Prof. İhsan IŞIK
DEMOKRATİK BANKACILIK ŞART
Türkiye bankacı bir toplum değildir. Banka aktiflerinin milli gelirimize oranı %70 civarında olup, AB içinde bu alanda en sonuncu sıralardayız. Bu oran Lüksemburg’da %900, İngiltere ve İrlanda’da %600-700 ve İtalya ve Yunanistan’da ise %200 civarındadır. Peki paramız niye evine (bankacılık sistemine) bu kadar soğuktur?
Bunun bir sürü ekonomik, hukuki, kültürel ve dini nedenleri vardır. Türkiye nereden bakılırsa bakılsın bir nakit toplumudur; ekonomik aktivitelerin icrası ve ödemeler hep nakte dayalıdır. Çek kullanımı, senet kullanımı çok sınırlıdır. Bunun en büyük nedeni ise itimat eksikliğidir. Bir birimizi yıllardır hep “aldattığımız” için ve mağdur olduğumuzda bizi koruyacak “etkin bir hukuk düzeni” olmadığı için, kimse kimseye ve kimse de kimsenin senedine itibar etmemektedir.
Geçen sene, Türkiye’de ilk ev aldığımızda ev sahibinin parayı nakit istemesi ve 200 bin doların civarında parayı çantamızda uzun süre taşımak zorunda kaldığımızda, nasıl soğuk terler döktüğümüzü bugün gibi hatırlıyorum.
Ayrıca, insanlar geçmiş yılların acı enflasyon tecrübesiyle, paraya karşı sıtma kadar soğuktur; o yüzden alternatif reel değerlere (eve, arasaya ve altına) meyletmektedir. Ayrıca, banka sektörünün geçmişte bir kaç kriz yaşaması bir çok mağdur doğurmuş ve insanlarımızın bu kurumlara güvenini oldukça zedelemiştir. İlaveten, ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklar, bütün sistem üzerine şüpheler doğurmakta ve insanlarımızın paralarına sımsıkı sarılmalarına ve kimseye itimat etmemesine neden olmaktadır.
Ayrıca, toplumun önemli bir kesiminde bankalara karşı hala ciddi bir dini ve kültürel çekinge vardır. Banka ve faiz kavramlarını henüz dini otoriteler yeterince açığa kavuşturamamışlar ve insanlarımızın kaygısını giderememişlerdir. Başbakan Erdoğan’in “faizin” yeniden tanımlanması çağrısı bu anlamda manidardır. Zaten risk algısından dolayı banka sistemine soğuk olan paranın, bir de dini ve kültürel kaygılardan dolayı uzak durması önemli bir kaynak ataletine yol açmaktadır. Katılım bankaları bu kaygıları kısmen giderse de, tamamen potansiyeli tükettiği söylenemez.
2023 hedefi için, sistem dışı kaçak paralar bir türlü sisteme kazandırılmalıdır. Bunun için de, ilkönce sisteme güven perçinlenmelidir. TMSF’nin 50 bin YTL mevduat güvencesi ve zayıf bankaların sistemden ayıklanması önemli adımlardır.
Ayrıca, finansal ürün çeşitleri zenginleştirilmelidir. Dini ve kültürel çekingeleri olanların inançlarını sorgulamak yerine, onları rahatlatacak finansal ürünler geliştirmelidir. Sermayeyi yeşil, kırmızı, ve kahverengi tasnifine tutmak yerine, hepsini sisteme sokmak yollarını aramamız gerekmektedir. Gerekiyorsa, isteyene yeşil, isteyene kırmızı, isteyene pembe renkli banka hesap cüzdanı verelim, hisse ve tahvil senedi geliştirelim, ama vatandaşlarımızın paralarını nasıl olursa olsun ekonominin hizmetine kazandıralım.
Havuzda ne kadar para birikirse fon maliyetleri düşecek, arabalarımızı, evlerimizi ve iş yerlerimizi daha ucuza finanse edeceğiz ve hep beraber daha hızlı kalkinacağız. Körfezde biriken devasa petro-dolar gelirlerine göz diken batı finans kurumlarının, bu bölgeye has İslami finans ürünleri (Sukuk) geliştirmesi, bu sistemi anlamak için Londra’da İslam Bankacılığı mastır programlarına ve seminerlerine destek sağlamaları bize ders olmalıdır.
Bu olmazsa, “Alamancı” işçilerimizin mağduriyetlerini hatırlayalım ve ders çıkaralım. Almanya’daki işçilerimiz yıllarca tasarruf yapmış ve hep karlı yatırımlar hayal etmiştir. Bu insanların ekseriyeti dini kaygıları güçlü insanlardır; dolayısıyla banka sistemine soğukturlar. Bu insanların kaygılarına yönelik finansal ürünler ve kurumlar geliştirmediğimizden, kömür ocaklarında, kimya fabrikalarında, her türlü ağır şartlar altında kazandıkları alın teri paralarını, kendileri direk değerlendirmeye kalkıştılar. Bu insanların yatırımları uzman kurumlar ve bankalar gözetiminde değerlendirilmedi. Bu işçilerin Türkiye’de direk kurduğu yüzlerce firmanın hepsi batmıştır. Proje analizinden ve kredi değerlendirmesinden geçmeyen üçüncü kişilere kaptırdıkları paraların ise hala peşinde açılar içinde koşmaktadırlar.
Cumhuriyet evrensel olarak "özgürlük, eşitlik ve kardeşlik" demek. Bu kavram fırsat eşitliğini de içerir. Dolayısıyle, ekonominin bütün fonlarını bankaların eline kazandırsak bile sorun bitmemektedir. Mevudat (fon) toplarken bankalar herkese gülümsemekte, ama krediye gelince ayrım yapabilmektedir. Bankalar bu fonları en hakeden şirket, kişi ve kurumlara kredilendirmelidir. Yoksa, fonlar sadece devlete rüşvet ve haraç babından verilirse ve yandaş şirketlere aktarılırsa, sürdürülebilir bir büyüme yapılamaz. En iyi projelere sahip olanlar her zaman bağlı şirketler ya da benzer düşünceliler olmayabilir.
ABD’de kredi verirken, bankaların yaş, cinsiyet, din, ırk ve bölge farklılıkları üzerine ayırım yapmasını önleyen kanunlar vardır. Ayrıca, her banka, mevduat topladığı bölgeye kredi vermekle yükümlüdür. Yani, Mardin’den, Sivas’tan, Çorum’dan, Giresun’dan, mevduat toplayıp, sadece İstabul’a, Ankara’ya, İzmir’e kredi vermek hem adilane değildir, hem de güdük ve çarpık bir büyüme yaratır. Bu anlamda, mevduat toplanırken de kredi verilirken de demokrasi olmalıdır.
Ayrıca, bir ekonomide bankaların etkin yatırım yapabilmesi için de karlı ve verimli projelerin bol olması gerekir. Bunun için de, ekonomik, hukuki ve siyasi istikrar gerekir. Devletin yarattığı istikrarsızlık, hem proje sayısını hem de proje karlılığını düşürür.
Tarihi iskalamak istemiyorsak, Çankaya’dan Çukurova’ya, anavatandan diyasporaya herkesin kendi saatini kurması gerekiyor.
2023’e sadece 14 dakika var…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.