Yaşarken Unuttuklarımızı Dualarımızda Unutmaz mıyız?

Düşünürüm zaman zaman…

Acaba bir kaçış mıdır diye sorarım kendime…

Hayatımızda unuttuğumuz adamlar vardır… Adam gibi adamdırlar…

Yürekleri kavidir!

İmanları güçlüdür!

Vefaları sağlamdır!

Düşünceleri derindir!

Kuşatıcılıkları geniştir!..

Sığ yaşamazlar!.. Hakikatin peşine düşmüşlerdir. Dünyevileşmeye direnirler…

Sade yaşarlar!

Samimi severler!

Muhabbetleri tamdır! Tamamlayıcıdır!

Onlar öyledir de biz neden böyleyiz? Bu soru yakıcıdır! Yürek acıtır. Kanatıcıdır hatta…

İçimizi yokladığımızda bu şahıslara ciddi hürmetimizin varlığını müşahede ederiz. Saygımız hiç eksilmemiştir. Değer veririz.

O kadardır ama… Sadece o kadar!

Elinden tutmayız! Hâlini sormayız. Bilmek de istemeyiz esasen.

Hakkında bir şeyler duyduğumuzda üzülmüş gibi yaparız!

“Aaa gerçekten mi?”, “ Yapma yahu” gibi tepkiler veririz. Ama “Hadi kalk gidelim, hatır soralım, gönül alalım” diyemeyiz nedense!..

Onca zamansızlığımıza rağmen o kadar gereksiz, âfâki işlere zaman ayırırız ama yine de bu tür konularda “Hiç vaktim yok” bahanesine sığınmayı yeğleriz.

Sanırız ki, emzik çocuklara verilir sadece! Susturmak için…

Bu tarz tepkilerle aslında ne de çok emzik veririz kendi kendimize… Üstelik kendi elimizle…

Duymak istemeyiz vicdanımızın sesini… “Hiç vaktim yok” emziği hemen imdadımıza yetişiverir…

Muhayyilemizde bir yerlerde severiz ama… Değer veririz! Bu da kendimizi kandırdığımız bir emzik olabilir…

Yaşarken bu emziklerle avunuruz evet…

Birde vuslat sonrası var… Değer verip sevdiğimiz (Güya) bu kişiler Hakka yürüdüğünde de bu defa daha fazla depreşir vefa duygumuz (!)

Onun ne kadar önemli bir insan olduğunu en ateşli biçimde biz anlatırız. Hayatın bu yakasında ‘Çile doldururken’ belki de bize de bir görev düşer diye kimselere anlatmadığımız, adını anmadığımız bu ‘Nadide kıymet’ için müthiş konuşmalar yaparız.

Dostumuzdu deriz. Ne kadar âlimdi deriz. Çok hizmet etti. Dâvâya emeği mühimdi deriz. Son zamanlarında çok sıkıntı çekti. Yârı vefa görmedi deriz kendimizi hariçte tutarak!

Ve kurtarıcı cümlemiz gelir ardından: Dualarımızda unutmayacağız!

Gerçekten öyle mi?

Hayatında unutulanlar dualarımızda unutulmaz mı?

Bu durum hayatın öte yakasına göçen dostumuza bir minnettarlık mıdır? Yoksa kendi yüzsüzlüğümüzün bir sığınağı mı?

Siz karar verin!

Önce belirtmeliyim! Yukarıdaki tüm cümlelerin bir muhatabı da benim… İnkâr edemem.

Hatta bu bir yüzleşmedir diyebiliriz. Ya da bir acz itirafı!..

Bu yazı kast ettiğim değer Hüseyin Demirkan’dır.

‘Yıldızların Esrarı’ kitabın yazarı… Yeni Asya Yayınları’nın elden ele dolaşan ve insanları ilim yoluyla hakikate ulaştıran muhteşem ‘İlim Teknik Serisi’nin unutulmaz kitaplarından biriydi ‘Yıldızların Esrarı’ çalışması. Hacmi küçük ama tesiri büyüktü…

 

Geçtiğimiz hafta Üsküdar FM dönemlerinden dostum ve hâlen görüştüğümüz Ali Ekber Kalınkara aradı. Hüseyin Demirkan ağabeyi uğurladık dedi…

Ne dedim? Bir şey diyemedim ne yazık ki… Ama iç sesim kınayıp durdu günlerce…

Sadece nasıldı diye sorabildim. Ali Ekber Bey ona yakındı çünkü… Şunları söyledi: Onun tek isteği vardı. O da Rabbinin rızasını kazanmaktı. Üç gece aynı odada uyudum kendisiyle… Gece saat 03.00’de uyanıp namaz kıldıktan sonra Muhammed ümmetine bir saat dua ediyordu... Vuslata çıkışı, yolcu edilişi nasıldı dedim. Amerika’da yıllarca Nur Hizmeti’nde bulunmuş bu ağabeyi kimler uğurladı dedim. Ali Ekber Kalınkara, Mehmet Fırıncı ağabey vardı dedi.

Bir taraftan neden diğer ‘Nur dostları’ yoktu dedim içimden. Diğer taraftan da Mehmet Fırıncı ağabey varsa yetmez mi? Üstadın temsilcisi değil mi dedim!

Hüseyin Demirkan üstadı ben Emin Otomotiv’de çalıştığım dönemlerde tanıdım. Emin Üstün Beyin özel ilgisine mazhardı. Ümraniye Çakmak’ta Emin Otomotiv’in o zamanki merkezine gelirdi.

Bu dünyadan geçmişti artık Hüseyin Demirkan… Kendinden de…

Çilesini doldurmak derdindeydi..

Dilinde dua vardı hiç eksilmeyen… Yemekhaneden içeri dalar birden dua etmeye başlardı…

Ofislerimize gelerek yaptığı da olurdu… Oturmazdı… Hareket halindeki bir dua makinesi gibiydi adeta… Elinde tespihi ile bir görünür bir kaybolurdu…

Yıldızların Esrarı yerine Hüseyin Demirkan’ın esrarı demek daha doğruydu belki…

Yukarıda söylediğim vefasızlık tanımına girmeyen benim gördüğüm yazıda adı geçen iki kişi var: Emin Üstün ve Ali Ekber Kalınkara. Hak onları ödüllendirsin!

Haberi aldığım o günden beri içimde dönüp duran bir sancı vardı. Rahat edemedim bir türlü…

Sığınacağım bir liman, beni susturacak bir emzikte bulamadım.

Zafer Dergisinin Mart 2012 sayısı elime geçti bugün… Editör yazısının sonuna Hüseyin Demirkan’ın vuslatı NOT olarak düşülmüştü. Dergi vefa örneği sergilemişti okuyucularına duyurarak. Orada geçen “Dualarımızda unutmayacağız inşallah” cümlesi içimdeki sancıyı dışarıya vurmama sebep oldu.

Zafer dergisine teşekkür ederim.

Değerli üstat Hüseyin Demirkan’a cezbesini yaşadığı Efendimize ve aşkıyla yandığı Ehl-i Beyt’e komşu ve yâr olmasını niyaz ediyorum.

Vuslatın kutlu olsun ağabey!..

HABER NAME/ 21.03.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolat 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum