xxxx1
Başbakan'a örtük mektup (1)
Bendeniz, Başbakan'a, –veya Cumhurbaşkanı'na, Genelkurmay Başkanı'na– açık mektup yazacak tıynette, “hormonlu” biri değilim. Siyasete, bürokrasiye bulaşmaktan kaçınan, kendisini hasbelkader –bir medeniyet tasavvuru geliştirilmesi, öncü bir kuşak yetiştirilmesi gibi– daha kalıcı, daha uzun vadeli hedeflere kilitleyen birinin (pehhh!) böyle bir işe soyunması elbette olmayacak bir şey.
Bu satırları siyaseti, bürokrasiyi küçümsemek veya kötülemek için yazmıyorum. Aksine siyasette de, bürokraside de, hırsızlığa, yolsuzluğa, komisyonculuğa bulaşmamış, bulaşmayacak; ehliyetli ve liyakatli, yaratıcı ve ahlâklı kişilere en fazla ihtiyaç hissettiğimiz bir zaman diliminden geçiyoruz.
Burada söylemek istediğim şey şu: Türkiye'nin temel varoluş sorunlarının kalıcı çözüm formüllerini üretecek adres, siyaset de, bürokrasi de değil.
Türkiye'nin temel sorunu, varoluş sorunudur: Tarihin yeniden yapıldığı, dünyanın entelektüel, kültürel, siyasî haritaların yeniden çizildiği, Batı uygarlığının dünya üzerindeki üç yüzyıllık hâkimiyetinin hem başka kültürlere, medeniyetlere, dinlere hayat hakkı tanımadığı, hem de gezegenimizi, tabiatı alabildiğine tahrip ettiği, dünyayı büyük siyasî, ekonomik ve kültürel katastrofların, çıkmaz sokakların eşiğine sürüklediği, farklı kültürlere, medeniyetlere, dinlere mensup toplumları, halkları barış, adalet, hak, hukuk ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde nasıl birlikte yaşatabileceğinin yollarını, yöntemlerini bilemediğinin ve bulamadığının bütün çıplaklığıyla anlaşıldığı şu küresel kaos ortamında, Türkiye'nin, (dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynayan medeniyet iddialarını, rüyalarını ve ideallerini yeniden formüle ederek, çağdaşlaştırarak tıpkı pax Ottomona tecrübesiyle bütün dünyaya gösterdiğimiz gibi) dünyada adaletin, vicdanın, sulhün, selâmetin, hakkaniyetin, kardeşliğin yavaş yavaş hâkim olmaya başlamasının tek kurucu aktörü olmasını sağlayabilecek, geleceğin bölge ve dünya tarihinin şekillenmesinde kilit rol oynamamıza imkân tanıyabilecek bir zaman aralığından geçiyoruz.
Bölge ülkeleri de, büyük dünya güçleri de, ekonomik ve siyasî açıdan güçlenen, kültürel ve entelektüel açıdan rotasını bulan, medeniyet iddialarını, rüyalarını ve ideallerini yeniden formüle ederek, çağdaşlaştırarak uzun, zorlu bir yolculuğa çıkabilen bir Türkiye'nin orta (25-50 yıllık) ve uzun (50-100 yıllık) vadede dünya tarihinin akışını şekillendirebilecek en önemli aktörlerden biri hâline gelebileceğini çok iyi biliyorlar.
O yüzden Türkiye'nin yeniden varolmasının, yeniden tarihî bir rol oynamaya başlamasının, daha âdil, daha hakkaniyetli, daha barışçıl bir dünyanın inşasının yegâne şartı olduğunu bölge ülkeleri ve dünya güçleri kadar bizim idrak edemediğimizi görüyorum ve burada söylediklerim bize, pek çoklarına, özellikle de epistemolojik, zihnî olarak bağımsızlıklarını yitiren, her şeyi Batı'dan bekleyen metamorfoz yemiş, kendi kendini sömürgeleştirdiğinin farkında bile olamayan, özgüvenini yitirmiş, ufuk çizgisini kaybetmiş, Batı kültürünün gönüllü ajentası rolü oynamakta bir sakınca görmeyen, olmayan, olamayan Türk entelijansiyasına hayal gibi gelebilir.
“Sömürge aydını” rolü oynadığını bile idrak edemeyen bu kişilere sadece şunu hatırlatmakla yetineyim: Kendileri hayal kuramayanlar, başkalarının hayalleriyle yaşamaktan kurtulamazlar. Unutmayalım: 300 sene önce Amerika diye bir güç yoktu.
Batı uygarlığı, dünya üzerindeki hâkimiyetini güce, ruhsuz “araç”lara ve çatışmaya dayalı olarak kurduğu için, dünyayı büyük bir kaosun ve çıkmaz sokağın eşiğine getirip bıraktı. Önümüzdeki süreçte, bu kaostan çıkışın yolunun, dünyanın tek sömürgeleştirilemeyen ve bin küsur yıldır dünya tarihinin belirlenmesinde kilit rol oynayan, o yüzden de, kolektif hafızası, kültürel genetik kodları, tarihî derinliği en sağlam “aktör” olan Türkiye'nin bu muazzam imkânlarını, yeni şekillerde hayata ve harekete geçirebilecek yaratıcı ruhla ve kurucu iradeyle donanarak tatilden eve dönüp yeniden tarihe girmesinden geçtiğini bütün dünya biliyor; ama biz bu yakıcı gerçeği göremiyoruz bile.
Bu satırları siyaseti, bürokrasiyi küçümsemek veya kötülemek için yazmıyorum. Aksine siyasette de, bürokraside de, hırsızlığa, yolsuzluğa, komisyonculuğa bulaşmamış, bulaşmayacak; ehliyetli ve liyakatli, yaratıcı ve ahlâklı kişilere en fazla ihtiyaç hissettiğimiz bir zaman diliminden geçiyoruz.
Burada söylemek istediğim şey şu: Türkiye'nin temel varoluş sorunlarının kalıcı çözüm formüllerini üretecek adres, siyaset de, bürokrasi de değil.
Türkiye'nin temel sorunu, varoluş sorunudur: Tarihin yeniden yapıldığı, dünyanın entelektüel, kültürel, siyasî haritaların yeniden çizildiği, Batı uygarlığının dünya üzerindeki üç yüzyıllık hâkimiyetinin hem başka kültürlere, medeniyetlere, dinlere hayat hakkı tanımadığı, hem de gezegenimizi, tabiatı alabildiğine tahrip ettiği, dünyayı büyük siyasî, ekonomik ve kültürel katastrofların, çıkmaz sokakların eşiğine sürüklediği, farklı kültürlere, medeniyetlere, dinlere mensup toplumları, halkları barış, adalet, hak, hukuk ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde nasıl birlikte yaşatabileceğinin yollarını, yöntemlerini bilemediğinin ve bulamadığının bütün çıplaklığıyla anlaşıldığı şu küresel kaos ortamında, Türkiye'nin, (dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynayan medeniyet iddialarını, rüyalarını ve ideallerini yeniden formüle ederek, çağdaşlaştırarak tıpkı pax Ottomona tecrübesiyle bütün dünyaya gösterdiğimiz gibi) dünyada adaletin, vicdanın, sulhün, selâmetin, hakkaniyetin, kardeşliğin yavaş yavaş hâkim olmaya başlamasının tek kurucu aktörü olmasını sağlayabilecek, geleceğin bölge ve dünya tarihinin şekillenmesinde kilit rol oynamamıza imkân tanıyabilecek bir zaman aralığından geçiyoruz.
Bölge ülkeleri de, büyük dünya güçleri de, ekonomik ve siyasî açıdan güçlenen, kültürel ve entelektüel açıdan rotasını bulan, medeniyet iddialarını, rüyalarını ve ideallerini yeniden formüle ederek, çağdaşlaştırarak uzun, zorlu bir yolculuğa çıkabilen bir Türkiye'nin orta (25-50 yıllık) ve uzun (50-100 yıllık) vadede dünya tarihinin akışını şekillendirebilecek en önemli aktörlerden biri hâline gelebileceğini çok iyi biliyorlar.
O yüzden Türkiye'nin yeniden varolmasının, yeniden tarihî bir rol oynamaya başlamasının, daha âdil, daha hakkaniyetli, daha barışçıl bir dünyanın inşasının yegâne şartı olduğunu bölge ülkeleri ve dünya güçleri kadar bizim idrak edemediğimizi görüyorum ve burada söylediklerim bize, pek çoklarına, özellikle de epistemolojik, zihnî olarak bağımsızlıklarını yitiren, her şeyi Batı'dan bekleyen metamorfoz yemiş, kendi kendini sömürgeleştirdiğinin farkında bile olamayan, özgüvenini yitirmiş, ufuk çizgisini kaybetmiş, Batı kültürünün gönüllü ajentası rolü oynamakta bir sakınca görmeyen, olmayan, olamayan Türk entelijansiyasına hayal gibi gelebilir.
“Sömürge aydını” rolü oynadığını bile idrak edemeyen bu kişilere sadece şunu hatırlatmakla yetineyim: Kendileri hayal kuramayanlar, başkalarının hayalleriyle yaşamaktan kurtulamazlar. Unutmayalım: 300 sene önce Amerika diye bir güç yoktu.
Batı uygarlığı, dünya üzerindeki hâkimiyetini güce, ruhsuz “araç”lara ve çatışmaya dayalı olarak kurduğu için, dünyayı büyük bir kaosun ve çıkmaz sokağın eşiğine getirip bıraktı. Önümüzdeki süreçte, bu kaostan çıkışın yolunun, dünyanın tek sömürgeleştirilemeyen ve bin küsur yıldır dünya tarihinin belirlenmesinde kilit rol oynayan, o yüzden de, kolektif hafızası, kültürel genetik kodları, tarihî derinliği en sağlam “aktör” olan Türkiye'nin bu muazzam imkânlarını, yeni şekillerde hayata ve harekete geçirebilecek yaratıcı ruhla ve kurucu iradeyle donanarak tatilden eve dönüp yeniden tarihe girmesinden geçtiğini bütün dünya biliyor; ama biz bu yakıcı gerçeği göremiyoruz bile.