xxx52
Bilmeden konuşmaya cevaz yoktur
Halka "icazetli alimleri dinleyin" deyip de "icazeti de, din ilimleri tahsil diploması da bulunmayan" bir köşe yazarının "tefsir, fıkıh, kelam, usul" ilimlerinin konularına giren meseleler hakkında hükümler vermesi ne yaman bir çelişkidir!
Bu çelişkinin bazı acı meyvelerini görelim.
"Hanefî mezhebine göre tabakat-ı fukaha yedidir. En üst derecesi mutlak müctehidliktir, en alt derecesi müftülüktür, fetva makamıdır."
Hanefi mezhebine göre değil, bazı müteahhir fıkıhçılara göre fıkıhçılar böyle tasnif edilmiştir, ama başka tasnifler de vardır. Ancak hiçbir alimin kitabında "en alt derecesi müftülüktür, fetva makamıdır" cümlesini bulamaz ve göremezsiniz; çünkü bu cümle vahim bir hatayı ifade etmektedir. Usul kitaplarında yazılan şudur: "Hakim ve müftü ancak müctehidlerden olur, bunların bulunmadığı zamanlarda mukallidlerin fetva vermesi "nakıl yoluyla olur, müctehid olmayanlar doğrudan fetva veremezler".
"Ehl-i Sünnet ulemâsı ve meşâyihi usûlde ittifak etmiştir. Muhtelefün fih meselelerde çeşitlilik varsa da o geniş bir rahmetten ibarettir."
Bu söz hep tekrar edilir ama manası ve gerçekte karşılığı yoktur. Ehl-i sünnet uleması usulde (hem akaid konularında hem de fıkhın füru ve usul kısımlarında) önemli anlayış ve ictihad farklılıklarına sahip olmuşlardır. "İhtilafları usulde olsun, füruda olsun rahmettir, halk için genişlik ve kolaylık getirir" demek doğru ve anlamlı olur.
Meşayihe (tasavvuf ve tarikatler) cephesine gelince orada da başta vahdet-i vücud veya şühûd olmak üzere çok önemli ve temel mahiyetinde ihtilaflar vardır.
"İcazetli ulemâ yetiştiren medaris-i islâmiyenin yerini lâik düzenin din mektepleri ve ilâhiyat fakülteleri dolduramamıştır. Hindistan'da, Pakistan'da, bazı Arap ülkelerinde Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebine göre eğitim veren vasıflı medreseler bulunmaktadır. Buralara yeterli miktarda öğrenci gönderilmeli, icazet aldıktan sonra bu genç hocalar Arapça ve İngilizce kitap ya-zabilmelidir… Bugünkü din okullarıyla, bugünkü ilâhiyat fakülteleriyle, bugünkü yozlaşmayla beklediğimiz İslâmî inkılap gerçekleşmez."
İmam Hatip Okulları ile İlahiyat Fakülteleri hakkında hariçten gazel okuyanlar hiç eksik olmadı. Eski ve yeni, yerli ve yabancı medreselerde olsun, okullarda olsun hiçbir yerde bütün okuyanlar ve mezun olanlar "ilim, ahlak, istikamet…" bakımından aynı olmazlar. Genellemeler daima haksızlığa sebep olur.
Benim ömrüm bu okulların içinde geçti; bir yakın şahid olarak söylüyorum: Laik düzen bu okullarda düzgün Müslüman yetiştirmeye engel olmadı, hata ve eksikler varsa o, Müslümanlara aittir.
İslam âlemini de yakından biliyoruz; oralarda yetişenler de beklenen İslam inkılabını (bu her ne ise) gerçekleştiremediler; çünkü inkılab yalnız ilim ve alimle olup bitmiyor.
Köşe yazarının Türkiye Diyanet Vakfı'na bağlı İSAM'ı (İslam Araştırmaları Merkezi'ni) bir ziyaret etmesini isterim. Önceden haber verirse ben de orada bulunurum. Baksın bakalım orada, hem dini hem dünyayı hakkıyla öğrenmiş, birden fazla dilde okuyan, yazan ve konuşan genç alimler yetişmiş mi, yetişmemiş mi?! İlahiyat fakültelerini de tek tek ziyaret etmesini tavsiye ediyorum; nice gencin oralarda harıl harıl çalıştıklarını ve bu fakültelerin, diğer İslam ülkelerine hoca ihrac edecek seviyeye geldiklerini görecektir.
"Mevrid-i nassa aykırı ictihad yapmaz" diyor.
Mecelle'de "Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur" diye yazar. Mevrid-i nas, "hakkında ayet ve hadis bulunan mesele, konu" demektir ve cümlenin manası şudur: "Eğer bir meselenin hükmü nas ile açıklanmış ise burada ictihad yapılmaz"
"Mevrid-i nassa aykırı" değil, "nassa aykırı ictihad yapılmaz."
Kaldı ki Mecelle'de geçen ve köşe yazarının yanlış naklettiği ifadenin, bizim naklettiğimiz doğrusu da açıklamaya muhtaçtır; çünkü nassın bulunduğu yerde bir çeşit ictihad yapılmaz, ama iki çeşit ictihad yaplır; bunu da gelecek yazıda açıklayalım.
Bu çelişkinin bazı acı meyvelerini görelim.
"Hanefî mezhebine göre tabakat-ı fukaha yedidir. En üst derecesi mutlak müctehidliktir, en alt derecesi müftülüktür, fetva makamıdır."
Hanefi mezhebine göre değil, bazı müteahhir fıkıhçılara göre fıkıhçılar böyle tasnif edilmiştir, ama başka tasnifler de vardır. Ancak hiçbir alimin kitabında "en alt derecesi müftülüktür, fetva makamıdır" cümlesini bulamaz ve göremezsiniz; çünkü bu cümle vahim bir hatayı ifade etmektedir. Usul kitaplarında yazılan şudur: "Hakim ve müftü ancak müctehidlerden olur, bunların bulunmadığı zamanlarda mukallidlerin fetva vermesi "nakıl yoluyla olur, müctehid olmayanlar doğrudan fetva veremezler".
"Ehl-i Sünnet ulemâsı ve meşâyihi usûlde ittifak etmiştir. Muhtelefün fih meselelerde çeşitlilik varsa da o geniş bir rahmetten ibarettir."
Bu söz hep tekrar edilir ama manası ve gerçekte karşılığı yoktur. Ehl-i sünnet uleması usulde (hem akaid konularında hem de fıkhın füru ve usul kısımlarında) önemli anlayış ve ictihad farklılıklarına sahip olmuşlardır. "İhtilafları usulde olsun, füruda olsun rahmettir, halk için genişlik ve kolaylık getirir" demek doğru ve anlamlı olur.
Meşayihe (tasavvuf ve tarikatler) cephesine gelince orada da başta vahdet-i vücud veya şühûd olmak üzere çok önemli ve temel mahiyetinde ihtilaflar vardır.
"İcazetli ulemâ yetiştiren medaris-i islâmiyenin yerini lâik düzenin din mektepleri ve ilâhiyat fakülteleri dolduramamıştır. Hindistan'da, Pakistan'da, bazı Arap ülkelerinde Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebine göre eğitim veren vasıflı medreseler bulunmaktadır. Buralara yeterli miktarda öğrenci gönderilmeli, icazet aldıktan sonra bu genç hocalar Arapça ve İngilizce kitap ya-zabilmelidir… Bugünkü din okullarıyla, bugünkü ilâhiyat fakülteleriyle, bugünkü yozlaşmayla beklediğimiz İslâmî inkılap gerçekleşmez."
İmam Hatip Okulları ile İlahiyat Fakülteleri hakkında hariçten gazel okuyanlar hiç eksik olmadı. Eski ve yeni, yerli ve yabancı medreselerde olsun, okullarda olsun hiçbir yerde bütün okuyanlar ve mezun olanlar "ilim, ahlak, istikamet…" bakımından aynı olmazlar. Genellemeler daima haksızlığa sebep olur.
Benim ömrüm bu okulların içinde geçti; bir yakın şahid olarak söylüyorum: Laik düzen bu okullarda düzgün Müslüman yetiştirmeye engel olmadı, hata ve eksikler varsa o, Müslümanlara aittir.
İslam âlemini de yakından biliyoruz; oralarda yetişenler de beklenen İslam inkılabını (bu her ne ise) gerçekleştiremediler; çünkü inkılab yalnız ilim ve alimle olup bitmiyor.
Köşe yazarının Türkiye Diyanet Vakfı'na bağlı İSAM'ı (İslam Araştırmaları Merkezi'ni) bir ziyaret etmesini isterim. Önceden haber verirse ben de orada bulunurum. Baksın bakalım orada, hem dini hem dünyayı hakkıyla öğrenmiş, birden fazla dilde okuyan, yazan ve konuşan genç alimler yetişmiş mi, yetişmemiş mi?! İlahiyat fakültelerini de tek tek ziyaret etmesini tavsiye ediyorum; nice gencin oralarda harıl harıl çalıştıklarını ve bu fakültelerin, diğer İslam ülkelerine hoca ihrac edecek seviyeye geldiklerini görecektir.
"Mevrid-i nassa aykırı ictihad yapmaz" diyor.
Mecelle'de "Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur" diye yazar. Mevrid-i nas, "hakkında ayet ve hadis bulunan mesele, konu" demektir ve cümlenin manası şudur: "Eğer bir meselenin hükmü nas ile açıklanmış ise burada ictihad yapılmaz"
"Mevrid-i nassa aykırı" değil, "nassa aykırı ictihad yapılmaz."
Kaldı ki Mecelle'de geçen ve köşe yazarının yanlış naklettiği ifadenin, bizim naklettiğimiz doğrusu da açıklamaya muhtaçtır; çünkü nassın bulunduğu yerde bir çeşit ictihad yapılmaz, ama iki çeşit ictihad yaplır; bunu da gelecek yazıda açıklayalım.