Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Eleştirel Düşünce

Düşünmek… Ne kadar da insana dair değil mi… İnsandan başka bir varlık bu yetiye sahip olmadığı gibi, düşünen insanla düşünmeyen ya da düşünemeyen, hatta kaba kuvvetiyle düşünmeye engel olan da, her ne kadar insansa artık, öyle… Düşünme yetisi olmayanın Allah nezdinde sorumluluğu bile yok. Bu yetiye sahip olanın da bir o kadar fazla… Ya engel olanın!.. Öyle ya da böyle, kişisel, kurumsal, hatta kamusal güç marifetiyle düşünmeyi engellenmenin sorumluluğunu da siz düşünün artık…

Elbette her düşünce makbul değildir, her düşünceye saygı da duyulmaz. Zira insan fıtraten iyiliğe de kötülüğe de meyillidir. Belki de insanların kahir ekseriyeti insandaki bu kötü tarafı temsil ediyordur. Ama böyle bir durum dahi mutlak şüpheciliği meşrulaştırmaz. Bir başka deyişle; ‘bize ait değilse geçiniz-eziniz!..’ anlamı çıkmaz buradan... Farklılık esastır zira… Farklı düşünce de öyle… Ama tahammül etmek zordur tabii; gururu incinir çünkü insanın… İlla da bir makam sahibi iseniz… Hoca iseniz öğrencinin, baba iseniz çocuğunuzun, bürokrat iseniz personelinizin, siyasi parti lideri iseniz milletvekillerinin ya da muhalefetin eleştirisi böyledir.

Eleştiri elbet, tabiri caizse ağzı olanın konuşması anlamına gelmez; onun adı kakofonidir. Eğer terbiye edilirse senfoni olması mümkündür elbette; her biri farklı ses ama birbiriyle uyumlu… Ve neticede ortaya çıkan da bir sanat eseri… Malum; müzikte ‘gürültü’ diye bir kavram vardır. Henüz ortaokulda iken bu kavramı ilk defa duyduğumda anlamlandıramamıştım. Meğer; terbiye edilmemiş, dolayısıyla da kulağı tırmalayan sesmiş… Eğer düşünceniz de terbiye edilmemişse, olanın buradaki adı; laf kalabalığı ya da gürültüdür. Öyle ya; hakkında hiçbir fikriniz olmayan bir konuda üstelik sizi terbiye etme sorumluluğunda olana karşı ileri geri konuşmanızın gürültüden ne farkı kalır.

Söylemek istediğim odur ki; eleştirel düşünce bugün itibariyle ‘Batı’ kültürünün bir ürünü olsa da; düşüncenin-eleştirinin çirkinleşmiş halini temsil eder. Ekstremdir bir başka deyişle… Ekstrem olan diğeri de baba, hoca, amir, siyasetçi, işadamı, bürokrat, devlet… olarak bütün bunların önünü tıkamaktır. İşte şimdilerde Rusya’nın gözünü kestirdiği için Ukrayna’ya kaba gücünü kullanması gibi… Terbiye edildiğinde ise tartışmaz ‘müzakere’ edersiniz ve eleştiriniz de karşılık bulur.

Biraz da pratiğe bakalım isterseniz… Yani bize; Türkiye’ye ya da İslam toplumuna… Bir fetret dönemi yaşadığının birçoğu farkında bile değil… Bu fetretin başlangıcı; İslam dünyası bakımından Karlofça’dır. Hatta biraz geriye gidersek 1258 Moğol işgaline kadar bile götürebiliriz. Ama İslam dünyası bakımından düşüncenin dip yaptığı dönem yirminci yüzyılın ilk çeyreğidir. Nitekim düşünmek özgür olmayı da gerektirir değil mi… Esaret altındaki bir kültürden de düşünce üretmesi beklenemez. Zira düşünce=özgürlüktür.

Öz kültüre ilişkin olan hemen her şey, mevzubahis dönemde öylesine baskılanmış ve horlanmıştır ki; kültürüne sahip çıkmak isteyen nesiller karga misali yürüyüşünü (kültürünü) unutmuştur. Kimilerinin de bağı artık tamamen kopartılmıştır. Zira toplum bu dönemde batılılaşma adına tepeden şekillendirilmiş, yani bildiğiniz insanlık ve medeniyet düşmanı faşizmin insafına terkedilmiştir. Önemli ölçüde cahil kalan-bırakılan geniş toplum kesimleri ise iki arada bir derede kalmıştır. Bu da derin bir güvensizlik meydana getirdi.

Kanaatimce kabaca yirminci yüzyılın son üç çeyreğinde olanlar bilinçsiz de değildi. Savaştan çıkılmış, içeriğinde ne olduğu hala tartışmalı bir anlaşmanın altına da imza atılmış... Üstüne üstlük tek parti yönetimleri, darbeler, NATO şemsiyesi altına girmişlik, düşük milli gelir, tek sesli medya, geçmişe düşmanlık, gönül coğrafyası ya da fikir coğrafyasına sırtını dönmüş, toplumun kutsallarıyla oynayan bir devlet... olunca milletin de devleti ile bağları zayıfladı. Zayıf toplumlarda ise korku paranoyasını çok yadırgamamak gerekir. Haksız değil çünkü…

Bahsi geçen süreç, kalıcı izler de bıraktı. Bu dönemin geri beslemesiyle şekillenen kültür, gücü ele aldığında; politik deyimle iktidar olduğunda söz gelimi Baykar'ın ürettiği savunma sistemlerinin akıbeti ne olur sizce... Şahsen ben bir bahane ile Selçuk Bayraktarı hapse bile atabileceklerini düşünüyorum. Geçmişte örnekleri yok da değil… Böyle bir durumda şüpheci olmazsanız, yem olursunuz. Bugün açık saldırıya uğramış Ukrayna'da bir önceki başkan Poroşenko silahını alıp kamuflajını da giyerek ülkesini savunuyor. Ama bizdekilerin 15 Temmuz gecesi darbecilerin başarılı olmasını beklediğini düşünüyorum. Böyle bir güvensizlik ortamında sözgelimi ‘kontrollü’ beyanatını eleştiri mi kabul edelim.

Medya da öyle… Gelenekseli de internet medyası, hatta sosyal medya da... Eğer bir gün olur da ortak değerlerde konsensüs sağlanabilir, müzakere ya da mütalaa kültürü hayatımızda karşılık bulursa; merhum Aliya İzzetbegoviç’in 'Ben olsam İslam dünyasına eleştirel kültür dersi koyarım' temennisi de karşılık bulmuş olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum