Selma ÖZTÜRK
Estağfirullah efendim!
İnsanlar arası ilişkilerde ve günlük hayattaki konuşmalarda nezaket ve görgü kuralları vardır. Bu kurallar sağlıklı, huzurlu ve uyumlu bir toplum için vazgeçilmez ve kaçınılmaz bir önem teşkil eder. Nezaket ve görgü kurallarına uymak ve onlara riayet etmek, yüksek edep ve güzel ahlakın belirtileridir. Yani bir insanın edebi ve ahlakı onun davranışlarından, tavırlarından, hal ve hareketlerinden belli olur. İnsanların karakterlerini tahlil etmek ve onların kültür derecesini ve asaletini tespit etmek için başvurulabilinecek güzel ve uygun bir ölçüdür.
Görgü kurallarının çoğunun kaynağı Kur’an ve Sünnet-i Nebide köklenmektedir. Allah ve Rasulu insanlara günlük hayatında nasıl yaşaması gerektiğini açık bir şekilde ifadelendirmişlerdir ve bu hususta teferruatıyla yön göstermişlerdir. Uyguladığımız bazı kuralların kaynağı bunun olduğunun bilincine sahip olmasakta bazen, bu böyledir... Mesela Nur suresindeki:“Yabancı evlere girdiğinizde, müsaade almadan ve selam vermeden içeriye girmeyiniz” veya Lokman suresindeki Lokman hekimin oğluna bulunduğuı tavsiye ve nasihatlardan birinin: “Konuştuğunda sesini yükseltme, alçak tut! Zira seslerin en çirkini eşeğin sesi (anırtısı) dir.” gibi bir çok yerde insanlara öneri ve tavsiyeler bunlardan birileridir. Kur’an-ı Kerim işte böyle edep ve ahlak misalleriyle doludur. Başka bir örnek ise selamdır. Selamın hem Kur’an’da, hemde Sünnet-i Nebi’de yeri vardır. Selamı yaymak sünnet olduğu gibi, insanlarla konuşulduğunda güzel ve kibar bir dille onlara hitap etmek de sünnetir. İnsanlara hitap ederken ses tonu ne kadar önemli ise, aynı zamanda seçilen üsul da çok önemlidir. Bir insana talimat verircesine yumuş buyurmak ayrıdır, ona bir ricada bulunmak ayrıdır. Burada söyleyiş şekli ve kullanılan kelime seçimi mühimdir. Her kelime muhatabın üzerine psikolojik açıdan farklı (olumlu veya olumsuz) bir etki yaratır. “Şunu yap!” demekle “Şunu yaparmısın!” demenin arasında dağlar kadar olmasada, en azından tepeler kadar fark vardır. Ve neticede yılanı deliğinden çıkartanda bu üsluptür herhalde...
Görgü ve nezaket kuralları arasında en önemli kurallardan biride “Teşekkür etmek”tir. Size bir iyilikte bulunulduğunda, bu iyiliğe karşılık olarak edep gereği “Teşekkür ederim efendim!” diyerek saygınızı ve görgünüzü orada ortaya koyarsınız. Bu aslında böyledir ve daima da böyle olması gerekir. Gerçi günümüzde maalesef bunun uygulanmasınada pek rastlayamıyoruzda... Teşekkür bile sıra dışı bir eylem olmuş ve birisine teşekkür ettiğinizde bazen şaşkınlıkla aval aval bakan gözlerle karşı karşıya kalıyorsunuz. Günümüzde ise teşekkür eden kişiye karşılık olarak yaygın olan “Bir şey değil!”, “Ben(de) teşekkür ederim!” veya “Rica ederim efendim!” gibi cevaplar veriyoruz. (Eğer aklımıza gelirde cevaplarsak tabii ki. Çünkü bazen bilinçsizlikten, zihin ve dil tembelliğimizden dolayı bunu uygulamakta bile zorluk çekiyoruz.) Bugün durum böyle.
Eskiden ise insanlar arasında öyle bir nezaket kuralları yaşanırmış ki, öyle bir kibarlık ve saygı varmış ki... Şimdi ise bundan eser kalmadı. Teşekkür etmesini bilen insanımızın sayısı azaldı, kaldı ki teşekküre cevap verme fırsatı bulunsun.
Biz bugün böyle cevap verirken, ecdadımız “Teşekkür”e farklı bir cevabı daha uygun ve isabetli görürmüş.
Atalarımız kendilerine teşekkür eden insanlara karşılık “Estağfirullah!” derlermiş. Açıklaması ve sebebine gelince: Teşekkür kelimesi Arapça dilinden türeyen bir kelimedir. Bunun aslı ŞIN KEF RA kökünden gelmektedir ve mana bakımından şükür ve minnet anlamlarına gelir. Şükür ise sırf Allah-u Teala’ya mahsus olduğu için, dolayısılya insanlara, yani beşerlere ve mahlukatlara yönelik uygun bir ifade olmadığı için teşekküre karşılık atalarımız “Estağfirullah!” diyerek cevap verirmiş. Yine Arapçadan gelen “Estağfirullah” fiilinin manası ise: “Ben Allah’tan mağfiret (af) dilerimdir. Size teşekkür eden bir insana siz karşılık olarak Allah’tan af dilemeyi uygun görüyorsunuz. Yani burada karşı taraf “Estağfirullah” demekle, teşekkürü kabul etmeyip red ediyor ve “Teşekkürünüzü kabul edemem. Ben kim oluyorum ki, bana teşekkür (ve şükür) ediyorsunuz? Ben teşekküre layık değilim. Asıl teşekkür edilecek melce başkasıdır, Allah-u Teala’dır.” diye hem kendisini hemde muhatabını bu yad-ı cemil (güzel hatırlatma) ile yaradanı hatırlatıyor, tatlı ve yumuşak bir ikazda bulunuyor. O’nun sıfatlarından biri olan Eş-Şekur olduğunu bilen yüce ecdadımız, yüce Allah’ımızı bu yücelikle yüceleştirirmiş işte...
Her şeyden önce bu ifadenin altında TEVHİD anlayışı yatıyor, ALLAH bilinci ve şuuru yansıyor. İslam dininin en mühim ve temel esaslarından biri olan “El minnetu lillah”, yani “Minnet ancak Allah’adır” düsturu yatmaktadır. İşte günlük hayatta Tevhid inancını tatbik etmek, uygulayıp yaşatmak bu olsa gerek... Hayatın her alanında ve har sahasında O’nu görmek ve O’nu bilmek. Varlığından şek ve şüphe etmediğimizi ve herşeye sebebiyet veren O’nun olduğunu bu tür hareket ve davranışlarla içimizde (ve dışımızda) yaşatmak.
Çünkü bizim inancımıza göre herşeyin sebebi Allah’tır. İnsan ise sadece bir vasıtatır. Bir şeyi Allah’tan değilde kendisinden bilmek ise büyük bir tehlike ve korkunç bir gaflettir.
Bundan sonra bize teşekkür eden muhatablarımıza mümkün mertebe teşekkür ve tevazu sözü olan “Estağfirullah!” diye tevhid anlayışımızı nezaketle birleştirip dile getirmeye özen gösterelim. Aynı zamanda yaradana karşı olan kulluk görevimizi yerine getirmiş oluruz ve neticede ağzımızdan manalı ve bereketli bir söz çıkmış olur
“Estağfirullah efemdim!”Ne derin bir mana, ne fevkalade bir edep ve ahlak anlayışı... Subhanallah! Bu bilgiyi benimle paylaştığınız için sizlere teşekkür ederim efemdim! Şükranımın cevabını ise sizlerin takdirine bırakıyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.