Bir maçın ardından

Basel'de çıkan Blick gazetesi maç günü Fatih Terim'i küçümseyen döner bıçaklı bir karikatür koymuştu kapağına; Kazım Kazım'ın İngiliz gazetelerine, “Fatih Terim bambaşka bir teknik direktör, müthiş motive ediyor” diye anlattığı teşvik dozunu belki de o tahrik edici karikatüre borçluyuz.

Galibiyetten sonra bizim gazeteler, “Şimdi bu döner bıçağını ne yapacaksın?” diye soruyordu Blick'e. İsviçre gazetesi ise, çareyi, Fatih Terim'i 'imparator' ilânında bulmuş. Bizde buna “Çevir kazı, yanmasın” deniyor...

Benzer bir durumu 1970'lerde yapılan bir seçim öncesinde yaşamıştık. Milliyet'in cerbezeli çizeri Bedri Koraman, bir karikatürüne Necmettin Erbakan'ı konu etmiş ve elinde 'MSP anahtarı' olan Erbakan'a, “Şimdi ben bu anahtarı ne yapayım?” diye sordurmuştu. Birkaç gün sonra, Milli Gazete'de, o sıralar gazeteye çizgisiyle katkıda bulunan mimar Sadık Kınıkoğlu, Milliyet çizerini elinde fırçasıyla gösteren bir karikatürle çıktı okur karşısına. Gelişen olaylar Erbakan'ı doğrulamıştı ve Koraman elindeki koca fırçaya bakarak, “Şimdi ben bu fırçayı ne yapayım?” diye soruyordu.

Kınıkoğlu'nun o karikatürü en fazla çoğaltılan siyasi karikatürdür bizim medya tarihimizde...

Bizim şaşırtıcı futbol geçmişimizden habersiz Blick İsviçre Milli Takımı'ndaki üç Türk'e olan güveninden dolayı atmıştı o manşeti muhakkak; ancak tribünleri dolduran kırmızı/beyaz kuşanmış seyircinin Basel'deki St Jakob Stadyumu'nu Türk stadlarından birine çevirebileceğini hesaplamamış olmalı.

40 bin kadar seyirci alıyor Basel'deki stadyum. İyice yaklaşana kadar futbol sahası olduğunu fark edemiyorsunuz bile. İçine rahat giriliyor, tribünler iyi dizayn edilmiş, çıkışlar muntazam. “Kim yapmış burayı?” diye sorunca, cevap, Hürriyet yazarı Kanat Atkaya'dan geldi: “Herzog ve de Meuron...”

Dünyanın dört bir tarafında çok özel projelere imza atan Basel kökenli firmayı ben yaşta iki arkadaş mimar kurmuş: Jacques Herzog ve Pierre de Meuron... En gönül okşayıcı mimarlık ödülü olan Pritzker'i kazanmışlar 2002 yılında. Londra'da dev bir santrali Tate Galeri'ye çeviren de onlar. Basel'den sonra Pekin Olimpiyat Stadyumu dizaynı da onlara verilmiş...

Kenti bize gezdiren rehber daha ağzını açar açmaz mimari güzelliklere dikkatimizi çekmişti zaten...

Yazdıklarımı ve şimdi yazacaklarımı okuyanların maça giden bir gazetecinin mimarlıktan, müzikten, kitaplardan söz açmasını garipseyeceklerini biliyorum. Cenevre'deki Portekiz maçına gidenler sarı ceketli gazetecinin İsviçre bankasına yatırdığı parasının hesabını oteline çağırdığı bankerlerden aldığını, diskolarda sabahladıklarını yazdılar. Bizde öyle öyküler yok.

Kanat Atkaya Basel'deki eski uzunçalar satan bir yer ile İngilizce kitaplar satan bir kitapçının adreslerini not etmiş. Önce kentin bir ucuna giderek plaklara baktık, sonra diğer ucundaki kitapçıda etrafa bakındık. Ben, Yavuz Baydar, Kanat Atkaya ve Ülker Kurumsal İletişim'den Yurdanur Semerci... “Ayaklarıma kara sular indi” dersem inanın lütfen. Bir o kadar da stada zorla yürüttü İsviçreliler; hayatımın en uzun yürüyüşlerinden birini Basel'de gerçekleştirmiş oldum.

İyice gençliğimde ilk pikabımı aldığım Londra'da iyi bir de uzunçalar (LP) koleksiyonuna sahip olmuştum. 'CD-çalar' çıkıp dijital ses kayıtları yaygınlaşınca plaklarımı emekliye ayırdım; ama nasıl dijital ortama uyarlarım diye bir gözüm yine onlarda... Bunu sağlayan USB'li pikaplar çıktı, geçenlerde bir de manuel kayıtları dijital ortama çeken küçük bir aygıt elime geçti.

Bu işin bayağı meraklıları var.

Hürriyet yazarı farklı bir meraklı; eski uzunçalar plakları dinlemeye devam ediyor. “Herbirinde sadece bana özel bir nitelik, hatta bir ufak defo var, onunla yeniden karşılaşmak beni mutlu ediyor” dedi. Onun gibi özel meraklılar için eski uzunçalarları yeniden basıp çoğaltanlar da çıkmış; bu sektör canlanıyor gibi...

Stad tıklım tıklım doluydu da, İsviçreliler kentin orta yerini de 'taraftar alanı' haline getirmeyi ihmal etmemişler. İki takımın taraftarları o alanlarda toplandı ve takımları lehine sloganlar atarak kendi kendilerini heyecanlandırdı. Bilet bulamadığı için stada gidemeyenler alana kurulmuş dev ekrandan maçı izlediler.

Bizim tribünler 'kırmızı-beyaz' diye ayağa kalkarken, sahada o renkleri formalarında taşıyan takım İsviçre'ydi; bizimkiler yeni turkuaz formalarla çıktılar yine sahaya. En çarpıcı slogan ödülünü de “Burası Türkiye, buradan çıkış yok” haykırışına verdim. Biz nereye gidersek gidelim orayı bizim sayarız ya!

Çek maçını izleyecek Ali Bayramoğlu'na, “Ayağının uğurunu ispat sırası sende” uyarısında bulundum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.