xxx12
Askeri darbe tartışmasına farklı bakmak istersek…
Meşrutiyet hareketleri eşzamanlı ve işbirliği içinde yürümüş (1906-1908) ve nihayet ikisi de monarşiden cumhuriyete geçmiş Türkiye ve İran’ın bu ortak siyasi mazisi, İran’daki son siyasi gelişmelerden sonra, -İranlı reformistlerin “İran’ın Türkiye’leşmesi” suçlamasına istinaden söylersek- daha çok benzeşerek yoluna devam ediyor.
“İran’ın Türkiye’leşmesi”nden kasıt, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi İran’da da ordunun (Devrim Muhafızları Ordusu) siyasete müdahale etmeye başlamasıdır.
İran’da 1979’daki İslam devriminden sonra klasik orduya alternatif olarak kurulan ve bir görevi de ordunun meşru yönetime karşı darbe yapmasını ve diktatörlüğe gidilmesini önlemek olan Devrim Muhafızları Ordusu bugünlerde Ahmedinejad’ın siyasi rakiplerini tehdit eden ve muhalefeti sindirmek üzere harekete geçen bir askeri güç haline gelmiş durumdadır. Tıpkı Türkiye’de, halkın büyük fedakarlıklarla sağladığı destek sayesinde ülkeyi kurtarmış olan ordunun zaman içinde değişim geçirerek aynı halkı “iç tehdit” görür hale gelmesi gibi.
Türkiye’de İslamcı, laik ve liberal elitlerin kararı ve çabasıyla monarşiden çıkılıp cumhuriyete geçilirken süreci destekleyen ordunun herhalde günün birinde askeri veya sivil bir diktatörlük kurması amaçlanmış değildi. Ama buna rağmen
“İran’ın Türkiye’leşmesi”nde İranlı askerlerin rol modeli
Türkiye’de henüz bu boyutta bir kriz yaşandığı söylenemez. Birtakım darbe planlarının
Siyasette halen bile iktidardaki AK Parti ile muhalefetteki Saadet Partisi (gerçi bu partinin üst düzey yönetiminde militarist siyasetçiler yok değil!) dışında askeri müdahaleye ve vesayete karşı kararlı tavır sergileyen güçlü bir politik damar var mı? 12 Eylül askeri darbesinin ağır işkencelerinden geçmiş sosyalistlerin önemli bir kısmının bugün sandıktan çıkmış iktidara karşı militarist politikalara savrulduğu koşullarda konuşuyoruz askeri vesayet meselesini.
Bütün bu gerçeklere rağmen analitik bakabilen bir zihnin sorması gereken farklı bazı sorular da var ama!
Darbe planlarından başından beri haberdar olan iktidar sahipleri neden geniş halk ve elit desteğine sahip oldukları 2002’den başlayarak şimdiye kadar demokratikleşme ve sivil anayasa meselesini gündemin birinci maddesi yapmadılar?
Henüz bir yıl önce İsrail Gazze’yi yakıp yıkarken Türkiye’nin diplomatik tepki vermesi gerektiğini söyleyenler “Biz kabile devleti yönetmiyoruz” diyerek terslenmişken, bugünkü aykırı çıkışların nereden cesaret aldığı açıklanabilir mi?
Türkiye’nin vize ve ticaret muafiyetleri yoluyla çevresindeki ülkelerle entegre bir ekonomi ve siyaset zemini kurması gerektiğini söyleyenlere böyle bloklaşmaların ve “dinsel milliyetçilik”in zararlarından bahsedenler, bir yıl sonra aniden vize ve ticaret muafiyetleriyle başlatılan entegrasyon girişiminin nereden icap ettiğini söyleyebilirler mi?
Bütün bu gelişmelerin, Washington’ın yedek planı olan savaşsız kavgasız “iyi hegemoni” doktrini ve onun “yeni Ortadoğu”suyla ilişkisinin olmadığına bizi ikna edebilirler mi?
Ordunun darbeciliği zaten biliniyorken ve bu konuda bugüne kadar hiçbir şey yapılmamışken bu tartışmaların tam da dışpolitikanın halihazırdaki açılımlarıyla aynı döneme denk düşmesi tesadüften mi ibarettir?
Kat sayı meselesini bile çözemeyen bir zaafiyet, nasıl oluyor da böyle büyük bir tasfiyeyi yürütebiliyor?