Çanakkale Ruhu ve Anzaklı Ömer

Çanakkale Savaşları, 100. yıl dönümünde özel programlarla hatırlanacak. “Çanakkale Savaşları ‘Gelibolu Tarihi Alanı’ bölgesine yurdumuzun her köşesinden ve başta Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere yabancı ülkelerden gelen ziyaretçilerin sayısında her yıl önemli artış oluyordu. Bu yıl daha kalabalık bir ziyaretçi grubu bekleniyor.

24-25 Nisan 2015 tarihinde uluslararası törenlere Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde çok sayıda ülkenin devlet başkanı ve temsilcisinin katılması bekleniyor.

Çanakkale’de bundan 100 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu, Britanya, Kanada, Fransa ve Anzak (Avustralya ve Yeni Zelanda orduları) güçlerine karşı savaştı. Tarihin akışını değiştiren, ülkelerin kaderini belirleyen Çanakkale Savaşı, yıkık bir imparatorluktan çıkacak genç Cumhuriyet’in ilk izlerini taşıyordu.

Çanakkale Zaferi, sonuçları açısından büyük kırılmalara neden oldu. İngiltere ve Fransa’dan yardım alamayan Rus Çarlığı çöktü, Bolşevik İhtilali yapıldı. Böylece 1919’daki Sevr ve Versailles gibi paylaşım anlaşmalarına Rusya katılmadı. Bu, Türkiye’nin lehine oldu.
Milli Mücadelenin doğuş noktasının Çanakkale siperleri olduğu tarihçiler tarafından da kabul edilen bir gerçek. Milli Mücadeleyi yürüten komutanların hemen hepsi Çanakkale’de çeşitli cephelerde savaştı.
‘Yenilmez’ olarak görülen İngiltere, bütün tarihinde sadece Türkler karşısında iki mağlubiyete uğradı. Biri Çanakkale diğeri, Irak’ta Kutül Amare Savaşı. İngiltere’nin yenilebilir olduğunun görülmesi, başta Hindistan olmak üzere sömürge ülkelerde Milli Kurtuluş hareketlerini tetikledi.

Yıl 1957.. Çanakkale harbine katılan Josef Miller isimli bir Anzak, yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle Amerika’da hastanede bir Türk doktoru tarafından tedâvî edilmekteydi. Bunu öğrenen yaşlı Anzak, Türk doktora:

“Târihin cilvesine bakın ki, Çanakkale’de ölmek üzereyken beni tedâvî edenler Türkler idi. Şimdi de yıllar sonra bir Türk’ün elinden tedâvî görüyorum..” dedi.

Ardından kendilerinin nasıl kandırılarak Çanakkale harbine getirildiklerini anlattı. Sonra gözleri doldu ve hiç unutamadığı bir hâdiseyi şöyle nakletti:

“Sahip olduğumuz bütün teknolojik imkânlara ve sayı üstünlüğüne rağmen Türkler’in cesaret ve gayretleri karşısında durmadan geri püskürtülüyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde başımdan yediğim şiddetli bir dipçikle yaralanıp bayılmışım. Kendime geldiğimde Türkler’in arasında olduğumu anladım. Önce çok korktum. Çünkü İngilizler, bize Türkler’i çok vahşî ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gördüm ki, yaralarımı sarmış, beni tedâvî etmişler. Hiç birinin yüzünde bana karşı öfke yoktu. Üstelik bana çantalarındaki yiyeceklerden ikrâm ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada âdetâ bir misâfir gibiydim. Artık içimden ‘Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizlere!’ diyordum. Nihâyet serbest bırakıldım ve memleketime döndüm…”

Yaşlı Anzak ağlamaya başlamıştı. Türk doktorun adını sordu. “Ömer” cevabını alınca, yıllardır karar verdiği, fakat bir türlü bir vesîle bulup da ortaya çıkaramadığı bir niyetle yatağından doğruldu. Bir müddet Dr. Ömer Bey’in yüzüne dalgın dalgın baktı. Sonra derin bir nefes alarak o ana kadar tadamadığı bir haz ve vecd içinde:

“–Evlâdım! Ne güzel bir ismin var! Şimdiden sonra benim adım da Ömer olsun; Anzaklı Ömer olsun!..” dedi.

Ardından, kendisini büyük bir şaşkınlık içerisinde dinleyen Ömer Bey’e tekrar seslendi: “Müslüman olmak istiyorum!..”

Dr. Ömer Bey’in yardımıyla kelime-i şehâdet getirdi. Sonra bir tesbih ve seccâde ricâ ederek şöyle dedi: “Evlâdım! Ben bunları sizin dedelerinizde görmüştüm. Onlar, harbin en zor anlarında iken, hattâ ölüme adım atarlarken bile dillerinden Allâh’ın zikrini düşürmüyorlardı. Onlar, tesbihlerini çekerken, yüzlerinde bambaşka hâller ve güzellikler sezerdim. Ömrümün şu son günlerinde ben de o hâli yaşamak istiyorum..”

Dr. Ömer Bey, derhal onun taleplerini yerine getirdi. Anzaklı Ömer, gücü tükenmiş parmaklarını zorlayarak tesbih tanelerini ‘Allâh, Allâh’ nidâlarıyla çekmeye koyuldu. Gönlüne ve yüzüne inen nûr-i ilâhî ve huzur dışarıdan bile hissediliyordu. Sanki hastalığından kurtulmuş, dünyevî hiçbir ızdırabı kalmamıştı.

O, gücü yettiği kadar dînini de Dr. Ömer Bey’den öğrenme gayretiyle son günlerini mânevî bir haz ve neşve içinde geçirdi. Birkaç ay sonra da elinde tesbih Allâh’ın ismini zikrede ede rûhunu Rabbine teslîm etti. O, öldürmeye gittiği kimseler tarafından gerçek diriliğe erişmiş bir bahtiyar olmuştu…

Bu vesile ile başta Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere bütün geçmişlerimize rahmet dileriz.

 

recep.kocakk@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum