Tunceli’ye son seçim kampanyası sırasında Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte gittim. Küçük heyetimizde HaberTürk’ten Amberin Zaman da vardı. Doğal güzelliğine hayran kalarak ayrıldım kentten... Dönüş yolunda, CHP’nin ileri gelenlerinden Erdoğan Toprak, kentin ortasından geçen ırmağa da ismini veren ‘Munzur efsanesi’ni anlattı.
Ağa’nın yanaşmasıymış Munzur; Ağa’yı, eşini, ailesini çok severmiş... Ağa bir gün herkesle vedalaşıp hacca gitmiş... Geride bıraktığı eşi hac müddetince hep Ağa’yı anarmış, Ağa da eşini... Bir gün Ağa’nın sevdiği helvayı yaparken, “Ah ne olurdu da beyim burada olsaydı” temennisinde bulunmuş eş... Ağa da, bulunduğu yerde, “Hatun’un helvası burnumda tütüyor” deyip duruyormuş. Kadından aldığı bir tas helvayı ânında Ağa’ya eriştirmiş Munzur...
Kadın olayı köylülere aktarmış, ama inanmamışlar... Ağa döndüğünde, karşılayıcılarına, “Hacca ben gittim, ama esas hacı Munzur’dur” diye anlatmış kendisine sıcak sıcak helva getirdiğini... Mahçup köylü Munzur’un elini öpmek için hemen peşine düşmüş... Elinde süt kabıyla kaçıyormuş Munzur, ırmağın çıktığı yere geldiğinde süt dökülmüş elinden; hemen oracıkta süt beyazı bir pınar fışkırmış... Munzur gâiblere karışana kadar, koşarken bastığı her yer, birer pınara dönüşmüş...
Efsane o gün bugündür belleğimden gitmiyor.
Dersim’in başına gelenlerle ilgili okuduğum her kaynak bir ‘efsane’ etrafında kişiliğini bulan halkın özelliklerini biraz daha kavramama yol açıyor. CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün röportajı sonrası baş gösteren tartışmalardan ne kadar etkilendiklerini galiba anlıyorum.
Sadece Tunceli’de yaşayanların değil, 1937-38 sonrası oradan sürülen veya kendiliğinden göçen ülkenin her tarafındaki Tunceliler’in de... Devletin tepesine ‘tunç eli’ ile çöktüğü bir ille irtibatlı olmak... Bu bile büyük bir yük...
Biraz önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Dersim olayı’ sırasında bölgede görevli İhsan Sabri Çağlayangil ile yaptığı röportajı yeniden dinledim. Tavsiye ederim, sizler de dinleyin. Kemal Bey o sırada Sosyal Sigortalar genel müdürü olmalı. Çağlayangil? 12 Eylül (1980) sonrası ve emekli politikacı... Belli ki bir ortak tanıdığın tavassutuyla buluşmuşlar; Dersim kökenli biriyle konuşur gibi anlatmıyor Kılıçdaroğlu’na olanı biteni Çağlayangil...
Çağlayangil kıyımın başlaması öncesinde yapılan pazarlığı anlatırken birinden söz ediyor; bir ses, “Keskin nişancı kadın mı o?” diye soruyor. Belli ki, dinlediklerini daha önceden duymuş veya okumuş; ayrıntıları iyi biliyor.
O ses Kemal Kılıçdaroğlu’nun sesi...
Acaba Sevim Hanım mı konuşmaya başlamalarından kısa süre sonra içeriye giren? Çağlayangil yerinden doğruluyor besbelli, bir kadın sesi, “Kalkmayın, kalkmayın, rica ederim, ben sizi görmek istemiştim sadece” diyor... O kadın Sevim Hanım olabilir mi? Sevim Hanım’sa, olayın ilk elden tanığının ağzından, “Ordu zehirli gaz kullandı ve Dersimlileri fareler gibi zehirledi. Yediden yetmişe öldürdü bunları...” sözlerini o da duymuş olmalı.
Amberin Zaman kalp ağrısını deşmiş Sevim Kılıçdaroğlu’nun, evinde yaptığı sohbette. Aile Sevim Hanım küçükken Ankara’ya taşınmış; diğer akrabaların yanına... Karı-koca Kılıçdaroğlu akraba aynı zamanda. “Biz Aleviyiz biliyorsunuz” demiş Sevim Hanım... “Hangisi olmak daha kötü; Kürt mü Alevi mi?” diye kendi kendisine sorarmış yetişme çağında...
“Köklerimin farkında yetiştim” diyor... Dersim’in çok acı tarihini büyükleri anlatırlarmış... Kemal Bey’in babası 1938’den sonra sürgün edilmiş... Halası 40 kişiyle birlikte ‘götürülmüş’... “Derin izler bırakıyor tabii; öfkeleniyorsunuz” diyor... “Öldürüldüler mi?” sorusuna cevabı tek sözcük: “Evet.”
Röportajı ilk okuduğumda aklıma Erdoğan Toprak’ın anlattığı ‘Munzur efsanesi’ gelmişti, şimdi yazarken de...
Hüseyin Aygün gerçek dışı bir şey mi söyledi? Söylediklerine itiraz edenlerin önce Aygün’ün kaleme aldığı ‘Dersim: 1938’ kitabıyla hesaplaşması gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.