xxx1579
Büyük değişim
Bugünleri görmek, bu gelişmelere şahit olabilmek sevindiriyor beni.
Toplumun neredeyse bütün kesimleriyle “barışa” sahip çıktığını, “savaş” çığlıkları atanların “marjinal” kaldığını görebilmek az şey değil bu ülkede.
Bu toplumun ana gövdesini oluşturan o “ezilmişler” grubu, muhafazakârlar, Kürtler, Marksist solcular hep birarada barışı destekliyorlar şimdi.
Üstelik sadece solun değişimi algılayan ve “liberal” sanılan Marksist kanadı değil, epeyce geride kalmış olan “sendika solcuları” da barıştan yana çıkıyorlar.
Aleviler biraz mesafeli duruyorlar ama yakında onların da barış kervanına katılacağına eminim.
Özellikle muhafazakârların desteklediği bir barışın gerçekleşmesini önlemek çok zordur.
Savaş, hep muhafazakârların o gizli “milliyetçilikleri” yüzünden taraftar topluyordu.
Muhafazakârların “vicdanı”, bu kez milliyetçiliklerinden daha baskın çıktı.
O vicdanı harekete geçirmekte Başbakan Erdoğan’ın da olağanüstü bir rol oynadığını söylemek gerek.
Erdoğan, dindarların dilini iyi biliyor.
Ve, o dili doğru kullandığında Türkiye’yi büyük bir destekle barışa, gelişmişliğe doğru götürebiliyor.
Arada bir panikleyip, MHP ile yarışacağım diye muhafazakârların “milliyetçi” yanına hitap etmeye kalktığında ise hem kendisi tökezliyor, hem ülkeyi tökezletiyor.
Ama bugün doğrusu Erdoğan’ın eski günahlarından dolayı eleştirileceği gün değil.
Tam aksine, sahip çıkılacağı, alkışlanacağı, övüleceği bir gün.
Bu büyük dönüşüm anı, iki lideri alabildiğine parlatıyor.
Biri Erdoğan, diğeri ise Ahmet Türk.
İkisi de isimlerini iki halkın tarihine yazıyorlar.
Çok somut bir şeyler söylemeleri bile gerekmiyor.
Bu aşamada sadece üsluplarındaki sıcaklık, sahicilik, inandırıcılık yeter onlara minnettar olmamıza.
Ahmet Türk’ü dinlerken, onun samimiyetle barışı istediğini, hiçbir politik çıkar düşünmediğini, çocukları kurtarmayı, insanların acılarını dindirmeyi amaçladığını hissediyorsunuz.
Erdoğan’ın sözlerinde de aynı sıcaklık ve samimiyet görülüyor.
Bu samimiyet, bu usulluk, insanların vicdanlarına, hakkaniyet duygularına, adalet arzularına hitap ediyor.
Meydan okumuyorlar.
Hamaset yapmıyorlar.
Ucuzluk peşinde değiller.
Samimiyetin çekiciliği sanırım başka hiçbir şeyde yok.
Onların o konuşmalarını dinleyen kalabalıklar da onların peşinden yürüyor.
Solcular fikirleriyle, muhafazakârlar vicdanlarıyla, Kürtler acılarıyla bu iki liderin yolunda ilerliyorlar.
Barışa doğru gidiyoruz.
İnsanların ölmeyeceği bir menzile ilerlemek sevindiriyor beni.
Bu ülkenin mutluluğu ve zenginliği yakalayacağını sezmek coşturuyor içimi.
Muhafazakârların, “vicdan” tarikiyle demokrasiyi keşfetmeleri, adalet duygusuyla eşitlikten yana çıkmaları, hakkaniyet arzusuyla barışı sahiplenmeleri sadece bugün için değil gelecek için de çok önemli bir gelişme.
Milliyetçiliğin dar ve ilkel kalıplarından kurtulmuş, dünyayı keşfetmiş, demokrasinin yararını fark etmiş muhafazakâr kesim, Türkiye’nin değişiminde en önemli rolü oynar.
Erdoğan’ın temsil ettiği muhafazakârların bu “mümince” yaklaşımı, çok acıdan, çok ihanetten geçmiş Kürtlerin kuşkularını da yatıştırıyor sanırım, onlar da belki ilk kez böylesine umutlanıyorlar.
Türk ve Kürt şovenizminin bayraktarlığını yapmaya kalkanlar yavaşça kenara itiliyor.
Türkiye’nin gerçek solu, dünyadaki değişimin Türkiye’ye barış, adalet, gelişme olarak yansımasına tabiatı gereği destek oluyor.
Aslında bu barış girişimleri bu ülkenin “gövdesindeki” çatlaklıkları da tamir ediyor.
Muhafazakârların, Kürtlerin, solcuların ve Alevilerin ortak çıkarının, savaşta, milliyetçilikte, zorbalıkta, devlet fetişizminde değil, barışta, dünyaya açılmakta, demokraside olduğunu herkes birlikte anlıyor.
Elbette ilerde aralarında anlaşmazlıklar, tartışmalar çıkacaktır.
Ama bugün ortak bir hedefi var bu ülkenin.
Barış ve huzur.
Ülkenin bütün insanlarının eşit olması.
Kürtlerle Türklerin, başı örtülü olanlarla başı açık olanların, solcularla sağcıların eşit olduğu, devletin hiçbirini aşağılayamadığı, hırpalayamadığı bir Türkiye.
Bu barış girişimi, bu ülkenin binlerce çocuğunu, parasını, zamanını çalan savaşı bitirmekle kalmayacak bence, daha da büyük bir toplumsal gelişmeye, birbirlerine nedeyse düşman olmuş kesimleri yakınlaştırmaya da yarayacak.
Bu kesimlerin birbirine yaklaşması, birbirini duyması, anlaması, birbirine inanması, aralarındaki fikir ayrılıklarının “düşmanlık” değil sadece fikir ayrılığı olduğunu kavraması, Türkiye’nin bünyesini değiştirir.
Büyük bir değişimden geçiyoruz.
Toplumun kimyası değişiyor.
Asıl devrim de bence bu değişim işte.
Toplumun neredeyse bütün kesimleriyle “barışa” sahip çıktığını, “savaş” çığlıkları atanların “marjinal” kaldığını görebilmek az şey değil bu ülkede.
Bu toplumun ana gövdesini oluşturan o “ezilmişler” grubu, muhafazakârlar, Kürtler, Marksist solcular hep birarada barışı destekliyorlar şimdi.
Üstelik sadece solun değişimi algılayan ve “liberal” sanılan Marksist kanadı değil, epeyce geride kalmış olan “sendika solcuları” da barıştan yana çıkıyorlar.
Aleviler biraz mesafeli duruyorlar ama yakında onların da barış kervanına katılacağına eminim.
Özellikle muhafazakârların desteklediği bir barışın gerçekleşmesini önlemek çok zordur.
Savaş, hep muhafazakârların o gizli “milliyetçilikleri” yüzünden taraftar topluyordu.
Muhafazakârların “vicdanı”, bu kez milliyetçiliklerinden daha baskın çıktı.
O vicdanı harekete geçirmekte Başbakan Erdoğan’ın da olağanüstü bir rol oynadığını söylemek gerek.
Erdoğan, dindarların dilini iyi biliyor.
Ve, o dili doğru kullandığında Türkiye’yi büyük bir destekle barışa, gelişmişliğe doğru götürebiliyor.
Arada bir panikleyip, MHP ile yarışacağım diye muhafazakârların “milliyetçi” yanına hitap etmeye kalktığında ise hem kendisi tökezliyor, hem ülkeyi tökezletiyor.
Ama bugün doğrusu Erdoğan’ın eski günahlarından dolayı eleştirileceği gün değil.
Tam aksine, sahip çıkılacağı, alkışlanacağı, övüleceği bir gün.
Bu büyük dönüşüm anı, iki lideri alabildiğine parlatıyor.
Biri Erdoğan, diğeri ise Ahmet Türk.
İkisi de isimlerini iki halkın tarihine yazıyorlar.
Çok somut bir şeyler söylemeleri bile gerekmiyor.
Bu aşamada sadece üsluplarındaki sıcaklık, sahicilik, inandırıcılık yeter onlara minnettar olmamıza.
Ahmet Türk’ü dinlerken, onun samimiyetle barışı istediğini, hiçbir politik çıkar düşünmediğini, çocukları kurtarmayı, insanların acılarını dindirmeyi amaçladığını hissediyorsunuz.
Erdoğan’ın sözlerinde de aynı sıcaklık ve samimiyet görülüyor.
Bu samimiyet, bu usulluk, insanların vicdanlarına, hakkaniyet duygularına, adalet arzularına hitap ediyor.
Meydan okumuyorlar.
Hamaset yapmıyorlar.
Ucuzluk peşinde değiller.
Samimiyetin çekiciliği sanırım başka hiçbir şeyde yok.
Onların o konuşmalarını dinleyen kalabalıklar da onların peşinden yürüyor.
Solcular fikirleriyle, muhafazakârlar vicdanlarıyla, Kürtler acılarıyla bu iki liderin yolunda ilerliyorlar.
Barışa doğru gidiyoruz.
İnsanların ölmeyeceği bir menzile ilerlemek sevindiriyor beni.
Bu ülkenin mutluluğu ve zenginliği yakalayacağını sezmek coşturuyor içimi.
Muhafazakârların, “vicdan” tarikiyle demokrasiyi keşfetmeleri, adalet duygusuyla eşitlikten yana çıkmaları, hakkaniyet arzusuyla barışı sahiplenmeleri sadece bugün için değil gelecek için de çok önemli bir gelişme.
Milliyetçiliğin dar ve ilkel kalıplarından kurtulmuş, dünyayı keşfetmiş, demokrasinin yararını fark etmiş muhafazakâr kesim, Türkiye’nin değişiminde en önemli rolü oynar.
Erdoğan’ın temsil ettiği muhafazakârların bu “mümince” yaklaşımı, çok acıdan, çok ihanetten geçmiş Kürtlerin kuşkularını da yatıştırıyor sanırım, onlar da belki ilk kez böylesine umutlanıyorlar.
Türk ve Kürt şovenizminin bayraktarlığını yapmaya kalkanlar yavaşça kenara itiliyor.
Türkiye’nin gerçek solu, dünyadaki değişimin Türkiye’ye barış, adalet, gelişme olarak yansımasına tabiatı gereği destek oluyor.
Aslında bu barış girişimleri bu ülkenin “gövdesindeki” çatlaklıkları da tamir ediyor.
Muhafazakârların, Kürtlerin, solcuların ve Alevilerin ortak çıkarının, savaşta, milliyetçilikte, zorbalıkta, devlet fetişizminde değil, barışta, dünyaya açılmakta, demokraside olduğunu herkes birlikte anlıyor.
Elbette ilerde aralarında anlaşmazlıklar, tartışmalar çıkacaktır.
Ama bugün ortak bir hedefi var bu ülkenin.
Barış ve huzur.
Ülkenin bütün insanlarının eşit olması.
Kürtlerle Türklerin, başı örtülü olanlarla başı açık olanların, solcularla sağcıların eşit olduğu, devletin hiçbirini aşağılayamadığı, hırpalayamadığı bir Türkiye.
Bu barış girişimi, bu ülkenin binlerce çocuğunu, parasını, zamanını çalan savaşı bitirmekle kalmayacak bence, daha da büyük bir toplumsal gelişmeye, birbirlerine nedeyse düşman olmuş kesimleri yakınlaştırmaya da yarayacak.
Bu kesimlerin birbirine yaklaşması, birbirini duyması, anlaması, birbirine inanması, aralarındaki fikir ayrılıklarının “düşmanlık” değil sadece fikir ayrılığı olduğunu kavraması, Türkiye’nin bünyesini değiştirir.
Büyük bir değişimden geçiyoruz.
Toplumun kimyası değişiyor.
Asıl devrim de bence bu değişim işte.