AKRA FM’de sıklıkla konuk etmiştim. O hep umut ve moral verirdi dinleyicilere, “Her şey daha iyi olacak inşaallah” derdi. Türkiye’nin ve bölgemizin içinde bulunduğu sıkıntıları hatırlattığımda, o yine aynı iyimser ve umut dolu yaklaşımıyla, “Bizim inancımızda bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Bir kişiyi dirilten de tüm insanlığı diriltmiş gibidir. Diriliş Dergisinin sloganı da budur. Bu bir ayettir. (Maide, 32). İslam dünyasında kan dökülüyor. Mekke’nin Fethi’nde olduğu gibi bugün de sorunları kan dökmeden çözmek zorundayız. Bunun yolu ‘görünmeyen üniversiteler’e dönmektir. Ümitsizliği, karamsarlığı yok etmektir. Ümitsizliğin, karamsarlığın üstesinden kültürle, sanatla, şiirle gelmektir. İslam dünyası, sorunların üstesinden kardeş kanı dökerek değil, alın teriyle, el emeğiyle, göz nuruyla gelebilir. Bütün bir İslam dünyasını görünmeyen üniversitelerle donatmamız gerekir. Kan dökenler, silah kullananlar silahla silinirler, silahla yok olurlar.”
Gürdoğan, “Bir lokma bir hırka” anlayışı konusunda, “Çok üretip az harcayarak, çok tasarruf edip, çok tasaddukta bulunmak olarak anlamalıyız, diyor. Deniz Feneri, İHH ve benzer yardım kuruluşlarımızın dünyanın dört bir yanında faaliyet yapmasını, TİKA’nın destansı hizmetlerini değerlendirirken, “Alan al değil veren el olmak gerekiyor. El açan insanlar değil, el açılan insanlar olmak gerekiyor. Dünyanın hiçbir yerinde alan ellerin itibarı olmaz. Üretmeyi öğrenmek gerekiyor” dedi.
Rahmetli Özal’ın bir sözünün aslını da Gürdoğan’dan dinledik: ”Kapalı Çarşı’da Fesçiler Kapısı’nda, ‘Elkâsibu habibullah’, ‘Kazanan, Allah’ın sevgilisidir’ yazar. Özal bunu söylemişti, basın çarpıttı Özal’ın söylediğini, “Ben zenginleri severim” şeklinde yansıtıldı.”
Gürdoğan, İstanbul’da Teknik Üniversite’yi bitirmiş, Ankara’ya iş için gidecektir, Fethi Gemuhluoğlu ile istişare eder. O, küçük bir yere gidip bir fabrikada idareci olmaktansa büyük şehirde sorumluluk üstlenmenin önemine dikkat çeker. (Gürdoğan bu noktada Mevlana’nın, ‘Köyde bir gün kalanın, 40 gün aklı başına gelmez’ sözünü hatırlattı.) Gemuhluoğlu, Gürdoğan’a üç mektup verir; birisi Yılmaz Ergenekon’a, birisi Muammer Dolmacı merhuma, diğeri de Nuri Pakdil’e verilecektir.
Gürdoğan Ankara’ya gider mektupları sahiplerine ulaştırır. Nuri Pakdil, Gemuhluoğlu’ndan kendisine ulaşan mektubu, notu okur. Üst katta çalışan Rasim Özdenören’e haber verir, “Fethi Ağabey bize bir arkadaş göndermiş” der. Gürdoğan’a ilk sorularından birisi, “Roman okur musun?” şeklinde olur ama cevabı beklemeden, “Biz roman okumayanın düşmanıyız” diye de ekler.
Görünmeyen Üniversite’nin yazarı ve Mavera’nın Yedi Güzel Adamı’ndan birisi olan Prof. Dr. Nazif Gürdoğan Hoca’yla yaptığımız ve dostlarını cömertçe andığı radyo programının tamamını dinlemek için www.iyilikolsun.com adresi ziyaret edilebilir.
Görünmeyen Üniversitenin bütün hocalarını, talebelerini, sevenlerini ve bütün ‘Güzel Adamlar’ı hürmet, muhabbet, rahmet ve şükranla anıyorum.
recep.kocakk@gmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.