BAŞARANLARIN HİKAYESİ

Başrol oyuncusu, Hazreti Hamza’yı canlandıran Antony Quin’in rol aldığı The Message (Çağrı) filmi, büyük bir bütçeyle hazırlandı. Filmin müziği de Londra Senfoni Orkestrası şefi Maurice Jarre’ye ısmarlandı. Filmin müziğini dinlediğinizde, asr-ı saadet çağını çağrıştırmaktadır. Sizi alıp 1400 yıl öncesine götürmektedir. Neden? Maurice Jarre, o harika müziği yapabilmesi için, o dönemi ve mekanı hissetmesi gerekiyordu. O atmosferi yaşaması lazımdı. Ne yaptı peki? Tam iki yıl İslam ülkelerini dolaştı. Oralarda kaldı. Oraların havalarını teneffüs etti, yaşayışlarını izledi, onlarla oldu,onlardan oldu, sonra hala unutamadığımız, dinlediğimizde bizleri asr-ı saadet dönemine götüren eşsiz müziği ortaya çıkardı.

İkinci dünya savaşına yakın bir zamandı. İki kardeş, Almanya’nın küçük bir kasabasında küçük bir atölye açarlar ve ayakkabı yapıp satmaya başlarlar. Savaş bittikten sonra kardeşlerden biri atölyeden ayrılmaya karar verir, tek başına atölye açmak istediğini dile getirir. Bu, iki kardeşin birbirine rekabeti demekti. Çok sürmez, kardeşlerden biri, kendine ayrı bir yerde, küçük bir ayakkabı atölyesi açar. Kardeşler birbirleriyle küsmüşlerdir. Ortaklıktan ayrılmaya karar veren kardeşi, 1978 yılında öldüğünde, 29 yıldır birbirleri ile dargındırlar. Netice ne oldu? Bu iki kardeşin yıllar önce kurduğu o küçücük atölyeleri, yine aynı ufak kasabada bulunmaktadır. Fakat, uluslar arası birer markaya sahip dev şirketlere dönüşmüşlerdir. Bu iki kardeşten ayrılmaya karar veren Adolph, ağabeyside Rudolph’tur. Adolph Dassler’in, o küçük imalathaneden doğan ayakkabı şirketinin adı “Adidas”, Rudolph’un ki ise “Puma” dır.

Eksik yanlarımız ile yüzleşmek, biraz cesaret ister. Bir başkasının değil de, kendi kendimize eksiklerimizi bulup yüzleşirsek, başkasına ihtiyaç kalmayacaktır. Kimseye de mahcup olmayacağız. Eskiden bir adam vardı. Bunu, diğer sokak pazarlamacılarından ayıran özelliği ise, kendi eksik yanları ile yüzleşmeye cesaret edebilmesidir. Sabun satmaya gidip de satamadığı firmaların yöneticileri ile tekrar görüşür ve: “Bugün size tekrar sabun pazarlamaya gelmedim, ama size neden sabun satamadım, nerede hata yaptım, yanlışımın nerede olduğunu bilmek ve sizden öğrenmek için geldim, hatalarımı ve kusurlarımı söyleyiniz” diyerek, onlarla yüzleşirdi. Yani eleştiriye açık biriydi. Bu genç, şimdi Amerika’da Colgate-Palmolive-Peet Sabun Şirketinin en tepesinde bulunmaktadır.

Romen futbolcu Hagi, Galatasarayda oynadığı dönemde annesi vefat etti. Kendi inançlarına göre ölünün arkasından yapılan yedi gün duası çok önemliydi. O hafta sonu da Galatasarayın Fenerbahçe ile derby maçı vardı. Haginin annesinin yedi gün duası ile takımın son antrenmanı aynı güne denk düşüyordu. Hagi ne yapmalıydı şimdi? Gitse olmaz gitmezse olmaz. Teknik direktör Fatih Terim, verdiği stratejik bir kararla özel bir uçak kiraladı, sabah Hagi’yi Romanya’ya gönderdi, öğleden sonra saat 16 da yapılması gereken antrenmanı da saat 19’ çekti. Hagi antrenmana yetişti. Hem annesinin cenazesine katılmış oldu, hem de antrenmanı ihmal etmemiş oldu ertesi günü yapılan maçı da Galatasaray 2-0 kazandı. Ve her iki golde de Hagi’nin payı büyüktü. Zorluklar aşılabilir. Yeter ki sen iste. Çaresiz değilsiniz, çare sizsiniz.

Franklin D. Roosevelt, 1882- 1945 yıları arasında yaşamış, ABD nin 32. başkanıdır. 1921 yılında 39 yaşında iken geçirdiği çocuk felcinden dolayı yürüyememeye başladı. Tatil amaçlı gittiği yerden dinlenmiş, sağlıklı, motivasyonunu sağlamış ve dirençli bir şekilde başkente döndü. Bu durumunu nasıl başardığını soran etrafındakiler sorar. Amerikanın tarihinde üst üste dört kez Devlet Başkanlığına seçilmiş olan biridir. Şu cevabı verdi yanındakilere: “Beyler! Şu an ayağının baş parmağını hareket ettirebilmek için iki yıl uğraşan birine bakıyorsunuz.”

Dört defa İngiltere Başbakanı olan William Gladstone, son göreve getirildiği zaman 83 yaşındaydı. 70 inden sonra da bir dil öğrenmeye başlamıştı. Kendisine: “Kaç yaş ihtiyarlık yaşıdır?” diye sorulduğu zaman şu cevabı verdi: “Dürtülerimiz, yeni tecrübeler keşfettiği nispette genç sayılırız.”

Regina De Marasse, kör ve tamamen felçlidir. Yardımsız hiçbir şeyi tutamamaktadır. 34 yaşında ABD nin en iyi okullarından biri olan Connecticut Üniversitesini, mors alfabesini kullanarak bitirdi. Her üflemesinde mors alfabesi ile istediklerini yazarak ekrana yansıttı. Özel bilgisayarı sayesinde mors alfabesini normal alfabeye çevirerek çalışmalarını sürdürdü. Üniversiteden mezun olduğunda dekan ve fakülte başkanı diplomasını kendisine verdiler. Başarmıştı. 16 zor yıl sürmüştü. Ama sonunda başarmıştı.       

Oliver Wendell Holmes, 88 yaşında iken Amerikan Yüksek Mahkemesinin kararlarını bizzat kaleme alıyordu. 90 yaşında kendi isteğiyle emekli oldu. Roosevelt ilk defa Cumhurbaşkanı seçildiği zaman, hakim Holmes henüz emekli olmamıştı. Cumhurbaşkanı seçilen Roosovelt, hakim Holmesi evinde ziyaret ettiği zaman, kütüphanesinde Eflatunu okurken buldu. Sordu: “Bu yaştasınız ve Eflatunu okuyorsunuz. Neden?” 91 yaşındaki Holmes şu cevabı verdi:”Kafamı geliştirmek için bay Roosovelt!”

Alonza Stagg, Amerikan futbolunun en meşhur simasıdır. 98 yaşında iken bahçesinin çimlerini kendisi biçiyordu. 1892 de Chicago Üniversitesi futbol takımına 30 yaşında teknik direktör olarak tayin edildi. 41 yıl bu vazifede kaldı. Daha sonra Pasific Kolejinin antrenörlüğüne getirildi. 84 yaşına kadar bu vazifede kaldı. Susguehenna Üniversitesinin futbol antrenörlüğünü yapan oğluna, 90 yaşına kadar da yardımcılığını yaptı.

İngiltere’nin en uzun yaşamış biri olarak kabul edilir Thomas Parr. (1483-1635). 152 yıl yaşadı. 130 yaşında iken tarlasının ürününü kendisi biçip alıyordu. Ömrü boyunca 9 İngiliz kralı gördü. Şimdi Londra’da ki Westminister Abbey’de kendisi için bir abide dikildiğini göreceksiniz.

Evian Bexter adında ki sporcu, yüksek atlamada 1.80’i geçmeyi başararak 1900 Olimpiyatlarında rekor kırar. Devrin spor otoriteleri, o dönem için bunun büyük bir başarı olduğunu kabil ederler. Ancak iki metrelik sınırın aşılmasının mümkün olmadığını düşünürler. Bir zaman sonra Fosbey adında bir genç, bunun mümkün olduğunu, 1.80 in geçilebilirliğini, özel bir teknik atlayışla mümkün olabileceğini söyler. Kendisi çok eleştirilir. Ama o aldırmaz. Teorisini pratiğe dökerek, yüksek atlamada bir çığır açar. Bugün yüksek atlama rekoru erkeklerde 2.45 ile 1993 yılında Kübalı Javier Sotomayor ve bayanlarda ise 2.09 ile 1987’ de Bulgar sporcu Stefka Kostadinova’ya ait ise de, bugün bu yarışlarda kullanılan bu atlama stiline “Fosbey Flob Atlayışı” adı verilmiştir.

Japon bir kadın, çok nadir bir hastalığı yakalanmış, sonunda felç olmuştu. Ümidini kaybetmedi, azmi, gayreti, çalışması sayesinde, bilgisayarına yerleştirilen özel bir sistem ile gözlerini kırparak 280 sayfalık kitabını, iki sene içinde yazdı. Bilgisayarına takılan sistem, istenilen harfin, göz kırpmaya bağlı olarak ekrana çıkması özelliğine dayalı olarak çalışıyordu. Önemli olan azimli ve kararlı olmaktır. Bütün engeller aşılır o zaman.

Bir çok branşlarda başarı kazanıp haklı şöhretler kazanan insanların, çok iyi eğitim aldığını düşünürüz. Fakat tarih bize, birçok meşhurların çok az eğitim gördüğünü, bazılarının ise hiç eğitim görmediğini, fakat hayatta çok başarılı olduklarını gösterir. İşte birkaç örnek: Joseph Chamberlain (İngiliz Devlet Adamı), Grover Cleveland(ABD başkanı), George Eastman (Amerikalı buluşçu, Kodak film..),Halil Cibran (Lübnanlı Şair Filozof), Abraham Lincoln (ABD başkanı), John Rockefeller (Dünyanın en zengin petrolcüsü), Harry S. Truman (ABD başkanı), Gorge Washington (ABD başkanı), Zülfü Livaneli (Sanatçı-yazar), Yaşar Kemal (Hikayeci-romancı), Orhan Kemal (Hikayeci-romancı), Adolph Hitler (Nazizmin lideri), Nazif Zorlu (Zorlu holdingin sahibi), Mareşal Broz Tito (Yugoslavyalı lider, parti ve devlet başkanı), Aşık Veysel, Charlie Chaplin (siname oyuncusu), Charles Dickens (Romancı), Thomas Edison (Mucit), Maksim Gorgi (Rus edebiyatçısı), Henry M. Stanley (İngiliz buluşçu), Mark Tawin (Edebiyatçı)

Profesör Page Pitt’in gözleri görmüyordu. Ama o gazetecilik okuluna öğretmendi. Sınıfa girdiğinde herkesin adını yüksek sesle söylemesini istedi. Çünkü kulakları işitiyordu. Öğrenciler şaşkındı. Kör öğretmenden ne öğrenilebilirdi ki! Kendisi 5 yaşında iken bir hastalık nedeniyle görme yeteneğinin yüzde 97 sini kaybetmişi. İlkokula 12 yaşında başlayabildi. 16 yaşında yazları kömür madeninde çalıştı. Boş kömür arabalarını yakalamak için, gereken yerden yirmi metre ileriye ipe bağlı beyaz bir mendil astı. Pitt, araba gelirken mendile çarpınca, ipin titremesinden kömür arabasının geldiğini anlamaktadır ve yakalamaktadır. Otuz yıl boyunca gazetecilik okulunu, bodrum katından, sekiz katlı üniversite binasının iki katlı bir bölüm haline getirdi. Bir öğrencisi kendisine: “Size körlük mü daha zor gelirdi sağırlık mı? Yoksa bacaklarınızın olmaması mı?” Pitt bu soruya, sesini biraz da yükselterekşu cevabı verdi: “Hiçbiri! Gerçek sakatlık gaye yokluğu, sorumsuzluk ve uyuşukluktur. Sekiz silindirden sadece ikisi ile hayatlarını sürdürenler acınacak insanlardır!” Her şeyin en iyi şekilde yapılmasını isterdi. Üniversitedeki maaşının iki mislini verdikleri halde bir an bile tereddüt etmeden öğretmenliği dönmüştü.

Bilişim dünyasının dahilerinden gösterilen Michael Dell, işe başladığında henüz 19 yaşındaydı. 1984 yılında teksas kökenli Dell Computer sahneye çıkıncaya kadar, Apple, IBM ve taklitçilerin elindeydi. Bu kurucular, rekabete karşı aşılmaz engeller koyuyorlardı. 1980 li yıllarda üniversitede ki odasında 19 yaşında ki Michael Dell, piyasa ses getirmesi için şirketini farklı bir model üzerine kurmaya karar verdi. PC sektöründe kendi şirketini farklı bir şekilde kurdu. Daha sonra ürünlerini ertesi gün yerine ulaştıracak kapsamlı bir şekilde telefon hattını ve bir kamyon ağına yatırım yaptı. 800 lü telefon hattı kurarak, müşterilerinin her an yanında olduğunu gösterdi. Kendisini bilgisayar dehasından çok, pazarlama ve dağıtım öncüsü olarak görüyordu. Kısa bir zamanda 2 milyar dolarlık ciroya erişti. Onu ciddiye almayan rakipleri, artık stratejilerini yakından takip etmeye başladılar. Müşteriye ürün teslim hızını 8 saate indirmişti. Ürettiği hazır bilgisayar parçalarından, artık 14 bin farklı bilgisayar üretebiliyordu.

Richardo Semler 38 yaşında. Brezilya da yaşıyor. Uçuk bir yönetici. Şirketinin adı Semco. Babası tarafından yönetilirken basit bir şirketti. Borçların silinmesi, üretimin kara geçmesi, personel gibi şirketin finansal yapılarında başarılar birbirini izledi. Onun asıl özelliği sıra dışı bir yönetim anlayışı olmasıydı. Pek çok konuda çalışanlarla farklı fikirlere sahiptir. 18 yıl boyunca çalışanlardan gelen hiçbir fikri geri çevirmedi. Bu şirkette, en tepe noktasından, en alt çalışanına kadar herkes eşit hakka ve söz hürriyetine sahiptir. Çalışanlar kendi şartlarını kendileri belirliyor. Semco şirketinde sekreterler yok, yardımcılar yok, özel park yerleri yok. Herkes kendi işini kendisi yapıyor. Kendisi aslında dünyaca ünlü yönetim bilimi yazarı ve konuşmacı.  Maverich isimli kitabı 16 dile çevrildi ve bir buçuk milyon adet sattı. Saat kullanmıyor. Kimse onun nerede olduğunu bilemez. Her yıl 45 gün tatil yapar. Çoğunlukla bu tatilleri 10 ar günlük dilimlerle yapıyor. Herhangi bir yardımcıya ve sekretere sahip değildir. Kendi telefonuna kendisi cevap verir. Kendi fakslarını kendisi çeker, yazar, e-maillerini kendisi yollar. Kendi ajandasını kendisi kontrol eder. Hiç stresi yoktur. Çünkü oradan oraya koşturup durmaz. Günlük önemli işlerini bitirdikten sonra sinemaya bile gider. Özellikle kendisine iş çıkarmaz. Uyguladığı bu yöntemlerle o yıllarda Brezilyada yüksek enflasyona meydana okuyup, yüzde 900 gibi yüksek bir büyüme hızı yakaladı.    

Eugenie Garside 1900 yılında ABD de doğdu. 1909 yılında on bir kardeşine bakmak için ilkokul üçüncü sınıftan ayrılmak zorunda kaldı. 1998 de 98 yaşına geldiğinde lise diplomasını aldı. 89 yıl sonra da olsa lise diplomasını almayı başaran bayan Garside, Boston’da bir yaşlılar evinde yaşıyordu. Kendisini hala genç bir kız gibi hissettiğini söyleyen Eugenie Garside, diploma töreninde gözyaşlarına boğulmuştu.                                     (e-mail:naimozguner81@gmail.com)               

          

                  

Önceki ve Sonraki Yazılar