Erol BATTAL
Gençlik Hareketleri-1
Dünyadaki muhalif örgütlenmelerin en etkini, sebepleri tartışılabilir olsa da gençlik hareketleridir.
Gençlik hareketlerinin efsaneleştiği dönemler vardır. Bu efsaneleşmeler, çoğunlukla yaşandığı dönemin ve coğrafyanın ideolojisine uygun düşer. Bu ideolojiler hâkim olduğu müddetçe de bu efsaneleşme ya da efsaneleştirme devam eder. Ancak bu efsaneleştirmeyi özellikle bizim ülkemizde en iyi becerenler, solcular olmuşlardır. Sol kesim geçmişe yönelik mitolojik kahramanlar oluşturma, trajik sonlar sunma noktasında hep başarılı olmuştur.
Bu başarıda, hiç sorgulanmayan ise, bu kahramanlar kendi ideolojileri adına hangi sonucu elde ettiler. Üniversiteler bizim dediler, fabrikalar bizim dediler, bir sürü fetih hikâyesi uydurdular ama nedendir bilinmez bugün iktidarda AK Parti var. Bu sonuç hiç tartışılmaz. Çünkü bu hareketlerin 1960’ta da, 1970’te de, 1980’de de amacı ideolojilerini hâkim kılmak değildi. Onlar, öyle sansa da, sahiplerinin hedefi hep başkaydı. Hedef, darbelere zemin hazırlamaktı. O sonuç da alınıyordu. Yani “sahipler” istedikleri hedefe ulaşıyordu.
Sahiplerin başarısının sürekliliği için, kullanılan solcuların maktulleri de katilleri de hep kahramandır. Yeni maktul kahramanlar bulabilmek için, eski maktullerin kahramanlıkları büyütülebildiği kadar büyütülür. Adi suçlar işleyip cezalandırılanları bile mağduriyetleriyle beraber kahramandırlar. Mesela Yılmaz Güney. O kahramandır, o mağdurdur. O’nu Fransa’ya kaçırtan, sanki siyasal düşünceleriymiş gibi sunulur. Bunu da sağcısıyla, solcusuyla, liberaliyle, İslamcısıyla herkes böyle kabullenir. Asıl hikâyeye ise kimse bakmaz. Gerçeğe atıfta bulunmak bile ayıp sayılır, kınanır. O çünkü büyük sanatçıdır, büyük artisttir. Onun suçu da, buna uygun düşmelidir. Adam meyhanede Yumurtalık hâkiminin karısına, sarhoş kafayla laf atar; tartışırlar ve çeker silahını suçsuz adamı öldürür. Hapse girer, hapiste paşa paşa filmler yapar, canı sıkıldığında da hapisten kaçırılır, yurt dışına çıkarılır. Fransa’da yaşamaya başlar. Orada erken sayılabilecek bir yaşta ölür. Bu kahraman yaşarken ne yapmıştır, diye bir bakıldığında, görülen manzara hiçte sunulan kimlikle uyuşmaz: Avantür kabadayı ve konusuz seks filmlerinde oynamış. Solcu kahramana dönüştürülmüş olmasına rağmen İnci Baba gibi sağcı kabadayıların yamağı olmuş; onlara özenerek onların, desteğiyle kabadayılık yapmaya çalışmış. Sonra da ekmeği orda bilerek, solcu dolduruşla Sürü ve Yol gibi sanat değeri sıfır iki film yapmış bir adam. İşte bu tipten ideolojik bir kahraman yaratmakta ve herkesi de onu sevmeye, ona saygı duymaya mecbur hissettirmekteler. Yazık ki bunda da, başarılı olmaktalar. Bu başarı yeni tiplerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Ayhan Işık olmak, çok bir şey kazandırmıyor. Yılmaz Güney olmak daha bir şöhretli kılıyor. Yılmaz Güneylik için ise, solcu olmak gerek.
Bunların bütün kahramanlarının durumu aynıdır. Onlar öldüğünde de kahraman öldürdüğünde de. Bu bir yöntemdir. 1970–1980 dönemine baktığımızda da bunu görürüz. Bugün, o dönemi değerlendiren herkes; yaşananların, 12 Eylül’ü hazırlayan bir tezgâh olduğunu söylüyor. Ancak ne hikmettir bilinmez, bu tezgâhın figüranı sağcıların tamamı katil, solcuların tamamı kahramandır. Bu dönemde beş bin kişinin öldürüldüğü söylenir. Ancak bunlardan solcular tertemiz, sağcılar hep kirli. İşin garibi bugün sağcılar bile örneklerini sol üzerinden vermekte, yazıklanmalarını solcular üzerinden dile getirmektedir. Mendereslere yazık oldu diyenler, peşi sıra Denizlere daha çok yazık oldu demek zorunda hissediyorlar kendilerini. Denizler üzerine oluşturulan efsanenin de aslında, Yılmaz Güney üzerine oluşturulan efsaneden farkı yok. Kimler eliyle, hangi eylemleri gerçekleştirdikleri yazılıp, çizilmesine rağmen onların kahramanlığı hiçbir zaman zarar görmez. Bu kahramanlıklara “ama” diye not düşmeye çalışanlarsa; Hasan Cemal örneğinde olduğu gibi, “o ne konuşuyor, o aslında solcu bile değildi” denilerek aforoz edilir. Bu aforoz etme de etkin bir yöntemdir. Bu kahramanlaştırmalara “ama” diyenlere, moda deyimle anında mahalle baskısı uygulanarak gerçeğin üzeri ölünceye kadar örtülür. Ve oluşturulan kahramanlar ebedi kılınmaya çalışılır. Bu ölü kahramanların tamamı gariban kesimin çocuklarıdır. Onların silah arkadaşı diye sunulanlarsa, hep “birilerinin çocuğudur.” Gariban kahramanlara hep ölmek düşer, “birilerinin çocukları”na ise onların kahramanlıklarını yazmak. Bu döngü böyle devam eder. Mitolojik kahramanlar çıkarabilmek ve trajik sonlar yaşayacak kurbanlar bulmak için geçmiş mitleştirilebildiği kadar mitleştirilir. Bu bir ekmek kapısıdır. Ne zaman ki bir yerler yakılıp yıkılır, birileri dayak yer, hapse atılır hemen ardından eski tüfek denilen eski kuklacılar televizyon ekranlarında boy göstererek yaşananların destanını yazmaya başlarlar.
Bu ülkede solun tarihi sağlıklı bir şekilde yazılmadıkça bize sürekli sahte kahramanlar sunulacak ve binlerce ocak söndürülerek binlerce yeni sahte kahraman yaratılacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.