AB'ye yaslanmak

Yakın zamanlarda Avrupa Laikliği üzerine iki yazı yazmış, bizde başörtüsü yasağının kaldırılması teşebbüsünün parti kapatma davasına konu olduğunu kaydettikten sonra şunları söylemiştim:

Başta AB'ne karşı olan dindar Müslümanlar, AİHM'nin taraflı kararları ve AB'ne üye bazı ülkelerin olumsuz tutumları ile AB'nin çifte standardı yüzünden şüpheye düşseler bile bu üyeliğin, daha kötüye nisbetle iyi olabileceği ümidini yitirmediler… Danimarka'da Filistin asıllı Esmâ Abdülhamîd milletvekili seçiliyor. (Adına bakın, Filistinliler, topraklarını Siyonistlere vermemek için direnen yüce hakan Abdülhamîd'i unutmamışlar, onun adını çocuklarına koyuyorlar, biz hala kızıl sultandan söz ediyoruz.) Bu bir yana, Müslüman ve tesettürlü Esmâ'nın başörtülü (tesettürlü) olarak meclise girip giremeyeceği tartışılıyor ve sonunda ilgili merciler, onun başörtülü olarak meclise girebileceğine karar veriyorlar.”

Bizim Akif Emre ya bu yazıya veya bu konuya atıf yaparak şöyle diyor (13.Mayıs.2008):

“Danimarka'da Müslüman bir hanımın başörtülü olarak meclise girmesi “kapatma davası”yla zamanlama olarak çakışınca, bizdeki laiklik uygulamalarını eleştirerek Avrupa Birliği'ni idealize eden söylem bir çok yazar tarafından kullanılmaya başlandı… Bir fikir olarak Avrupa, bir coğrafya olarak Avrupa, bir siyasi birlik arayışı olarak AB projesi arasındaki farklılıklar ve benzeşmeler üzerinde hiçbir fikir üretmeden, kafa yormadan “Avrupa'da bu işler ne güzel” basitliğinde yaklaşım bunca birikimden sonra hafif kaçıyor. Daha doğrusu utanılacak bir hafiflik sergileniyor.”

Bu yazıda kim kast edilirse edilsin üslubun “utanılacak bir ağırlıkta” olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu küçültücü (tahkir içeren) üslup ile ne farklı düşünenler ikna edilebilir, ne de dava ispat edilebilir. Farklıların bir arada yaşadığı bir dünyada ve ülkede karşı düşünceye tahammül ihmal edilemez bir ahlak kuralı olmalıdır.

Benim düşünceme gelince:

Hiçbir zaman AB'yi ve Batı düşüncesini, kültürünü, medeniyetini idealize etmedim.

Hep söylediğim şudur:

Bizim, bize de dünyaya da yetecek bir medeniyetimiz ve düzenimiz vardır. Birlik ve birliktelikler de öncelikle mümin kardeşler arasında olmalıdır. Ama bu medeniyetin yeniden ifade edilmesi (ihyası da denebilir) ve bu düzenin, dünya ve ülke şartları uygun hale geldiğinde uygulamaya konması gerekiyor. İslam ülkeleri arasında bir birlik ise asırlardır istendiği halde bir türlü gerçekleşemiyor. Peki o zamana kadar zamanı durduracak, toplumu bekletecek miyiz?

İşte fıkıhçının bu gibi durumlarda verdiği cevap şudur:

İyi ve ideal olana ulaşıncaya kadar kötülerin en iyisi ile yola devam edin ve bunun da “kötü” olduğunu unutmayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar