Enise ZENT
DEKOLTELİ ZİHİNLER
Gündemden düştü düşecek derken, neredeyse her gün farklı bir ilahiyatçı, yazar, çizer ile manşetlere taşıyan; dahası konuyu tacizden tecavüzden alıp, hacca giden hanımların güvenliğine kadar dayandıran basın mensubu arkadaşın bu “zekâ pırıltılarını” bu kadar “kasti” bir mevzu üzerinde yoğunlaştırmış olması takdire şayan doğrusu.
Konuyu gündemden düşürmemek için en son Hidayet Türksal hanıma mikrofonu uzatan bu değerli basın mensubu yaptığı röportajdan “cımbızla” çektiği çok önemli iki noktayı taşıdı manşetlere.
Bunlardan ilki; tesettürlü hanımların da tacize uğruyor olmalarıydı.
İslami kimliğinden çok uzaklarda bir yaşam tarzı benimseyen, dekoltenin kelime manası “açık” ise tesettürünü dekolteli kullanmayı tercih eden, toplum içersinde başındakini sadece bir aksesuar taşıyormuş edasıyla taşıyan yeni İslami kadın kişiliğinin böyle bir mevzuya dâhil ediliyor olması ve tacize uğruyor olması düşündürücü.
Daha da düşündürücü olan bir diğer kısım ise; alttan alttan tekrar zihnimize yerleştirilmeye çalışılan tablo. Tam da başörtüsü sorunu çözülmüş, açık-kapalı diye kadınlar birbirlerine yan bakmayı bırakmışken, toplumda yaşayan kadını yine başı açık ve başı kapalı diye yaftalayan kişilerin özel bir amaca hizmet ettikleri aşikâr.
Böyle bir tabloda kadını açık, kapalı, dekolteli, dekoltesiz diye ayıran zihniyetin yapmış olduğu taciz değil midir?
Yüzyıllardır kadın toplumda cinsel bir meta haline dönüştürülmüşken; bu durumu sindiren ve yadırgamayan kadın mı, yoksa buna çanak tutan, Freud’un felsefesiyle çevresine bakan sapkın erkek mi daha suçludur?
Yıllar evvel sokakta gördüğüm bir manzara canlandı zihnimde. Kaldırımda yürüyen bir genç kız ve aksi istikamete yanından geçtiği bir beyefendi. Genç kız yoluna devam ederken beyefendi de ediyor yalnız bir farkla kızın arkasından bakarak yürüyor kaldırımda. Ve nitekim üç beş adım gittikten sonra kaldırımdaki direğe şiddetle çarpan kafasının etrafında yıldızlar uçuşuyor nerdeyse.
Mevzunun özü bu olayda gizlidir aslında. Herkes kendi önüne, yoluna bakarak devam ederse yaşantısına ve elindekiyle yetinmeyi bilirse ne bu tür meseleler için ilahiyatçı ararız bu memlekette ne de boşanma davaları için avukat.
*************************************************************************************************************
Röportajdan çekilen diğer mesele ile ilgili de bir iki satır karalamak isterim.
Hacca giden kadınların taciz, dahası kaçırılma meselesi.
Ah şu derin mesele. Kutsal topraklara gitmeye hazırlanan hemen her kadına anlatılan müthiş hikâye; “aman taksiye tek başına ya da eşinden önce binme, kadın kaçırıyorlar.”
Emniyet’in kayıp ilanlarıyla ilgili sitesine göz atanınız oldu mu bilmiyorum. Ama hala bakmadıysanız şiddetle tavsiye ederim. Yüzlerce sayfa dolusu insanımız kayıp. Üstelik bırakın tek başına taksiye binmeyi, yolda yürürken kaçırılan kadınlar, daha yürümeyi bile bilmeyen annelerinden alınan bebekler.
Bizim ülkemizde yaşayan ve bu suçu işleyende insan, orada yaşayan yine suç işleyende insan. İnsan öyle bir varlık ki, yaşadığı yer kalbine zuhur etmiyor ne yazık. Ve bu tür olaylar dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kimsenin başına pekâlâ gelebiliyor.
Ne yazık ki Kutsal topraklara giden kadınlarımızın hemen hepsine anlatılan, belki milyonda bir gerçekleşmiş bu şehir efsanesi ilahi bir amaç uğruna yola çıkan her kadını tedirgin ediyor. Oysa özellikle Mekke’de neredeyse her sokak başında 24 saat nöbet tutan güvenlik güçlerini görmek mümkün. Dahası bir salise bile sekteye uğramayan bir insan seli içersinde böyle bir olayın yaşanıyor olması ne kadar mümkün varın siz düşünün.
Hal böyleyken bir toplumu ya da bir ülkeyi böyle bir genelleme içersine almak son derece tehlikeli. Herkes önce iğneyi kendine batırmalı ki çuvaldızı başkasına batırabilmeye hakkı olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.