Ahmet Müfit KUTLU
DENİZİN İKİ YAKASINDAKİ İKİ GAZETECİ
B.
DENİZİN İKİ YAKASINDAKİ İKİ GAZETECİ
İkisi de 1941 yılında İstanbul'da konaklarda dünyaya geldiler.
Birisi Büyükada'da kiralık ahşap bir konakta diğeri karşı sahildeki Erenköy'de her hafta harabat ehlinin saz ve mey meclislerinin düzenlendiği,dededen kalma , bahçeli bir konakta dünyaya gözlerini açtı.
Kiralık konakta doğan çocuk yıllarca Anadolu'da bir göçebe gibi şehir, şehir dolaşan babasının yıllar sonra İstanbul'a dönüşüyle doğduğu şehri tekrar görebildi. Diğeri İstanbul'dan hiç çıkmadı.
Kiralık eski konakta doğan çocuk, ücra ve fakir İstanbul'un Cerrahpaşa Hastanesi güneyindeki Etyemez'e inen sokaktaki ahşap,viran bir evde ortaokula devam etti.Sonra subay olmak için Boğaz'ın en güzel sahilinde Çengelköy'deki Kuleli Askeri Lisesine müracaat etti . Dayısı Unkapanı Tahir Ağa Tekkesi Camiinde fakir bir imamdı.
Erenöy'lü genç ise İstanbul'un en seçkin okullarından olan Galatasaray Lisesine kaydoldu. Onun dayısı da Elazığ/ Palu’lu Hariciyeci sosyalist bir monşerdi ve taksitlerini o ödüyordu.
Kiralık konakta doğan diğer çocuk, kendi isteğiyle, " sofradan bir boğaz eksilsin, babaya yük olmasın" düşüncesiyle kaydını yaptırmıştı ama dayısı(!) olmadığı için İstanbul'daki Kuleli yerine o sene sadece birinci sınıfı açılan Erzincan Askeri Lisesine postalandı. (1955)
Erenköy'lü genç İstanbul'da dayı desteğiyle gençliğin en güzel yıllarını yaşarken, Büyükada'lı genç, parasız yatılı okuyan 14 yaşındaki "çocuk asker" olarak gurbetin acısını ve yoksulluğunu duyarak Erzincan'ın karlı dağlarına bakıp bakıp ağlardı.
Erenköy'lü genç dayısının dayılığıyla Londra'da İngilizce kursu alıp , İngiliz sevgilisi ile Hyde Park'ta koşarken , Büyükada'lı Harbiye öğrencisi genç , elinde I.Dünya Harbinden kalan "waffenfabrik" çakaralmaz piyade tüfeğiyle "Allah ! Allah !" nidaları arasında Başbakanlık binası önünde kendi devletini yıkma taarruzuna katılıyordu. (27 Mayıs 1960)
Erenköy'lü, siyonizmin ve Boğaz'daki Aşiret'in misyonuna hazırlanırken Büyükada'lı , vatanı kurtarmanın heyecan ve gururu (!) ile ihtilâl yapıyor ve komutanlarının değerli üç devlet adamını idam etmelerini , genç bir subay olarak anlamsız gözlerle izliyordu. (1961)
Erenköy'lü genç, zeki ve becerikli idi. Onu, bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni hemen fark etti. Genç adam, Londra dönüşü Türkiye'nin en ünlü holdinginde manevi dedesinin fabrikasında işe başlayacaktı ama Sabetayist Yönetmen " İki yabancı dil biliyor.Ben bu genci kaabiliyetli görüyorum. Eğer gazeteciliği beceremezse alırsınız " diyordu. Arkalarında "koç" gibi bir dede vardı.
Ada'lı genç, babası gibi devlet kapısında üniformalı hizmetkârlığı seçmişti. Dedesi ise Cumhuriyet'in ilk yıllarında , şapka dev(i)riminden sonra kendisiyle gelmesi için yalvardığı ve ikna edemediği eşinden helâllık isteyerek , arkasında evlerini,dükkanını,parasını ve dört çocuğunu bırakıp yurt dışına kaçan ve Medine'ye hicret edip orada vefat eden bir "gerici(!)" idi.
Doğuştan genetik farklılıkları olan Erenköy'lü genç, ünlü gazetede çalışmaya başladı ve yine aynı gazetede çalışan patronun kızıyla evlendi. Genetik bağlar evlilikten sonra daha da güçlendi. Gazetenin Avrupa Temsilcisi olarak geçecek bir 20 yıl başladı.
Ada'lı ise yıllarca Anadolu'da zor şartlar altında askerlik yaptı. Kader planında ona (hayalinde bile olmayan ) gazetecilik mesleğini yapacağı kapının açılması ancak 12 Eylül 1980 de yeni bir askeri darbenin yapılmasını takiben kendi isteğiyle emekli olduktan yıllar sonra mümkün olabilecekti.
Erenköy'lü gazeteci artık meşhurdu. Medya turu yapıyor istediği kanalda at koşturuyordu. Onu sadece Türkiye değil dünya tanıyordu. Ada'lı eski asker ise 40 yaşında başlayan bu genç emeklilik döneminde iki dönem beş ayrı lisede "Milli Güvenlik Bilgisi" öğretmenliği yapmaya başladı. Aldığı sembolik ek ders ücreti ilk ay sadece beş lira idi ama o "ücret" için değil "hizmet" için bu göreve talip olmuştu.Fakat "imalât hatası bir subay" olduğu, derslerde genç öğrencilerine vermiş olduğu mesajlarla fark edilince askeri vesayet gereği işine son verilip fişlendi.
Erenköy'lü gazeteci Türkiye medyasında bir idol olmuştu ama 28 Şubat 1997 cuntasının generalleri ondan pek hoşlanmadılar ve onu “andıç”layıp, kara listeye aldılar .Gazetecilik hayatındaki bu şoke edici dışlanma olayı, hayatında dönüm noktası oldu. Sahibinin sesiydi ama akı, karayı da ayırmaya başlamıştı. Esas başarısını patronlarının sahip olduğu televizyonlarda yaptığı ropörtaj ve haber programlarla tırmandırıyor ve vicdanından önce sahibinin sesini dinleyerek üne kavuşuyordu. Yıllar sonra "O dönem müslümanları önemsememiş ve müslümanların gücünü fark edememiştik" diyordu.
Ada'lı eski asker ise öğretmenlikten kovulmuş ve adı sanı bilinmeyen, günde 15 bin basılan bir gazetenin taşra temsilcisi olmuş, bir masa dört sandalyenin hediye edildiği kiralık bir odada gazeteciliğe ilk adımını atmıştı. Telefonu,faksı,fotoğraf makinesi ve muhabiri yoktu. Bu emekli askerin , önemsenmeyen ve gücü fark edilemeyen ,ezilen ve önemsenmeyen sessiz kalabalıklara tercüman olabilecek bir gazetenin var olmasına dair inancı, bir yanardağ gibi coşkulu ve güçlü idi."Ben bu gazeteye ...Efendi "Aferin" desin diye girmedim. Allah rızası için girdim " diyordu .(1988)
Gazeteciliğinin ilk yıllarında bu mesleğin "G"sini bilmeyen “Büyükadalı eski asker” Sarı Basın Kartı sahibi oldu.Gazetesi,haber ajansları , televizyonlarıyla ve sanal medyadaki ilk internet yayınıyla, dünyanın bir çok ülkesinde basılarak Siyonist medya alternatifi güçlü bir ses olmuştu.
Büyükada’lı asker gazeteci, omuzlarındaki kutsal görevi
teslim edip köşesine çekildi.(1996)
Gazetesi, 2012 yılında günde 1 milyon adet satan “en büyük” en etkili gazete olmuştu.
Bu iki gazeteci, yıllar önce aynı senede, bir denizin iki yakasındaki ahşap konaklarda doğdular .
Kader onlara farklı yollardan, farklı misyonlardan gazetecilik kapılarını açtı.
Birinin ardında dev sermayeler , diğerinin ardında sessiz insanların duaları vardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.