xxx52
Akıl, bilim ve ibadet vakitleri
Din ile akıl ve bilimin ilişkisi konusu İslam alimlerini asırlar boyu meşgul etmiş, ortaya farklı düşünce ve inanç guruplarının çıkmasında amillerden biri olmuştur. Mesela İslam felsefesi, tasavvuf ve kelam ilim dallarına mensup olanların, din ile akıl ve bilim ilişkisi konusundaki görüş ve değerlendirmeleri farklı olmuştur. Orta yol İslam'ı, fıkıh ve kelam alimlerinin yorumlarını esas almış, tasavvufun meşruiyet ölçüsü de yine fıkıh ve kelam olmuştur.
Bir köşe yazarının, ibadetlerin vakitlerinin yeniden ayarlanması ve sabitleştirilmesi teklifine temel kıldığı o cümlesinin, orta yol İslam'ında doğru olan şekli şöyledir:
İslam'da akla aykırı, salim aklın kabul demeyeceği hiçbir inanç, ibadet ve teklif yoktur. Ama aklı aşan, aklın ve beşeri biliminin sınırlarından taşan, akıl ve beşeri bilim yoluyla elde edilmesi mümkün olmayan inanç ve ibadet konuları vardır.
Akıl ve bilim, melek adıyla anılan bir varlığı inkar da edemez, ispat da edemez. Meleğin olması akla aykırı değildir, ama aklın ve bilimin inceleme ve bilme alanı dışındadır. Allah'ın sıfatları, ruh, ahiret, vahiy gibi konular da böyledir.
Din alanında aklın en önemli rolü ve alanı, ileri sürülen delillere bakarak bir peygamberin doğru söylediğine, onun gerçekten peygamber olduğuna karar vermektir. Akıl bunu kabul edince sahibi de inanır (iman eder). Bundan sonra akıl, doğruluğunu kabul ettiği peygamberin, akla aykırı olmayan, ama onu aşan tekliflerine itiraz etmez.
Eğer akla aykırı bir bilgi, inanç ve teklif önüne çıkarsa akıl iki şey yapar: Önce kendini kontrol eder (tenkit eder), aklın hükmü kendi alanında ve sağlam ise peygambere izafe edilen söze (nassa, âyete, hadise) bakar. Bunların gerçekten peygambere ait (ondan nakledilmiş) olup olmadığını kontrol eder. Ona ait olduğu sabit ise bu takdirde manaya geçer ve mananın (anlamanın) doğru olup olmadığını, başka manaların da verilip verilemeyeceğini inceler. Bu akli mesai sonunda mutlaka bir çözüm bulunur, akıl ile vahiy arasında bir çelişkinin olmadığı ortaya çıkar.
Bugünün dünyasında, özellikle endüstri devriminden sonra çok önemli değişmeler gerçekleşmiştir, ama bu değişmelerin bir kısmı insanın hayrına, bir kısmı ise aleyhine olmuştur. Dün kralların, ağaların, zenginlerin, nüfuz sahiplerinin, köle tüccarlarının kölesi olan insan çoğunluğu bugün de maddenin, sermayenin ve tüketimin kölesi olmuştur. Evet, bugün insanlar sabah aydınlanmadan başlayıp gecenin karanlığına kadar çalışıyor, iş peşinde koşuyor; ama bu onun insanlığını gerçekleştirmesinin ve hayatını yaşamasının da önünde en büyük engel oluyor. Akıl ve hikmet sahipleri bu gidişi (mevcut dünya düzenini) değiştirmek, daha insanca, daha adil, daha mutlu bir dünya ve hayat düzeni oluşturmak için çaba sarf etmelidirler. Bunu yapacak yerde yangına odun taşımak, insanın elinden, nefes aldığı, kendine döndüğü tefekkür, ibadet, san'at, seyahat, dinlenme gibi fırsatları da -bozuk düzen lehine- almaya kalkışmak akıl kârı değildir.
Dinimiz kolaylık dinidir. Zaruret bulunduğunda yasaklar -zaruretin gerektirdiği ölçüde- ortadan kalkar. Evet, bir insanın ibadet edeceğim diye hastalanması, hayatını ve sıhhatini tehlikeye atması, çoluk çocuğunu aç bırakması, ülkesinin ve milletinin varlık ve bağımsızlığını tehlikeye düşürmesi akla, vicdana ve bilime aykırıdır, ama bunlar dine de aykırıdır. Binlerce örnekten iki tanesini verelim: Abdest veya gusül için su kullanması gereken bir kimse bundan zarar görecekse teyemmüm eder (ellerini toprağa sürer, yüzünü ve kollarını mesheder). Suyu kullanmakta ısrar eder de sağlık veya hayatını kaybederse bundan sorumlu olur. Yolculukta, imtihan, ameliyat, nöbet, imkansızlık gibi durumlarda iki namaz birleştirilir, birincisi veya ikincisinin vaktinde, sırası bozulmadan arka arkaya kılınır.
Vahiy ile belirlenmiş bulunan ibadet vakitlerini, alanı olmadığı halde akıl ve bilimle değiştirmeye gerek kalmadan her zaman ve mekanda dindarın sıkıntıya düşmeden dinini uygulamasının imkan ve şartları dinin içinde mevcuttur