xxx78
Çok kültürlülüğümüzün hal-i pürmelâli
Aslında rakamlara, istatistiklere bakmak, derin ve kapsamlı araştırmalar yapmak gerekmiyor “Türkiye'de yabancı olarak algılanmak ne demek?” sorusuna cevap bulmak için; İstanbul/Tünel'deki Neve Şalom Sinagogu'na yolu düşürmek bile yeterli. Son teknoloji destekli güvenlik tedbirleri, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığı korumak için alınanlardan çok daha etkili.
Neve Şalom bir ibadethane; ancak binaya gelebilecek saldırılardan onu korumak için çok yönlü güvenlik tedbirleri almak gerekiyor.
Neve Şalom Sinagogu'na önceki gün yolumu düşüren, Türkiye'deki Musevi Cemaati'nin ülkemiz insanlarının 'farklı olana bakışını' tespit etmek üzere bağımsız bir kuruma yaptırdığı araştırmanın sonucunu öğrenme arzumdu. Frekans Araştırma şirketinin eğitilmiş anketörleri, 18 Mayıs - 18 Haziran tarihleri arasında 1108 kişiye telefonla ulaşarak, yönelttikleri sorularla, insanlarımızın belli konulardaki eğilimlerini derlemiş...
Ortaya çıkan tablo hayli göz açıcı... Göz açıcı, ama sonuçları itibarıyla hakkımızda hiç de iyi şeyler söylemeyen bir tablo bu: Hep kendimiz gibi insanlarla bir arada olmayı tercih ediyoruz; yabancı ve farklı olanlar bizi rahatsız ediyor, onlarla komşu olmak bile istemiyoruz. Kendimiz gibi olmayanların MİT'te, yargıda, emniyette, orduda görev almalarını, siyaset yapmalarını hoş karşılamıyoruz. Kimselere güvenmiyoruz. Kendimiz için özgürlük ve hak istiyoruz, ama bizden farklı olanların özgürlükleri ve haklarını kolaylıkla feda edilebilir görüyoruz.
'Bizden farklı olanlar' çok uzun yıllar -hatta asırlar- boyu ülkemizde yaşayan, bizimle aynı nüfus cüzdanını taşıyan, aynı ülkenin vatandaşı kişiler olsa da… Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, hepsinden çok da 'ateistler' komşu olarak istenmiyor…
Türkiye'de hemen hiç kimse aleni olarak kendini 'ateist' olarak tanıtmadığı için bu konuda verilen cevapları 'bilinmeyene tepki' olarak görebiliriz. Aslında gayr-ı Müslim azınlıklar için de durum pek farklı değil; çünkü araştırma, toplumun önemli bir kesiminin tek bir gayr-ı Müslim ile tanışmadan hayatını sürdürdüğüne işaret ediyor.
Tanımıyor, ama hakkında -çoğu kez- 'olumsuz' bir kanaat oluşturabiliyor.
Bunu itiraf da edebiliyor bizim insanımız. Araştırmaya katılan her dört kişiden üçü Türkiye'deki Yahudi, Ermeni ve Rumlar'ın hayat tarzları ve kültürleri hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemiş; on kişiden dokuzu bir Yahudi, Ermeni veya Rum'la hayatında karşılaşmamış…
Çok-kültürlü bir imparatorluğun mirasçısı olmakla övünen bir ülkenin bugünkü hal-i pürmelâli bu işte…
İnsanların kendilerine yakın hissettikleriyle daha fazla sosyalleşmeleri elbette doğal; ancak bu doğallığın sınırları başkalarına kapalı hayatlar ve kendisinden farklı olanı veya tanımadığını 'tehlikeli' bulmaya kadar uzanmamalı. Araştırmanın karşımıza çıkardığı tablo bu açıdan ürkütücü...
Değişik kültürlerle iç içe yaşamanın başlı başına bir zenginlik olduğunu, Türkiye'nin bu bakımdan 'şanslı' bir ülke sayılması gerektiğini ne zaman öğreneceğiz?
Herhalde bu konuda hayli mesafe almamız gerekiyor.
Başta kamu yayıncılığı yapan TRT olmak üzere medyanın bu konuda daha dikkatli ve titiz olmasında yarar var.
Neve Şalom Sinagogu'ndan çantamda araştırma dosyasıyla çıkarken, ne yalan söyleyeyim, bir ibadethanenin içeride ne olduğunu belli etmeyen siyah demir kapılar arkasında korunmaya alınması canımı sıktı.
Neve Şalom bir ibadethane; ancak binaya gelebilecek saldırılardan onu korumak için çok yönlü güvenlik tedbirleri almak gerekiyor.
Neve Şalom Sinagogu'na önceki gün yolumu düşüren, Türkiye'deki Musevi Cemaati'nin ülkemiz insanlarının 'farklı olana bakışını' tespit etmek üzere bağımsız bir kuruma yaptırdığı araştırmanın sonucunu öğrenme arzumdu. Frekans Araştırma şirketinin eğitilmiş anketörleri, 18 Mayıs - 18 Haziran tarihleri arasında 1108 kişiye telefonla ulaşarak, yönelttikleri sorularla, insanlarımızın belli konulardaki eğilimlerini derlemiş...
Ortaya çıkan tablo hayli göz açıcı... Göz açıcı, ama sonuçları itibarıyla hakkımızda hiç de iyi şeyler söylemeyen bir tablo bu: Hep kendimiz gibi insanlarla bir arada olmayı tercih ediyoruz; yabancı ve farklı olanlar bizi rahatsız ediyor, onlarla komşu olmak bile istemiyoruz. Kendimiz gibi olmayanların MİT'te, yargıda, emniyette, orduda görev almalarını, siyaset yapmalarını hoş karşılamıyoruz. Kimselere güvenmiyoruz. Kendimiz için özgürlük ve hak istiyoruz, ama bizden farklı olanların özgürlükleri ve haklarını kolaylıkla feda edilebilir görüyoruz.
'Bizden farklı olanlar' çok uzun yıllar -hatta asırlar- boyu ülkemizde yaşayan, bizimle aynı nüfus cüzdanını taşıyan, aynı ülkenin vatandaşı kişiler olsa da… Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, hepsinden çok da 'ateistler' komşu olarak istenmiyor…
Türkiye'de hemen hiç kimse aleni olarak kendini 'ateist' olarak tanıtmadığı için bu konuda verilen cevapları 'bilinmeyene tepki' olarak görebiliriz. Aslında gayr-ı Müslim azınlıklar için de durum pek farklı değil; çünkü araştırma, toplumun önemli bir kesiminin tek bir gayr-ı Müslim ile tanışmadan hayatını sürdürdüğüne işaret ediyor.
Tanımıyor, ama hakkında -çoğu kez- 'olumsuz' bir kanaat oluşturabiliyor.
Bunu itiraf da edebiliyor bizim insanımız. Araştırmaya katılan her dört kişiden üçü Türkiye'deki Yahudi, Ermeni ve Rumlar'ın hayat tarzları ve kültürleri hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemiş; on kişiden dokuzu bir Yahudi, Ermeni veya Rum'la hayatında karşılaşmamış…
Çok-kültürlü bir imparatorluğun mirasçısı olmakla övünen bir ülkenin bugünkü hal-i pürmelâli bu işte…
İnsanların kendilerine yakın hissettikleriyle daha fazla sosyalleşmeleri elbette doğal; ancak bu doğallığın sınırları başkalarına kapalı hayatlar ve kendisinden farklı olanı veya tanımadığını 'tehlikeli' bulmaya kadar uzanmamalı. Araştırmanın karşımıza çıkardığı tablo bu açıdan ürkütücü...
Değişik kültürlerle iç içe yaşamanın başlı başına bir zenginlik olduğunu, Türkiye'nin bu bakımdan 'şanslı' bir ülke sayılması gerektiğini ne zaman öğreneceğiz?
Herhalde bu konuda hayli mesafe almamız gerekiyor.
Başta kamu yayıncılığı yapan TRT olmak üzere medyanın bu konuda daha dikkatli ve titiz olmasında yarar var.
Neve Şalom Sinagogu'ndan çantamda araştırma dosyasıyla çıkarken, ne yalan söyleyeyim, bir ibadethanenin içeride ne olduğunu belli etmeyen siyah demir kapılar arkasında korunmaya alınması canımı sıktı.