xxx33
Gerçekten, "Yabancı olduk şimdi yazık birbirimize"
Belleğimize yerleşmiş ve her söylendiğinde bizim de oturduğumuz yerden eşlik ettiğimiz şarkıların güftelerinin gerçek içeriğini pek düşünmeyiz.
Geçen akşam Çamlıca'da bir dost toplantısındaki fasılda, güftesi Mehmet Akif Ersoy'a ait olan Şerif İçli'nin Hüseyni şarkısı söyleniyordu:
"Ezelden aşinanım ben
Ezelden hem zebanımsın
Beraber ahde bağlandık
Ne olsa yari canımsın."
Yıllardır bu şarkıyı sevgiliye aşk ilanı olarak algılarız. Şarkı bitince edebiyatçı İskender Pala "Ezelden" beri aşina olunan sevgilinin "Allah" olduğunu anlattı biz dinleyenlere.
Bundan önce de güftesi ve bestesi Yesari Asım Ersoy'a ait Hüseyni şarkıyı dinlemiştik:
"Fariğ olmam meşrebi rindaneden
Yüz çevirmem nafile peymaneden
Bezmedikçe hâleti mestâneden;
Çıkmam Allah etmesin meyhaneden"
İki şarkıdan biri uhrevi bir sevgiyi, diğeri ise kadeh ve meyhane arasında yaşanan dünyevi tutkuları anlatıyordu. Biz müzik severler ise, aynı coşkuyla iki şarkıya da eşlik ediyorduk.
Yazık değil mi?
Aslında hem gerçek olan hem de şimdi yitirdiğimizi sandığımız birlikteliğimizin yansımasıydı bu iki şarkının Hüseyni faslındaki beraberlikleri.
Öyle bir ruh haleti var bugünün Türkiye'sinde. Tıpkı Yusuf Nalkesen'in Hicaz şarkısında anlatıldığı gibi bir durum bu:
"Düşmeden el diline mesut günler yaşadık
Bazı gün ben küserdim darılırdın bazı sen
Barıştırırdı bizi alnıma konan busen
Ayrıldık ayrılalı ne haldeyim bir bilsen
Yabancı olduk şimdi yazık birbirimize"
Aynı kaderi paylaşan, aynı dili konuşan insanların birbirlerini güncel siyasetin kamplaşmalarına endeksli olarak "yabancı" görmeleri, mutlaka derinine incelenmeli.
Toplumlar kendilerini anlamaya çalışırken, güncel siyasetin ön yargılarından ve kamplaşmalarından uzak kalmaya çalışmalıdır. Toplum bilimciler de bunu başarabildikleri oranda, gerçekçi ve objektif değerlendirmeler yapabilir.
İçinde bulunduğumuz dönemde Türk toplumunda laiklik ekseni üzerinde oluşan kamplaşmaya da, "Muhafazakâr-modernci" çatışmasına da böyle yaklaşmayı denemek şarttır.
Mahalle ve değişim
Prof. Şerif Mardin "Mahalle baskısı" kavramını gündeme getirirken, Osmanlı mahallesini "Cami, caminin imamı, imamın okuduğu kitaplar, tekke, tarikat, külliyeler, esnaf"tan oluşan bir bütün olarak tanımlamıştı... Bu yapıya karşı Cumhuriyet'le "Öğretmen, okul, öğrenci, öğrencinin kitabı, Cumhuriyet'in öğretmenle birlikte getirmiş olduğu bütün bir inşa" rakip olarak çıkmıştı. Prof. Mardin'e göre uzun vadede bu iki inşanın birbiriyle rekabetinde bir tanesinin kaybettiği görülüyordu.
Dünkü Zaman'da ise Prof. Şükrü Hanioğlu aslında Osmanlı mahallesinin de 19'uncu yüzyıldan başlayarak ciddi değişimlere uğradığını yazıyor ve şöyle diyordu:
- Her şeyden evvel unutulmaması gerekir ki, bu dönemde mahalle gelenek ve kültürünü toplumsal idealler ve "iyi, doğru, güzel, hayırlı, hakkaniyete uygun" gibi değerlere bağlayan hisbe teşkilâtı benzeri kurumlar ortadan kalkmıştır. Bu bağlamda ele alındığında Yeniçeriliğin (1826) ve daha sonra İhtisab Nâzırlığı'nın kaldırılması, (1854) bunların yerine modern anlamıyla belediyecilik yapan Şehremaneti'nin kurulmasının önemli bir kırılma noktasını oluşturduğu unutulmamalıdır.
Yabancılar ulusu
Bunlara eklenmesi gereken göçler ve kentleşme olgusu da var.
Amerikalı "gerçek araştırmacı gazeteci" Vance Packard, 1972'de yazdığı "Yabancılar Ulusu" (A Nation of Strangers) kitabında, büyük şirketler personelinin eyaletten eyalete tayinleri yüzünden, Amerikalıların üçte birinin çocukluk ve mahalle hatıralarının olmadığını söylemişti.
Acaba modernci-laikçi tepkide, yerleşik kentlilerin şehirlerine, mahallerine yeni gelen ve ortak çocukluk hatıraları bulunmayan "yabancılara" da reaksiyonu yok mudur?
Gerçekten artık Kadıköy vapurunda kimse kimseyi tanımıyor ve yolcuların büyük bölümü de taşralı (veya yabancı).
Birbirine zıt içerikli şarkıları aynı coşkuyla söyleyenlerin, yabancı olmayı bırakıp eski günlere dönmelerini siz de istemiyor musunuz?
Geçen akşam Çamlıca'da bir dost toplantısındaki fasılda, güftesi Mehmet Akif Ersoy'a ait olan Şerif İçli'nin Hüseyni şarkısı söyleniyordu:
"Ezelden aşinanım ben
Ezelden hem zebanımsın
Beraber ahde bağlandık
Ne olsa yari canımsın."
Yıllardır bu şarkıyı sevgiliye aşk ilanı olarak algılarız. Şarkı bitince edebiyatçı İskender Pala "Ezelden" beri aşina olunan sevgilinin "Allah" olduğunu anlattı biz dinleyenlere.
Bundan önce de güftesi ve bestesi Yesari Asım Ersoy'a ait Hüseyni şarkıyı dinlemiştik:
"Fariğ olmam meşrebi rindaneden
Yüz çevirmem nafile peymaneden
Bezmedikçe hâleti mestâneden;
Çıkmam Allah etmesin meyhaneden"
İki şarkıdan biri uhrevi bir sevgiyi, diğeri ise kadeh ve meyhane arasında yaşanan dünyevi tutkuları anlatıyordu. Biz müzik severler ise, aynı coşkuyla iki şarkıya da eşlik ediyorduk.
Yazık değil mi?
Aslında hem gerçek olan hem de şimdi yitirdiğimizi sandığımız birlikteliğimizin yansımasıydı bu iki şarkının Hüseyni faslındaki beraberlikleri.
Öyle bir ruh haleti var bugünün Türkiye'sinde. Tıpkı Yusuf Nalkesen'in Hicaz şarkısında anlatıldığı gibi bir durum bu:
"Düşmeden el diline mesut günler yaşadık
Bazı gün ben küserdim darılırdın bazı sen
Barıştırırdı bizi alnıma konan busen
Ayrıldık ayrılalı ne haldeyim bir bilsen
Yabancı olduk şimdi yazık birbirimize"
Aynı kaderi paylaşan, aynı dili konuşan insanların birbirlerini güncel siyasetin kamplaşmalarına endeksli olarak "yabancı" görmeleri, mutlaka derinine incelenmeli.
Toplumlar kendilerini anlamaya çalışırken, güncel siyasetin ön yargılarından ve kamplaşmalarından uzak kalmaya çalışmalıdır. Toplum bilimciler de bunu başarabildikleri oranda, gerçekçi ve objektif değerlendirmeler yapabilir.
İçinde bulunduğumuz dönemde Türk toplumunda laiklik ekseni üzerinde oluşan kamplaşmaya da, "Muhafazakâr-modernci" çatışmasına da böyle yaklaşmayı denemek şarttır.
Mahalle ve değişim
Prof. Şerif Mardin "Mahalle baskısı" kavramını gündeme getirirken, Osmanlı mahallesini "Cami, caminin imamı, imamın okuduğu kitaplar, tekke, tarikat, külliyeler, esnaf"tan oluşan bir bütün olarak tanımlamıştı... Bu yapıya karşı Cumhuriyet'le "Öğretmen, okul, öğrenci, öğrencinin kitabı, Cumhuriyet'in öğretmenle birlikte getirmiş olduğu bütün bir inşa" rakip olarak çıkmıştı. Prof. Mardin'e göre uzun vadede bu iki inşanın birbiriyle rekabetinde bir tanesinin kaybettiği görülüyordu.
Dünkü Zaman'da ise Prof. Şükrü Hanioğlu aslında Osmanlı mahallesinin de 19'uncu yüzyıldan başlayarak ciddi değişimlere uğradığını yazıyor ve şöyle diyordu:
- Her şeyden evvel unutulmaması gerekir ki, bu dönemde mahalle gelenek ve kültürünü toplumsal idealler ve "iyi, doğru, güzel, hayırlı, hakkaniyete uygun" gibi değerlere bağlayan hisbe teşkilâtı benzeri kurumlar ortadan kalkmıştır. Bu bağlamda ele alındığında Yeniçeriliğin (1826) ve daha sonra İhtisab Nâzırlığı'nın kaldırılması, (1854) bunların yerine modern anlamıyla belediyecilik yapan Şehremaneti'nin kurulmasının önemli bir kırılma noktasını oluşturduğu unutulmamalıdır.
Yabancılar ulusu
Bunlara eklenmesi gereken göçler ve kentleşme olgusu da var.
Amerikalı "gerçek araştırmacı gazeteci" Vance Packard, 1972'de yazdığı "Yabancılar Ulusu" (A Nation of Strangers) kitabında, büyük şirketler personelinin eyaletten eyalete tayinleri yüzünden, Amerikalıların üçte birinin çocukluk ve mahalle hatıralarının olmadığını söylemişti.
Acaba modernci-laikçi tepkide, yerleşik kentlilerin şehirlerine, mahallerine yeni gelen ve ortak çocukluk hatıraları bulunmayan "yabancılara" da reaksiyonu yok mudur?
Gerçekten artık Kadıköy vapurunda kimse kimseyi tanımıyor ve yolcuların büyük bölümü de taşralı (veya yabancı).
Birbirine zıt içerikli şarkıları aynı coşkuyla söyleyenlerin, yabancı olmayı bırakıp eski günlere dönmelerini siz de istemiyor musunuz?