İbrahim KONURALP
'Dini Cemaatler Siyasete Karışmasın!..'
Türkiye’de ne zaman Cemaat Önderlerinden biri tanesi, siyasi tercihini belirten bir açıklama yapsa, bu açıklamadan rahatsız olan insanların ilk cümlesi şu olur: Cemaatler siyaset yapmasın, siyasete karışmasın, dini cemaatlerin siyasete karışmasını hoş bulmuyorum. Saygın hiçbir özelliği olmayan toplumun en alt tabakalarından insanların yıllardır Meclis'e taşındığı bir siyasi ortamda, alimler siyasete karışmasın demek, tam bir aymazlıktır.
Hayatımızın her alanında siyaset var ve siyasete karışmayan hiç kimse yok. 1980’li yıllarda bizde kesinlikle siyaset yok diyen cemaatin, bugün nasıl da siyasetin göbeğinde olduğunu, mensuplarının kapı kapı dolaşıp broşür dağıttıklarını, son referandum sürecinde, gece gündüz demeden ‘evet’ için çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. İşin özü, Türkiye’deki bütün legal-illegal örgütlenmeler, hemşehri grupları, etnik gruplar ve aşiretler ne kadar siyasetin içinde ise ‘Dini Cemaatler’ de o kadar siyasetin içindedir. Siyasetsiz bir hayat düşünülemez.
‘Dini Cemaatler siyasete karışmasın. Kendilerine vazife olarak gördükleri din konularıyla ilgilensin.’ diyen arkadaşların bilinçaltında apaçık bir ‘laikleşme temayülü’ sezilir. Çünkü burada söylenmek istenen asıl şey, ‘Din, devlete karışmasın.’ Dolayısıyla, devlet politikalarına yön vermenin aleti olan siyasete de burnunu sokmasın’dır. Eskiden bunu, CHP merkezli laik çevreler dile getirirdi ve bu yadırganmazdı, konunun üzerine fazla gidilmezdi. Ne olduysa oldu, 28 Şubat sürecinde savrulan dindarlarda ve İslamcılarda ‘Dini Cemaatler siyasete karışmasın.’ görüşü hasıl oldu. Tabi bu görüşün oluşmasında, şu etki de inkar edilemez, başımızda İmam-Hatip Lisesi mezunu bir Başbakan var, eşi başörtülü, gayet mütedeyyin bir Başbakan, dini de siyaseti de ondan iyi kim bilecek? Buraya bir nokta koyup, Cumhuriyet Döneminde var olan Cemaatlerin siyasi tercihleriyle ilgili özet bir hatırlatma yapalım şimdi de…
Cumhuriyet Döneminde, Dini Cemaatlerin iki ana akımdan ilerlediğini görürüz. Birincisi Osmanlı’dan tevarüs eden Tarikatlar, ki bunların büyük bir çoğunluğu, mensuplarıyla birlikte köylere çekilmişler, İskenderpaşa, Erenköy gibi şehirde kalanlar ise 60’lı yıllara kadar derin bir sessizlik içinde faaliyetlerine devam etmişlerdir. İkinci bölümde ise, Cumhuriyet Dönemi şartlarının meydana getirdiği iki farklı grubu görürüz. Bunlardan ilki taşrada Kur’an öğretimine ağırlık veren Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin talebeleri, ikincisi ise pozitivizm ve modernizm karşısında imanı kurtarmaya yönelik çalışmalar yapan Bediüzzaman Said Nursi’nin şakirtleri..
Tarikatların, siyasete müdahil olmaları, Mehmet Zahid Kotku Hazretlerinin tarikat ve cemaat gruplarını bir araya getirerek kuruluşunu sağladığı Milli Selamet Partisi ile olur. Yani, 70’li yılların başına kadar tarikatların bilinen bir siyasi tercihleri yoktur. Cumhuriyet Döneminde kurulan modern cemaatlerin tercihleri ise, Adnan Menderes’ten itibaren Merkez Sağ Partiler olmuştur. Demokrat Parti-Adalet Partisi-Anavatan Partisi… Gerek tarikatlar, gerekse de Cumhuriyet Dönemi cemaatlerinin siyasi tercihlerindeki kesişmeler ve ayrışmalar, Milli Selamet Partisi ile başlamış, Rahmetli Turgut Özal’ın Anavatan Partisinden sonra ise daha keskin ayrımlar yaşanmıştır. (Tarikatlar ve Cemaatler, herkesin bildiğinin aksine, en büyük saygınlığı ve itibarı Rahmetli Özal döneminde görmüşlerdir.) 70’li yıllarda, MSP tecrübesinde, tarikatlar ve cemaatler açısından en büyük buhran şu olmuştur: ‘Biz kendimizi bu kadar ortaya atmayalım, rengimizi belli etmeyelim, Merkez Sağ Partilerdeki yerimizi muhafaza edelim.’ Nitekim, büyük bir bölümü de günümüze kadar, bu tercihlerindeki ısrarlarına devam etmişlerdir. Özallı yıllarda ise, siyasi yasaklar kalkana kadar, herkesin üzerinde ittifak ettiği bir süreç yaşanmıştır.
Yeniden başa dönecek olursak, İslam Tarihinin her döneminde olduğu gibi, günümüzde de din adamları, mana önderleri, devletlerin siyasetini etkileme, destekleme, yön verme, olumsuzluklardan kurtarma çalışmalarının her zaman içinde olmuşlardır, olacaklardır. Çünkü bu onların dini yaymak kadar esaslı vazifeleridir. Çünkü ‘emri bil maruf nehyi anil münker’i (iyiliği emretmek, kötülükten men etmek) doğrudan uygulamayabilmenin en kestirme yolu siyasettir. Bu alimler, kamiller, mürşidler, müceddidler Hakkı seslendirmek adına, gerektiğinde bu uğurda hapis yatmayı, sürülmeyi, son noktada şehit edilmeyi göze almışlardır, alacaklardır. Onlara tabi olan, müridler, talebeler, muhipler bu göze almışlığa katılsalar da katılmasalar da, onlar yine Hak bildiklerini söyleyeceklerdir.
Osmanlı Döneminde tekkesini Babıali’deki Hükümet Konağının karşısına kuran Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretlerinden itibaren, Halidiye Kolunun en büyük Müceddidi Hareketi İskenderpaşa Cemaati, olağanüstü dönemlerde göstermiş olduğu olağandışı ihtarlarıyla, Türk Siyasetine her zaman yön vermiştir. Nitekim bugüne kadar en çok uyarıyı da Erbakan-Erdoğan Çizgisindeki siyasete yapmıştır. İskenderpaşa Cemaatinin günümüzdeki Lideri Nureddin Coşan, geçtiğimiz hafta yine olağandışı bir çıkışla, (http://www.iskenderpasa.com/secim/default.asp) 12 Haziran Genel Seçimlerindeki bütün hesapları altüst etti ve Türk Siyasetine yepyeni bir pencere açtı.
Bir dahaki yazımızda, açılan bu yeni pencerenin boyutları üzerinde duracağız.