xxxx1
Dromokratik-nihilist totaliterlik, siber-terörizm ve Wikileaks: Oyuna ge
Wikileaks fenomenini anlama ve anlamlandırma konusunda Türkiye'de tam bir entelektüel sefaletin, sığlaşmanın ve çölleşmenin yaşandığı gözleniyor.
Türk entelijansiyasının Wikileaks fenomenini efradını câmî, ağyarını mânî bir şekilde anlayabilmesi için, öncelikli olarak çağının tanığı ve tanıdığı olması gerekiyor. Bunun önşartı da kendi olabilmekten, yani varolabilmekten geçer. Kendi olamayanların varolabildiklerinden ve varlığı anlayıp anlamlandırabildiklerinden sözetmek elbette ki ham hayalden ibarettir.
Daha önce de söylemiştim: Her çağ, kendi ağ'larını örer, bağ'larını kurar. Eğer kişi, bu ağların bağlarıyla bağlı kalırsa yalnızca ağdaş olmaya mahkûm olur; yok eğer ağlarının bağlarını çözerek başka çağlara açılabilirse çağdaş olabilir, çağının tanıdığı ve tanıdığı biri katına yükselebilir ve bizi yeni çağların eşiğine taşıyabilir ancak.
Wikileaks fenomeni nedir, nasıl anlamak gerekir bu fenomeni öyleyse?
Yazının başlığına dikkatle bakılacak olursa, Wikileaks fenomeninin özlü bir tanımının yapıldığı görülecektir. Ortada yeni bir durum yok; mevcut durumun yeni bir tezahürü var. İçinde yaşadığımız çağın bizi içine sürüklediği veya çektiği bir ağ yani.
İçinde yaşadığımız çağ, bir katastroflar, felâketler ve şoklar çağı. Modern çağ ile postmodern çağı buluşturan kilit kavram, katastrof kavramı. Katastrof, modern durum için de, postmodern durum için de anormal değil, normal bir durum. Modernler de, postmodernler de, "katastrofla yaşamayı öğrenmek zorundayız" diyegeldiler hep.
Nitekim, Thomas Hobbes, modern devleti, "trafik polisi" metaforuyla açıklıyordu ünlü Leviathan'ında. Hannah Arendt de, biraz daha ileri giderek, ilerleme ile katastrofun bir madalyonun iki yüzü olduğunu söylüyordu The Origins of Totatlitarianism başlıklı öncü çalışmasında. Ve nihayet Walter Benjamin, modernliğin yıkıcılığına dikkat çekiyordu "On the Concept of History" başlıklı önemli makalesinde.
Modernliğin katastrofa, felâkete ve şoklara dayanarak varlığını sürdürebilme durumu, yalnızca düşünürlerin metinlerinde tasvir edilmez. Aynı zamanda çağdaş resim sanatının büyük sanatçılarının tablolarında da resmedilir. Gericault, Goya ve Picasso gibi ressamların tablolarına damgasını vuran fenomen tam da bu fenomendir.
Modernlik, katastrof kavramı üzerinden işleyen mevcudiyetini, hız ve hareket saplantısı üzerinden meşrûlaştırıyordu. Postmodernlikle birlikte, modernliğin hız ve hareket kavramlarına dayanan siyaset teolojisine haz veya ayartı kavramı eklenmiş ve postmodern siyaset teolojisi, teslisine kavuşmuştur böylelikle.
Modern katastrof teorisi ve siyaset teolojisi, maddî dünyanın, fizik gerçekliğin, zâhirî olan'ın, dolayısıyla kıtaların, ülkelerin ve insanların kontrol ve kolonizasyonuyla Batı uygarlığının hâkimiyetini sürdürmesine aracılık ediyordu.
Postmodern süreçte, bu durum handiyse tersine döndü. Bu kez, postmodern katastrof teorisinin ve siyaset teolojisinin hız, hareket ve haz veya ayartı üçlemesini / teslisini hayata geçirerek fizik gerçekliğin değil, görünmeyen, sanal gerçekliğin; kıtaların ve ülkelerin değil, insanların duygu, bilinçaltı ve arzularının kontrol ve kolonizasyonu üzerinden Batı uygarlığının hâkimiyetini sürdürdüğünü gözlemliyoruz.
Wikileaks fenomenini bihakkın anlamamızı mümkün kılabilecek teorik bir çözümleme yapan çağımızın en cins düşünürlerinden Paul Virilio, Nietzsche ve Heidegger'in negativite felsefelerinden kalkarak Aziz Pavlus'un İsa-Mesih'in çarmıha gerilmesiyle bedenini / kendini yok etmek suretiyle insanlığın kurtuluşuna aracılık ettiği söylenen apolaliptik Hıristiyan siyaset teolojisini seküler bir apokalitik kurtuluş teorisine dönüştürür: Ve postmodern çağda yaşanan, "dünyanın çölleşmesi" olarak tanımladığı, medyanın, teritoryal bünyeyi / bedeni; yüksek hız ve yeni iletişim biçimlerinin kenti parçalayarak sosyal bünyeyi / bedeni; sanal gerçekliğin insanı her tür manipülasyona açık bir şifreye dönüştürerek insan bedenini yok ettiğini söylediği katastrofların, köklü bir eleştirel muhayyilenin devreye girdirilmesiyle aşılabileceğini öne sürer.
Ulvi Alacakaptan'ın çok esprili bir sloganı vardır: Oyuna gelmeyin "oyun"a gelin, der Ulvi Ağabey. İkinci "oyun" sözcüğündeki tırnak işaretlerini kaldırırsak Wikileaks fenomeniyle birlikte yaşadığımız katastrofu anlama konusunda biraz mesafe katedebiliriz diye düşünüyorum: Artık demokrasinin değil dromokrasinin yani hızın ve ayartının hâkim olduğu; medyatik kuşatmayla birlikte üretilen totaliterliğin ürünü siber terörizmin her şeyi allak bullak eden; insanları, insanlığın en temel varoşsal sorunları konusunda duyarsızlaşmaya, kayıtsızlaşmaya iten bir nihilizmin eşiğine sürüklediği şaşırtıcı, şoke edici bir oyun'la ve ayartıcı bir küresel sahne'yle karşı karşıyayız.