Erol BATTAL
BAYKAL HİKÂYESİNDE NELER VAR
Baykal’ın kaset olayına, verilen tepkiler ve sonuçları olayın mahiyetiyle doğru orantılıdır. 40 yıldır siyasetin içerisinde olan, devletin kurduğu ve “devletin en köklü kurumu” olan bir siyasal partinin genel başkanı, torun tosun sahibi birinin; kendi partisinden evli, çoluk çocuk sahibi bir kadınla çirkin görüntülerinin yayınlanması elbette büyük olaydır. Bu olayın sonuçları da, aynı oranda büyük ve toplumun tamamının ilgisini çekmiştir. Bu yazının amacı; bunu kim yapmıştır, niçin yapmıştır, sorularının cevabını aramak değildir. Bizi ilgilendiren kim, niçin, nasıl tepki verdi bunları değerlendirmektir.
Olaya verilen tepkiler, söylenen sözler, yazılan yazılar ve doğurduğu sonuçlar da, konunun kendisi kadar ilgi çekicidir. Tepkileri aşağıdaki şekilde sınıflandırmak mümkündür.
1.Olayın ortaya çıktığı ilk günlerde dindar, muhafazakâr denilen medyadan bazıları, sanki bu olaylar her gün yaşanıyormuşçasına olaya hiç değinmezken, bazıları çirkin bir komplo deyip, konunun içeriğine girmeyerek, olayı küçültülebildiği kadar küçültmeye çalışmışlardır. Bununla beraber bu gazetelerde, sitelerde yazan, televizyonlarda tartışan bazı yazarlardan öyle yorumlar, öyle tepkiler geldi ki, olayın iğrençliği görülmezden gelinerek, laik medyayla yarışırcasına, bir mağduriyet edebiyatı içerisinde; çirkinliğin sorumlusu, bir kahramana dönüştürülmeye çalışıldı. Hatta “Baykal mı daha mağdur, Nesrin Baytok mu?” tartışmasına bile girdiler. Nesrin Baytok’un, halinin hatırının sorulmamasından yakındılar. Ve bu mağduriyetin bütün sorumlusu, laiklere dokunan her olayda olduğu gibi Vakit Gazetesiymiş gibi; Ona, dini kavramlarla, fetvalarla, sokak ağzıyla hakaretler savurdular.
Bu psikolojik bir durum olsa gerek. Yatılı okuduğum lisede, bir gün sınıf arkadaşlarımızdan birinin, çamaşırhanede kurumak için astığı gömleklerinin yakaları yırtılmış, sırtlarına jilet atılmıştı. Okulda, herkes bunu konuşuyor, bu rezilliği kınıyordu. Ve benim, gömleği yırtılan arkadaşla, bir gün önce, kavga ettiğimi herkes biliyordu. Büyük bir sıkıntı içindeydim: Acaba bu işi; benim yaptığımı düşünen var mı, benden şüpheleniyorlar mı, arkamdan “bu yapmıştır”, diyorlar mı, diye. Dehşet bir sıkıntıyla; kalabalık gördüğüm her yere gidiyor, duyulacak şekilde yapana sövüyor, lanetler yağdırıyordum. Gömleği yırtılan arkadaşım, durumumu anlamış olmalı ki; bana, “yahu arkadaş, sen rahat ol; seninle kavga etsek de, bunu sen yapmazsın” dedi. Dünyalar benim olmuş, rahatlamış, artık olur olmaz yerde sövmekten kurtulmuştum.
Baykal olayına verilen muhafazakâr tepkileri buna benzettim. Çünkü bu güne kadar laik kesimin yaşamış olduğu her olumsuzluğun müsebbibi dindarlar, Müslümanlar gösterildi. Çetin Emeç öldürüldüğünde katil Müslümanlardı. Ülkenin bütün dindarları Uğur Mumcu’nun katilleridir. Bahriye Üçok’un, Turan Dursun’un, Muammer Aksoy’un, K.Maraş’ın, Sivas’ın, Çorum’un da öyle. Mahiyeti daha tam olarak ortaya çıkmamış Fadime Şahin’i ülkenin bütün dindarları kandırmış, ne olduğu belirsiz Hüseyin Üzmez olayının failleri de yine bütün Müslümanlar olarak ilan edilmiş ve bütün Müslümanlardan kendilerini temizlemeleri istenmiştir. Buradan kendilerini sıyırmak psikolojisiyle olsa gerek; Baykal olayı ortaya çıktığında; bazı dindar, muhafazakâr yazarların gösterdiği telaş bana yaşadığım yırtılan gömlek hatırasını anımsattı. Biri, “yazı günüm olmamasına rağmen gazeteye koştum, bu yazıyı yazdım” diyerek, kaseti yayınlayanları lanetliyordu. Bir bayan yazar ise, Vakit Gazetesi’ne İslami kavramlarla saydırıyordu. Ve daha niceleri aynı minval üzere sayfalar doldurdu.
Birçoğuna göre bu olay basit bir özel hayat tercihiydi ve çirkin olan bunun yayınlanmasıydı. Özel hayatın mahremiyeti söz konusuydu. Bu mahremiyete saygı duyarlılığı nedense, hangi hikâyenin kahramanı oldukları belli olmayan, bugün bile pervasızca televizyon ekranlarında gösterilen Müslüm Gündüz olayında bu beylerin, bayanların aklına gelmiyor. Evet, özel hayat mahremdir, ancak hiç kimsenin de, bu mahremiyeti gayri meşruluklarla, ahlaksızlıklarla istismar etme hakkı yoktur. 73 yaşında, evli, torun tosun sahibi bir siyasinin; kendi partisinden, evli bir milletvekili kadınla, böyle bir ilişkiye girmesini özel hayat diyerek normal göstermeye çalışmak nasıl izah edilebilir? Hangi psikoloji dikkate alınırsa alınsın, bunu anlamak gerçekten mümkün değildir.
Bunu, ancak şu şekilde izah edebiliriz: İslami geçmişi olan bazı arkadaşlar, kendilerine laik kesimde meşruiyet arayarak büyük gazeteci olacaklarını sanıp bu tür atraksiyonlara girmektedirler. Evden kaçan yüzlerce kızdan yalnız birinin, sadece porno filmlerde oynayan artist olabildiğini unutuyorlar. Şunu unutmamak lazım ki, kendine, kendi değerlerine saygısı olmayana, kimsenin saygısı olmaz. O meşruiyet aradıkları kesim, Baykal’ın geri döneceğini hissettiği an, bunu engellemek için; pervasızca kasetin içeriğini diline dolamaya, hatta yayınlanmamış, var olduğu bile bilinmeyen 2. 3. kasetlerin içindekilerinden bahsetmeye başladılar. Bizim artist adayları da, yine liberal ahlak anlayışlarıyla ortada kaldılar.
2. Laikçi medya özellikle Doğan Grubu olayı, ilk günden sürmanşete taşıdı, televizyon haberlerinin 1. sırasına koyup, Baykal’ın istifasını istediler. Önce konuyu komplo olarak lanse ettiler. Baykal’ın istifasını sağladılar. Baykal dönebilir hissiyle, bu gidişi, ebedileştirmek içinde, kasetin içeriğine daldılar ve “bu görüntüler ortadayken Baykal’
Bu toplum ahlaksızlığı hiçbir zaman ödüllendirmediği gibi; bunların, bu palavralarını da, yine hiçbir zaman yutmamıştır. Bugün Kılıçdaroğlu’nu gaza getirip malum fıkradaki öküzleşen kurbağa konumuna düşürenler; dün de Bedrettin Dalan’a, aynı numarayı çekip, gaza getirerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından uzaklaştırıp, parti kurdurmuş, ilk seçimde %30 oy alacağını söylemişlerdi. O ilk seçimde, %02 oy aldı, şimdi gurbet ellerde perişan. Aynı oyunu Mehmet Ali Bayar’a oynayarak DYP’nin başına getirdiler, adamların ailecek, parlak bürokratik hayatlarını bitirdiler. 3’lü Troyka gibi afili bir isim verdikleri Hüsamettin Özkan, İsmail Cem, Kemal Derviş üçlüsünün YTP’sine %40’lık bir oy biçtiler; ancak içlerinden sadece Amerikan pragmatizmiyle yetişmiş olan Derviş CHP’ye kaçarak kendini kurtardı. Özkan’ın siyasi hayatı bitirildi. İçlerinde, en büyük fatura İsmail Cem’e çıkarıldı. Adamcağız ahir ömründe bütün karizmayı yerle bir ettiği gibi, sonunda borçlarını CHP’nin sırtına yükleyerek bu dünyadan göçtü. Cem Boyner’in YDH’inin akıbeti de aynıdır. Ama onun arkasında Boyner Holding vardı. Şimdi aynı akıbet Kılıçdaroğlu’nu beklemektedir. Yine aynı gazcı ekip, iş başındadır. Sonuç bellidir. Ancak bunun altından, Patnosluların, tapucu babası hakkında anlattıkları hikâyelerle edinilmiş servetle kalkması mümkün değildir. Belki yönetim kurulu üyesi olduğu İş Bankası biraz rahatlık sağlar.
Sonuç olarak:
1. Bu millet ahlaksızlığın sonucunda çıkan rezilliği, mağduriyet olarak değerlendirmez.
2. Siliklik, Gandilik değildir. Gandi tavır adamıdır.
3. Kılıçdaroğlu, CHP’yi tanımıyor, DNA’sını bilmiyor. Bu konuda mutlaka Onur Öymen’den ders almalı, 1930’lu 1940’lı yılların tarihini okumalıdır. Cumhuriyetin felsefesi CHP’de yaşar. Onun vatandaşlık tasavvurunda Kılıçdaroğlu’na yer yoktur. 1936 Dersim Olayının niçin yaşandığını araştırırsa CHP içerisindeki akıbetini görmüş olur. Eğer orada, genel başkanlıkta yer bulabilirse, bu Altan Öymen hikâyesinin yeniden yaşanması içindir. Bugün yayınlanan MYK listesi de bunu açıkça ortaya koymaktadır. Tarih tekerrür eder ve bazen tanrılar kurban ister ve bu kurbanlar asla tanrıların oğulları değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.