xxxx111
Bu ne nefret, bu ne sevgisizlik...
Nicedir hatrımı sormayan bir dostum iki-üç gündür kapımda. “Her seferinde 'bunlar patronlarını da sevmiyor, batmasını istiyor' demeni kıskançlığa bağlıyordum, yanılmışım” diye başladı, eskiden karşı çıktığı tezime destek anlamı taşıyan sözlerle devam etti.
Kimse patronunu sevmek zorunda değil, iş hayatında patron-çalışan ilişkisi 'sevgi' eksenine oturmaz zaten. Ancak patrona en yakın koltuklarda oturanların, sonuçta kendilerini ve diğer çalışanları da ilgilendirdiği için, patronun sağlığına ve mali gücünün devamına ihtimam göstermesi beklenir...
Öyle ya, patron zarar ederse maaşları ödeyemez ve gazeteleri çıkaramaz hale gelir...
Benim tezim şu: Medyada son zamanlarda hiyerarşik ilişkiler alt-üst oldu, patronlar ikinci plana düştü, medya organlarını yönetenler üste çıktı. “Patronlar hisse senetlerinin sahibidir, gazetelerin esas sahibi bizleriz” iddiası ön planda.
Gazeteleri ve kanalları yönetenler için patronlarının batması, maaş ödeyemez hale gelmesi artık eskisi kadar önemli değil...
Tezimin dayandığı temel de, 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında kurulmuş ve etkisini hâlâ sürdüren medya düzeninin yıkılmak üzere olması... Düzenleri sarsılanlar patronlarını da kendileriyle birlikte yokoluşa sürüklemekte bir beis görmüyorlar.
27 Mayıs sonrasında ihtilâlcilerin “Babıâli'den geçeceğiz” dediği çok duyuldu da, bunun bir biçimde gerçekleştiği büyük bir maharetle saklandı. Oysa, darbeciler güçlerini Türkiye'ye 'yeni bir medya düzeni' sunmak için kullandılar. İhtilâlcilerin darbe sonrası kurduğu 'Öncü' gazetesi şu sırada medyada çok önemli konumlarda bulunan 65 yaş üstü gazetecilerin ilk buluştuğu adresti.
“O gazetede kimler buluşmuştu, bugün neredeler, içlerinden hangisi hangi ülkeye gönderilmişti?” sorularına kısmi cevap teşkil eden hayli Kulis okudunuz.
Şimdilerde sarsılan 27 Mayıs'ta kurulu o düzendir işte. Tabii darbecilerin koruduğu tipler zaman içerisinde başkalarını da koruma altına alarak 'kabile'yi hayli büyüttüler... Onların koltuğu altına sığınmayanlara gün yüzü göstermemeyi bir yöntem olarak benimsediler; kendilerinin vaktiyle boyun eğdiği şartlara boyun eğmeyenleri 'hedef tahtası' yapmayı hiçbir zaman ihmal etmediler...
Bu tezi ilk ortaya atan benim, ama Türk medyasını yakından gözleyen herkes böyle bir yapılanma olduğunun çoktandır farkında. 20 hatta 30 yıldır hiç değişmeyen takır tukur yazılar yazdığı halde işgal ettiği konumu koruyabilen yazarlar ordusu fark edilmeyecek gibi mi? Geçmişte Süleyman Demirel'e, Turgut Özal'a, Mesut Yılmaz'a, Tansu Çiller'e, Necmettin Erbakan'a... Şimdilerde Ak Parti kadrosuna reva gördükleri muamele aynı... Demirel veya Özal karşıtı bir yazıyı alıp bugün Tayyip Erdoğan için yazdıklarıyla mukayese edin, tıpa tıp aynı olduğunu hemen fark edersiniz...
Aynı patron aynı yazara hep aynı yazıları yazması karşılığında yıllardır maaş ödeyip duruyor...
Hiç değilse patronlarının çıkarını da birazcık düşünsünler, değil mi? Hayır, patronlarının zaten çok az kalmış olan kendileri dışındaki ittifaklarını baltalamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar... Hayret edilecek bir şey, ama doğru...
Son örnek grubun bir gazetesinin manşetiydi dün...
Zaman gazetesinin bir yazarı, bir TV programında Bülent Ersoy'un hoşuna gitmeyecek sözler sarf etmiş... Günlerdir bu konu işleniyor. Bir gazete, dün, işi daha da büyütmüş ve konuyu 'Karanlık bir kafa' manşetiyle bütün eşcinselleri içine çekecek bir boyuta taşıyıvermiş... Oysa, bir tek o yazar, Aydın Doğan'lı fasıllarımızı onları sevindirecek biçimde yorumlamıştı...
Aynı şeyi, amiral gemisinin başyazarı, Zaman genel yayın yönetmenini insafa sığmayacak bir yazıya konu ederek yaptı, birkaç gün önce... Resmen hakaret ediliyor kocaman bir yazı boyunca...
Tezim açısından Zaman gazetesinin önemi şu: Saldırıya geçen gazetelerin içinde yer aldığı medya grubuyla ilişkilerini sürdüren bir tek o kaldı. 800 bin gazeteyi Doğan Grubu'na dağıttırıp büyük paralar kazanmasını (ya da büyük paralar kaybetmesini önlemeyi) sağlıyor... O grup dışındaki medya organlarının uzak durduğu Basın Konseyi'ne dışarıdan bir tek Zaman üye...
Durduk yere öyle bir hakarete maruz kalan bir gazete yöneticisi “Yakın durmakla yanlış mı yapıyorum?” diye düşünmeye başlamaz ve bir süre sonra bağlarını koparmaz mı? Bağların kopması ayda milyarlarca liralık zarar demek grubun patronu için... Sırf bu sebeple, kısa süre öncesine kadar, bizlere hakaret ederken bile Zaman'ı ayrı tutuyordu aynı kişiler...
Patronunun batmasını isteyen çalışan olur mu? Bunlar istiyor işte...
Kimse patronunu sevmek zorunda değil, iş hayatında patron-çalışan ilişkisi 'sevgi' eksenine oturmaz zaten. Ancak patrona en yakın koltuklarda oturanların, sonuçta kendilerini ve diğer çalışanları da ilgilendirdiği için, patronun sağlığına ve mali gücünün devamına ihtimam göstermesi beklenir...
Öyle ya, patron zarar ederse maaşları ödeyemez ve gazeteleri çıkaramaz hale gelir...
Benim tezim şu: Medyada son zamanlarda hiyerarşik ilişkiler alt-üst oldu, patronlar ikinci plana düştü, medya organlarını yönetenler üste çıktı. “Patronlar hisse senetlerinin sahibidir, gazetelerin esas sahibi bizleriz” iddiası ön planda.
Gazeteleri ve kanalları yönetenler için patronlarının batması, maaş ödeyemez hale gelmesi artık eskisi kadar önemli değil...
Tezimin dayandığı temel de, 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında kurulmuş ve etkisini hâlâ sürdüren medya düzeninin yıkılmak üzere olması... Düzenleri sarsılanlar patronlarını da kendileriyle birlikte yokoluşa sürüklemekte bir beis görmüyorlar.
27 Mayıs sonrasında ihtilâlcilerin “Babıâli'den geçeceğiz” dediği çok duyuldu da, bunun bir biçimde gerçekleştiği büyük bir maharetle saklandı. Oysa, darbeciler güçlerini Türkiye'ye 'yeni bir medya düzeni' sunmak için kullandılar. İhtilâlcilerin darbe sonrası kurduğu 'Öncü' gazetesi şu sırada medyada çok önemli konumlarda bulunan 65 yaş üstü gazetecilerin ilk buluştuğu adresti.
“O gazetede kimler buluşmuştu, bugün neredeler, içlerinden hangisi hangi ülkeye gönderilmişti?” sorularına kısmi cevap teşkil eden hayli Kulis okudunuz.
Şimdilerde sarsılan 27 Mayıs'ta kurulu o düzendir işte. Tabii darbecilerin koruduğu tipler zaman içerisinde başkalarını da koruma altına alarak 'kabile'yi hayli büyüttüler... Onların koltuğu altına sığınmayanlara gün yüzü göstermemeyi bir yöntem olarak benimsediler; kendilerinin vaktiyle boyun eğdiği şartlara boyun eğmeyenleri 'hedef tahtası' yapmayı hiçbir zaman ihmal etmediler...
Bu tezi ilk ortaya atan benim, ama Türk medyasını yakından gözleyen herkes böyle bir yapılanma olduğunun çoktandır farkında. 20 hatta 30 yıldır hiç değişmeyen takır tukur yazılar yazdığı halde işgal ettiği konumu koruyabilen yazarlar ordusu fark edilmeyecek gibi mi? Geçmişte Süleyman Demirel'e, Turgut Özal'a, Mesut Yılmaz'a, Tansu Çiller'e, Necmettin Erbakan'a... Şimdilerde Ak Parti kadrosuna reva gördükleri muamele aynı... Demirel veya Özal karşıtı bir yazıyı alıp bugün Tayyip Erdoğan için yazdıklarıyla mukayese edin, tıpa tıp aynı olduğunu hemen fark edersiniz...
Aynı patron aynı yazara hep aynı yazıları yazması karşılığında yıllardır maaş ödeyip duruyor...
Hiç değilse patronlarının çıkarını da birazcık düşünsünler, değil mi? Hayır, patronlarının zaten çok az kalmış olan kendileri dışındaki ittifaklarını baltalamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar... Hayret edilecek bir şey, ama doğru...
Son örnek grubun bir gazetesinin manşetiydi dün...
Zaman gazetesinin bir yazarı, bir TV programında Bülent Ersoy'un hoşuna gitmeyecek sözler sarf etmiş... Günlerdir bu konu işleniyor. Bir gazete, dün, işi daha da büyütmüş ve konuyu 'Karanlık bir kafa' manşetiyle bütün eşcinselleri içine çekecek bir boyuta taşıyıvermiş... Oysa, bir tek o yazar, Aydın Doğan'lı fasıllarımızı onları sevindirecek biçimde yorumlamıştı...
Aynı şeyi, amiral gemisinin başyazarı, Zaman genel yayın yönetmenini insafa sığmayacak bir yazıya konu ederek yaptı, birkaç gün önce... Resmen hakaret ediliyor kocaman bir yazı boyunca...
Tezim açısından Zaman gazetesinin önemi şu: Saldırıya geçen gazetelerin içinde yer aldığı medya grubuyla ilişkilerini sürdüren bir tek o kaldı. 800 bin gazeteyi Doğan Grubu'na dağıttırıp büyük paralar kazanmasını (ya da büyük paralar kaybetmesini önlemeyi) sağlıyor... O grup dışındaki medya organlarının uzak durduğu Basın Konseyi'ne dışarıdan bir tek Zaman üye...
Durduk yere öyle bir hakarete maruz kalan bir gazete yöneticisi “Yakın durmakla yanlış mı yapıyorum?” diye düşünmeye başlamaz ve bir süre sonra bağlarını koparmaz mı? Bağların kopması ayda milyarlarca liralık zarar demek grubun patronu için... Sırf bu sebeple, kısa süre öncesine kadar, bizlere hakaret ederken bile Zaman'ı ayrı tutuyordu aynı kişiler...
Patronunun batmasını isteyen çalışan olur mu? Bunlar istiyor işte...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.