Ufuk ÇOKSÜRER
FETULLAH VE İŞÇİ-HAVUZ PROBLEMLERİ
Merhaba aziz okuyucu!
Habername ailesine dâhil olmam ve ilk makalemem olması münasebetiyle müsadenizle evveliyetle Habername ailesine nasıl dâhil olduğuma kısaca temas etmek isterim. Son dört-beş yıldır sosyal medyada sosyo-ekonomik (içtimai-iktisadi) meseleler, lisanımızın dört bir yandan maruz kaldığı tahribât, sureti haktan görünerek içtimai nizamımızı ve İslam akaidini ifsat mefkûresi güden yerli ve ecnebi şer odakları ve Batı medeniyetinin artık tefessüh etmiş olan iç dünyası gibi muhtelif hususları aklımın kifayet ettiği ve dilimin döndüğü kadarıyla terennüm etmeye çalışıyordum zaten. Bu yazılarımı takip eden sevgili gazeteci Atila Altuntaş, bundan sonraki yazılarımı Habername’de yazmam konusunda teklifte bulununca ben de bu nazik teklifini memnuniyetle kabul ettim.
Salt kendi arkadaş ve akrabalarıma matuf olan ve bendenizin müşahede ve mülahazalarını ihtiva eden bu yazıların, Habername marifetiyle daha geniş ve daha uzun bir mecraya yayılması, hiç şüphesiz sesimin daha uzağa ulaşması manasına geliyor. Tam da bu istikamette yazılarımı yayınlamaya şayan bulup, tefekkür ve müşahede dünyamı binlerce insanla paylaşmak gibi tahayyül bile edemeyeceğim bu eşi menendi bulunmayan imkânı bana veren Atila Altuntaş beyefendiye teşekkür ederim.
Evet, ilkler fevkalade mühimdir! İlk çocuk, ilk araba, ilk ev, ilk aşk… Benim gibi -merhum Cemil Meriç’in deyimiyle- yazma hastalığına düçar olmuş ve bu ihtirası yüzünden yaşamayı ihmal etmiş bir kişi için ilk makalenin ehemmiyeti fevkalade büyüktür.
Girizgâhı fazla uzattığımın farkındayım. Yukarda da kısaca değindiğim üzere evvela İslam’ı ve sonra da içtima-i düzenimize kastedip onları hercümerce etmek isteyen müfsitler maalesef bu topraklarda her daim olmuşlardır. Ben de tam bu hususla alakadar bu müfsitlerden olan Fethullahçılarla alakadar bir hatıramı anlatmayı münasip gördüm.
Kendi menfaatlerine azıcık halel gelince şeytanla işbirliği yapıp memleketi yangın yerine çevirmek isteyen Fethullahçılar hakkında esasen çok şey söylerim. Hem de çok ciddi… Ama buna zaten gerek yok. Çünkü onları zaten tek bir hamleyle yere sererim. Ha yanlış anlaşılmasın lütfen! Sererim dediysem öyle çok ağır olan sağ kolumla falan değil; tek bir hatıramla!
Şöyle ki:
Sene 1995.
Henüz Fethullahçıların palazlanmadığı ve hemen hemen hiç kimsenin adlarını dahi işitmediği bir hengâmda (90'lı yıllarda), yaklaşık üç yıldır bu güruhun içinde bulunmuştum. Daha 12-13 yaşındaydım galiba. Gayet münzevi, edepli, beşeriyattan ziyade neşriyatla hemhal olmuş, sarsak ve çelimsiz bir çocuktum. O zamanki teşekkülün adı hafızam beni mahcup etmiyorsa, Türkiye Öğretmenler Vakfı’ydı(T.Ö.V.). Sözüm ona bizleri liselere giriş imtihanına hazırlayacaklar. Beni görseniz tam bir yetenek düşmanıyım; ömrü hayatımda bir tane lanet işçi-havuz problemi çözememişim. Canhıraş bir surette, büyük bir şevkle çalışıyor ama bir türlü beceremiyordum. Olmuyor, bir türlü olmuyordu... Hatta "kısa bir müddet acaba amelelik yapsam, öğrenebilir miyim bu soruların nasıl çözüleceğini?" diye bile düşünmeye başlamıştım.
Gel zaman git zaman, ben mütemadiyen bu tür problemler nasıl çözülür diye adamlara baskı yapıp duruyorum ama adamlar beni hep din cihetine çekmeye çalışıyorlardı. En sonunda sıkıldım, hiddetlendim ve baktım ki havuz-musluk işleri bana göre değil adamlara teslim oldum ve "verin şunun cevabını o zaman bakalım" dedim: "Azrail'in(a.s.) mevcudiyeti her daim küre-i arzda kendisine haktan verilen vazife icabı tecelli ediyorken, Cebrail'in(a.s.) vazifesi, peygamberimizin vefatıyla birlikte nihayete ermiş midir?”
Günde üç öğün yedikleri pirinç pilavının tesirinden midir nedir, umumiyetle hepsinin yüzü zaten bembeyazdı ama bu suali işittikten sonra hepten bembeyaz kesildiler. İçlerinden yaşça en büyük olan adam gık etti, guk etti, kem dedi, küm dedi, elini dudaklarına götürerek biraz da yan yan sırıtarak sus işareti yaptı. Dedim ki kendi kendime: "Herhalde bu sorunun cevabı havuz problemlerinden de zor."
Yaklaşık on dakika sonra yanıma usulca sokulup, ne derse beğenirsiniz herzevekilin: “Hocaefendi var ya!"
Üç yıldır yediğim pilavın tesiri bu sefer bende baş göstermeye başlamış olmalı ki, bembeyaz kesilmeye başladım. Sadece bu olsa iyi, kaynama noktası Sodyum Clorür (NaCl-tuz) dökülmek suretiyle artırılmış kaynar sular başımdan aşağı dökülüyordu. Gencecik pırıl pırıl zannettiğim bu hergeleler, meğerse Fetullah'ı peygamber mesabesinde bir adam görüyorlardı. Hatta ne mesabesi, ne görmesi adamı resmen peygamber biliyorlardı.
Hatırlayınız lütfen: Geçen sene yani 2014’de Fethullah'ın "Cebrail (AS)'ı çok severim, âşık gibi. Burnumun kemikleri sızlar, hiç görmediğim tanımadığım bir melek bu. O bir parti kursa ben ona diyeceğim ki; 'sen bir parti kurdun ama müsaadenle ben seni desteklemeyeceğim.' Esas benim için önemli olan Türk toplumunun ittifakıdır. "
Düşünsenize peygamberimizin kayıtsız şartsız ram olduğu bir meleğe itaat etmeyeceğini söylüyor. Beyimizdeki kibre bakınız lütfen! Bu söz insanı mürtet olmaya yeter de artar bile! Fetullah, yukardaki sözünde müritleri arasında hâsıl olan telakkinin aksine Cebrail’i (a.s.) hiç görmediğini söylüyor; ama “hiç görmediğim tanımadığım bir melek bu” diyerek sanki başka melekler görmüş olduğunu da ima etmeyi unutmayıp, hadiseyi bu sefer sair meleklerle bilavasıta(vasıtasız) irtibat halinde olduğu cihetine çekiyor. Demek oluyor ki: Bu Cebrail ve diğer meleklerle irtibat halinde olmak hadisesi bir tevatürden ibaret değildi; bu sözün zikredilmesi artık cemaat içinde yaygın varsayılan bir anlayış saikasından mütevellitti.
Velhasıl kelam: Sevgili dostlar, bu sözler alelade veya hasbelkader söylenmiş sözler değillerdir; hele hele müşterisini diliyle, belagatiyle toplayan usta bir din bezirgânıysa hiç değildir. Bu sözler cemaat içinde hâsıl olmuş olan "Cebrail'le veyahut diğer meleklerle münasebet halinde olmak" gibi marazi bir telâkkinin oluk oluk faş edilişidir. Bu söz yıllar yılı küre-i arzı yırtmak için canhıraş bir surette büyük bir şevkle çalışan lavların büyük bir gürültüyle ve bütün hışmıyla püskürmesine benzer.
Bu hadiseden sonra onlarla olan münasebetimi kestim ve kendimi havuz problemlerine tekrar verdim. Lâkin gelin görün ki, 32 yaşıma geldim, hala bir tane işçi-havuz problemi çözemedim. Bütün içtenliğimle söylüyorum, ne zaman bir havuz görsem hala moralim bozulur ve onlara şöyle beddua ederim: "İnşallah tahliye borularınız tıkanır da suyunuzu boşaltamazsınız"
Ve siz, nasıl bir maksada hizmet ettiği artık ayan beyan ortada olan bu meşum kişiye, hala sadık olduğunuzu söyleyen siz gafiller: Siz hala safınızı, şeytanla el sıkışıp öz vatanına, daha mühimi İslam akaidine ihanet etmiş, dizginlerini koparan bir at gibi günaha koşan ve ağzına kadar günahla lebaleb olmuş olan Fetullah'ın ve avenesinin safından seçiyorsanız o zaman sizin de belli ki dimağlarınızda aymazlığa sebebiyet veren tıkanmalar söz konusu.
Selametle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.