xxx65
Düşünce... Düşün... Düş... Düştü!
Bir türlü bıkmadık.
Bir türlü aşamadık.
Kendi başımıza gelince öfkelensek dahi başkasının başını asla düşünmedik!
Bir türlü aşamadık.
Kendi başımıza gelince öfkelensek dahi başkasının başını asla düşünmedik!
Demokratın zihni ve vicdanı demokratlaşamıyor.
Laik, laikliğin aynı zamanda "ilahi otoriteye dayanma iddiasındaki otoriter inanç ve düşünce dayatma" ya isyanda kök bulduğunun farkında değil.
Kimin ne zaman, nerede, nasıl, niçin ve kim gibi düşünmesi gerektiğini kafamıza vurup duran amirler ile memurları dolu memlekette .
Laik, laikliğin aynı zamanda "ilahi otoriteye dayanma iddiasındaki otoriter inanç ve düşünce dayatma" ya isyanda kök bulduğunun farkında değil.
Kimin ne zaman, nerede, nasıl, niçin ve kim gibi düşünmesi gerektiğini kafamıza vurup duran amirler ile memurları dolu memlekette .
Ama acısı şu:
"Dini dayatmalar" la iç içe bir düşünce ve eylem dünyasının "özgür ve eleştirel düşünce, ifade" ile yakınlığının (sık sık) sınırlı olabilmesi "dünya ve tarih hali".
Bunu aşmaya çabalayana ne ala.
Hemencecik aştığını zannedenler iyi tartmalı.
Zaten aşmak istemeyenler ise mebzul miktarda.
Lakin, "devrim, cumhuriyet, ilerleme, din veya mutlak otorite karşısında özgürlük, laikleşme, bilim" vesaire gibi kavram ile değerleri dillerinden düşürmeyenlerin de ciddi bir sorunu var.
"Din karşısında düşüncenin, eleştirinin özgürleşmesi" sadece din karşısında mı bir özgürlüktür...
Yoksa hakikaten düşüncenin, eleştirinin özgürleşmesi midir?
Derdimiz hangisi?
Biz sadece "düşünce, düşünme şekli, ezber dayatan zihinsel otorite" olarak din karşısında mı özgür düşünebilen, eleştirebilen ve bunu birbirinden farklı fikirlerle, bunları ortaya korkmadan atabilerek tartışan insanlar mı olacağız...
Yoksa, mesele her tür "zihinsel otorite" karşısında zihnimizin özgürleşebilmesi midir?
Mesele, "Vurun kahpeye" diyen herkese karşı her insanın özgürlüğünü ve haklarını savunmak mıdır yoksa "bizim kahpe gördüklerimize vurulmalı ama" diyebilen açık veya gizli bir faşisti içimizde barındırmak mıdır?
Acının da acısı şu:
Türkiye'de "laik milli eğitim" ile hele hele "özgür üniversite" böyle bir "özgür ve eleştirel düşünce"nin beşiği asla olamıyor.
Tam tersine, beşikten eşiğe zincirleme müessesesi adeta.
Oysa eğitim laikleşmesi, eğitimin özgürleşmesi olabilmeliydi.
Oysa "mutlak otorite" baskısına karşı "devrim" denebilen cumhuriyet hakikaten öyle olabilmeliydi.
Özellikle , "Devrimcilik" i kendine yakıştıran her bir kimse, yani herhangi bir dini, mezhepsel, siyasi, ideolojik, ekonomik, toplumsal otoritenin baskısına, dayatmasına karşı çıktığı inancında olanlar kendisiyle yüzleşebilmeli:
Devrimciliğim nerede, nasıl başladı... nerede, nasıl bitti aslında diye!
Durmak, dondurmak, ezbere uymak ile "devrim", tarihte çok rastlandığı gibi, birbirine uydurulur uydurulmasına da, biraz uydurulmuş olur.
O yüzden "Milli Eğitim" de en çok şu tavsiye edilmeli:
Atatürk'ü anlatan, kendince tercüme edip yorumlayan kimilerinin ne dedikleri, ne ezberlettiklerinden ziyade, doğrudan Mustafa Kemal'in okuduğu, Çankaya Köşkü'ne dahi koyduğu kitaplar mesela.
Kimilerinin cumhuriyet tefsirinden ziyade, o düşüncenin evrensel, kültürel, isyankâr, özgürlükçü kaynakları mesela.
Neden olmasın?
Ezber mi bozarlar?
Atatürk'ü anlatan, kendince tercüme edip yorumlayan kimilerinin ne dedikleri, ne ezberlettiklerinden ziyade, doğrudan Mustafa Kemal'in okuduğu, Çankaya Köşkü'ne dahi koyduğu kitaplar mesela.
Kimilerinin cumhuriyet tefsirinden ziyade, o düşüncenin evrensel, kültürel, isyankâr, özgürlükçü kaynakları mesela.
Neden olmasın?
Ezber mi bozarlar?