Fatma Ç. KABADAYI
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER ÜSTADIN SERDENGEÇTİ ESERİNE DAİR
Babama “Yavuz Bülent Hocam yeni eserinde Serdengeçti’yi anlatmış, onu okuyorum,” dedim.
Başını kaldırıp heyecanla “Bizim Serdengeçti mi?” diye sordu. Kim bilir neler canlandı kafasında? İyi tanırmış meğer. Ankara’da çalıştığı yıllarda Onun ve Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslarına gidermiş. “Osman Zeki Yüksel…” diye devam etti, benim başka bir şey söylememe izin vermeden. Anlattı, anlattı, derin derin düşüncelere daldı. Anlattıkları yabancı gelmiyordu artık. Çünkü o günlerde pür dikkatle onu anlatan eseri okuyordum. Yavuz Bülent üstadım da zaten eserinde Osman Yüksel için “İsminden çok soyismi olarak eklediği dergisinin adıyla tanınırdı” diyor.
Bu kez büyük üstadımın “Serdengeçti Geldi Geçti” isimli eseri üzerine yazmak istedim. 2019 Şubat ayında 1. Baskısı ile Yakın Plan Yayınlarından çıkan eser 302 sayfadan oluşuyor.
Yazarı Yavuz Bülent Üstadımız bu eserinde 1955-1960 Yılları arasında okuduğu Fakülteden çıktığında hemen hemen her öğleden sonra vaktini geçirdiği Serdengeçti Yazıhanesinde tanıdığı, kendisine edebiyat alanında faydası olan baba dostu Osman Yüksel’i anlatıyor. Okulunu bitirmesine iki ay kala okuldan kaydı silinmesine sebep olan olaylardan başlayıp yaşadığı zor yıllara kadar… Antalya Milletvekilliği yaptığı sırada da sivri dili, kendince haklı eleştirileri, tavırları yine göze batmasına sebep olmuş. Şiirlerinden kitapta tadımlık paylaşılmış olsa da zaten bilinen mısralarını anımsıyorsunuz. Osman Yüksel’in yaşam tarzını, kişiliğini üstadımıza anlattıklarından tanırken aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk, Necip Fazıl Kısakürek, Hüseyin Nihat Atsız, Alpaslan Türkeş, Hüseyin Üzmez, Hasan Ali Yücel ve ismini sayamayacağım kadar isimlerle hemhal oluyor ve beklide hiç duymadığınız bilgilerin sahibi oluyorsunuz.
Bir kitap ya heyecanlı ya akıcı ya öğreticidir değil mi?
“Serdengeçti, geldi geçti” isimli eseri tamamlamak kaç yıl aldı bilemeyiz ama eli kalem tutan herkesin dikkatle okuması gereken bir eser… Bu eseri okurken yeri geliyor ağlıyor, yeri geliyor tüyleriniz diken diken oluyor, korkuyor uyuyamıyor, yeri geliyor birdenbire gülüyor mutlu oluyorsunuz, tarih, siyaset, dilbilgisi gibi hususlarda da okudukça bilgileniyorsunuz. Her sayfası değil, inanın her satırı öylesine dolu dolu ki başınızı bir an kaldırmak istemiyorsunuz.
Kitabın ilk bölümlerinde tabutluk, işkence, sıkıyönetim gibi içinizi yakan olayları adeta yaşar gibi anlatan üstad Bâkiler’in araya serpiştirdiği Türkçeye dair bilgiler zihninize adeta çiviyle beyninize çakılmış gibi yerleşiyor. Kelime bilginiz, beyninizde bu Türkçe mi, Sümerler Türk mü, Farsça mı Arapça mı diye düşünmeye başlıyorsunuz. Osman Yüksel ile yakınlıklarını öğrendikten sonra, çok değer verdiği ama bilmeden incittiği üstadımla ilk küsmelerinde ben elbette hocamı haklı buldum. Her ne kadar nüktedan, çilekeş, azimli, cesur olarak tanınmış olsa da kitabı okuduğunuzda da anlayacaksınız ki Osman Yüksel eli ağır bir insan. Yazdıklarına çok özendiği için hatta çoğu yazısında cümlelerini şiir ahengiyle yazdığı için yazmaya üşenen, çoğu zaman bu alanda verdiği sözleri tutamayan, şartları elverip çıkardığı Serdengeçti dergilerinin ya da çıkardığı eserlerin dudak uçuklatacak sayıda basılmasından öte başı beladan kurtulmayan bir yazar, yayıncı. Sonuçta bir insan ama bilgili, önünü gören ve analitik düşünme ve ikna kabiliyetini birleştirip inandığı gerçeği haykırmaktan, sonucu ne olursa olsun yazmaktan korkmayan biri.
Üstadıma yazdığı mektuplar da var kitapta. Bir mektubunu yazmayı iki ayda bitirmiş olsa da su gibi mektuplar. O sürece kadar iyice tanıdığınız için samimi, içten ve daima öğretici oldukları da gözden kaçmıyor. İçinde kaybolup gittiğiniz sayfalarda bazen insanları oldukları gibi kabul edemeyeceğinizi de fark ediyorsunuz. Mesela bence Osman Yüksel’in nüktedanlığı, Necip Fazıl Kısakürek’in kendine güvenine dair cevapları bana çoğu zaman “Keşke yapmasaymış, böyle de demeseymiş” dedirten türdendi. Öyle ya bizim “Her şakada bir gerçek vardır” diye basitçe tanımladığımız bazı meseleler bazen inanılması zor seviyeye gelmiş.
Bu eser anlatılacak gibi değil, muhakkak alın okuyun derim, çünkü burada ifade ettiklerim kitabın binde biri diyebilirim.
Yavuz Bülent BÂKİLER üstadımın yüreğine sağlık çünkü bu eser adam gibi bir yürek ister…
Artık iş kalmadı yarenler bizde
Tökezliyor olduk yazıda düzde
Şairdik,hatiptik,yazardık sözde
Ekmeği yemeğe ağızda diş yok
Dedik ya efendim bizlerde iş yok
Sağ yanım titriyor,sol yanım tutmaz
Nabzım tekler durur,muntazam atmaz
Ayağım bir türlü ileri gitmez
Ağzım her an kuru,gözümde yaş yok
Artık bundan böyle bizlerde iş yok
Bir secdeye varsam başım dolanır
Ne yesem ne içsem,miğdem bulanır
Bütün dertler birbirine ulanır
Yuvamız da bomboş uçacak kuş yok
Hayra yorulacak hayal yok,düş yok
Yakını uzağı seçemez oldum
Bir ufak hendeği geçemez oldum
Bir bardak soğuk su içemez oldum
Tatlılarda bile lezzet yok,tat yok
Benim bu halime takacak ad yok
İki adım atsam durmaz düşerim
Eski hallerime şimdi şaşarım
Allah’ım ben böyle nasıl yaşarım
Kendimi kollayacak gövdede baş yok
Bağrıma basacak evlat yok,eş yok
Yaşıtlarım birer birer ölüyor
Yeşil yaprak kara toprak oluyor
Azrail de baş ucumda soluyor
Üstüme dikmeye ağaç yok,taş yok
Arkamdan vermeye yemek yok,aş yok...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.