Erdoğan’la ihanet, mağduriyet, siyaset...

O kadar çok yazacak şey var ki. Özellikle şu günlerde Türk dış politikasında son derece önemli gelişmeler yaşanıyor.
Türk-Rus ilişkileri bunlardan biri. Rusya Başbakanı Medvedev’in Ankara ziyareti sırasında iki ülke arasında imzalanan anlaşmalar gerçekten dönüm noktası sayılabilir.
Başbakan Erdoğan’ın dün başlayan Atina ziyareti de yine bir bakıma tarihi nitelik taşıyor.
Çünkü bu ziyaret, Türkiye’yle Yunanistan’ın bugüne kadar silahlanmaya harcadıkları büyük kaynakların kısılmasına dönük sonuçlar yaratabilir.
Erdoğan-Papandreu buluşmasıyla eğer Ege gerçekten ‘barış gölü’ne dönüşebilirse, barış gölü söylemi eskiden bir çok kez olduğu gibi bu defa lafta kalmazsa, bundan yalnız Türkiye ve Yunanistan değil, bütün bölge ülkeleri kazançlı çıkar.
Türkiye’nin kendi çevresinde oluşumuna katkıda bulunduğu barış ve istikrar kuşağı bu ülkede aş ve iş sorununun aşılabilmesine de, demokrasi ve istikrar yolculuğunun hızlanmasına da yardımcı olacaktır.
Bunlar önemli konular.
Ama hepsi elimizin altından kayıp gidiyorlar. Şimdi kalkıp bu konuları yazsak, sanki bir başka gezegendeymişiz gibi muamele görebiliriz.
Bugün köşemi tamamen yukarıdaki konulara ayırmak istiyordum. Hatta biraz daha genişletip İran’la, ABD ile, AB ile ilişkileri de kapsayan uzun bir yorum yazmak niyetindeydim.
Sanıyorum şöyle diyecektim:
Türkiye, dış politikadaki yönelişleriyle genel olarak yanlış değil doğru bir yönde gidiyor.
Ama olmadı.
Çünkü Başbakan Erdoğan Atina yolculuğuna çıkarken öyle şeyler söyledi ki, ister istemez ben de dikkat odağımı yine içeriye çevirdim.
Yazımın başlığı önce şöyleydi:
Olmadı Sayın Başbakan!
Sonra bu fikrim değişmese de, yukarıdaki başlığı tercih ettim.
Başbakan Erdoğan’ın Deniz Baykal’ı hedef alan sözleri şöyle:
“Benim en çok üzüldüğüm konu şudur. Türkiye’nin özellikle toplumsal ahlak değerleri açısından bir erozyona uğratılma gayreti var. En büyük tehlike aslında buradadır. Yani, bu işleri meşru görme gayreti içerisinde olanlar var. En tehlikeli olan yan burasıdır.
Bu milleti ayakta tutan en önemli güç toplumsal ahlakımızdır. Bunun üzerinde spekülasyona girenler var. Ve bunun üzerinden mağdura oynayanlar var ve kusura bakmasınlar böyle bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değil.
Ve bu tür rolü oynayanlar eşlerine ihanet edenleri biz hiç bir zaman bu toplumun içinde kalkıp da mağdur olarak göremeyiz. Mağdur olarak da kimseye gösteremeyiz, böyle bir gayretin içinde olamayız.”
Evet, olmadı Sayın Başbakan.
Nedenine gelince...
Uzatmak istemiyorum.
Siz bu sözlerinizle politikanın dik âlasını yapmış oluyorsunuz.
Yakışık almayan bir tavır bu.
Baykal’a kızabilirsiniz.
Evet, Baykal’ın da mağduriyet üzerinden siyaset yapmadığı söylenemez. Baykal’ın kendi özel hayatında yaşadıklarını bir komplo olarak niteleyip, bundan dolayı sizi suçlaması da anlaşılır nedenlerle sizi kızdırmış olabilir.
Bu iki noktanın sizde yarattığı rahatsızlığı anlamak güç değil.
Ancak, sizin bu çıkışınız da siyasal bir çıkış. Baykal mağduriyet üzerinden siyaset yapıyorsa, siz de bu açıklamalarınızla farklı davranmadınız.
Ne yazık ki siz de, bir siyaset adamının çirkin şekilde tecavüz edilmiş mahremiyeti üzerinden siyaset yaptınız.
Olmadı.

Önceki ve Sonraki Yazılar