xxx78
Asker ve din, doğru ve yanlış algı
Zorunlu askerliğimi Tuzla Piyade Okulu'nda yaptım. 1975 yılıydı. Kısa süreli askerliğimin bir ayı Ramazan'a denk geliyordu. Askerliğim süresince 'ordu' kurumunun dine bakışında göze batan hatalı bir davranış gözlemlemedim.
Ramazan'da oruç tutmak isteyenler için sahurda kahvaltı, akşam da iftar yemekleri çıkıyor, Tuzla Piyade Okulu'nun içerisinde inşa edilmiş camide beş vakit ezan okunup namaz kılınıyordu. Cumaları dolup taşıyordu cami...
35 yıl önceyle bugün arasında bu alanda bazı değişiklikler yaşandığını düşünmem için sebepler var.
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantılarında orduyla ilişiği kesilen subayların bir kısmının 'gerekçe' hanesinde 'irtica' sözcüğü yer alıyor. 'İrtica' ile suçlanmak için iki sebebin yeterli olduğu anlaşılıyor: Mesai saatleri içerisinde namaz kılarak görevini aksatmak ve eşinin 'çağdışı kıyafetli' olması...
1975 yılı Ramazan ayında Tuzla Piyade Okulu'nda görevli subayların büyük bir bölümü oruç tutuyordu, namaz kılanların sayısı da az değildi. Hiçbirini eşiyle birlikte görmedim, fakat o dönemde tanıdığım rütbelilerin bazısını başı bağlı eşle gözümde canlandırmakta hiç zorlanmıyorum.
Askeri okullara girişte namaz kılma alışkanlığından dolayı ayak bileği nasırlaşmış olanların tespit edilip önlerinin kesildiği günler çok sonra gelecekti.
Ne kadar önleri kesilirse kesilsin, şehit olan gencecik subayların cenaze törenlerinde, muhafazakâr tipli anne-babaların varlığı, Türk ordusunun büyük çapta hâlâ aynı kaynaktan beslendiğini hatırlatıyor. Bizim subaylarımızın 'inançsız' olduğunu iddia eden gerçekten halt ediyor. Sonunda ölümün söz konusu olduğu bir meslek bu; cepheye gönderdiğiniz insan, eğer inançlı değilse, neden düşmana göğsünü siper etsin ki?
Bunlar benim de tanığı olabildiğim düne ait doğrular. Daha önceki dönemlerde durum hayli farklı olmalı; belli bir tarihe kadar tepe noktalara çıkan subayların özellikle 'dindar' oldukları hayli belirgin. O dönemle ilgili örneklere bakıp, “Dindarların önü açılıyormuş” demek bile mümkün...
Kırılma noktası ne zaman geldi, bilmek zor; ama sonuç ortada: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a, “Düşmana 'Allah Allah' diye taarruz ettirilen bir ordunun Allah'ın evi olan camilere bomba koyması düşünülebilir mi?” ağır sorusunu sorduracak bir 'algı' sorunu var bugün... Sorunun cevabı “Elbette düşünülemez” olmalı; ancak bir dizi yanlışlık da ortada.
Örnek mi istiyorsunuz?
1997 yılında, görev başındaki Genelkurmay başkanının süresi bir yıl uzatıldığı için Genelkurmay başkanı olamayan Org. Muhittin Fisunoğlu'yla Sabah gazetesi adına Nuriye Akman'ın o günlerde yaptığı mülâkat 'algı' konusunda göz açıcı bilgiler içeriyor.
Org. Fisunoğlu'nun şu sözleri meselâ: “Biz Atatürkçü ve lâik düşünceli insanlarız; eğer namaz kılacaksam gider evimde kılarım, Cuma namazımı emekli olunca kılarım. Şimdiye kadar da vazifede giden görmedim ve gideni de iyi karşılamazlar. (..) Hiç duymadım ben bir generalin cuma namazına gittiğini...”
“Bir generalin cuma namazına gitmesi onun için bir nakise midir?” sorusuna cevap verirken Org. Fisunoğlu'nun anlattığı olay önemli: “Değildir de belki öyle algılanabilir; 'bu dinci, minci' derler. Böyle bir düşünceye sahip olunabilir. (..) Sarıkamış'ta bir tatbikattaydık. Başbakan var, başbakan yardımcısı var. Cuma namazı zamanıydı. Herkes namaza gitti, bizim askerler gazinoda oturdu, gitmedi. Yani bugünkü yapımızda pek tabii karşılanmaz.”