Ünal SADE
Yargı kararlarına “uymak” mı “saygılı olmak” mı?
Yargı kararlarına “uymak” mı “saygılı olmak” mı?
Her yerde kaos, her konuda kargaşa...
Temel sebep: Olayları ve konuları değerlendirme tarzımız tamamen ideolojik.
Bu bağlamda “Yargı Kararlarına Saygılı Olmak” konusu da tam bir çıkmaza saplanmış durumda...
Ne zaman hukuksal konular gündeme gelse herkesin ağzında aynı terane “Yargı Bağımsızlığı”...
Yargının bağımsız olmasının altını çizenler “yargının tarafsız” olması gereğinden hiç bahsetmiyor.
Danıştay’ın son kararını ele alalım. Danıştay 8.Dairesi 2010 Ales sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemenin yürütmesini 12 Ocak 2011’de oy birliği ile durdurdu.
İşin özü şu, daha önceki kılavuzlarda yer alan fotoğrafın başı açık olması ve “başı açık sınava girilmemesi halinde sınavın geçersiz sayılacağı” ibareleri bu kılavuzda yok diye “kılavuzdaki söz konusu düzenleme” durdurulmuş.
Nedense hak ve özgürlükleri ilgilendiren bu tür kararlar hep oy birliği ile alınıyor. Hiç farklı görüş olmadan.(Danıştay’ın deyimiyle “Ayrışık Oy” olmadan) Bu da ayrı bir ilginçlik...
Danıştay kararında “türban” konusunda bilinen klasik bahaneleri sıraladıktan sonra bir kriminal saptama yapmış. Sınava başörtülü girilirse “fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı gibi sınav güvenliği açısından da olumsuz sonuçlar yaratabilecek” bir sonuç ortaya çıkarmış.
Danıştay kararı YÖK Başkanını, Başbakanı, Devlet Bahçeli’yi, Bülent Arınç’ı ...ve pek çok ilgiliyi hayrete düşürmüş. Üzmüş. Tabii ki tepkilerde peş peşe kamuoyuna sunulmuş.
İktidara geldiğinde “Başörtüsü” sorunun kökten çözecek olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hemen olaya müdahil olmuş.
İktidara geldiklerinde başörtüsü ile üniversitede eğitim görme sorunu çözeceğini söyleyen ama bunun nasıl olacağı konusunda bir türlü “ışık” vermeyen hatta farklı yerlerdeki beyanlarında bu söyleminden şüphe duymamıza sebep olan Sayın Kılıçdaroğlu bırakın başörtüsü ile üniversitede okumak lisans üstü eğitim için gerekli bir sınav olan “ales” sınavına alınmalarına bile destek verememiş.
Hatta kararı eleştirenlere kükremiş: “yargı kararlarına saygı duyun”...
Bence şahane bir de sesleniş yapmış Sayın Başbakan’a:
“Sayın Başbakan’ın yargı kararını hukuksuzluk olarak nitelemesi doğru değil. Eğer siz yargıya saygılıysanız verdiği karara da saygı duyarsınız. O kararı eleştirirsiniz ama hukuksuz bir karar diye söylerseniz, o zaman uygulamayın. Yargıyı mı kaldıracaksınız, yargıya karşı önyargılı olmak doğru değil. Yargı kararları eleştirilebilir ama o eleştiride de belli bir dozu korumamız gerekiyor.”
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında iki şeyin altınız çizdim.
- Yargı kararlarına saygılı olmak,
- Yargıya karşı önyargılı olmak,
Kılıçdaroğlu ve ekibi bu argümanları çokça kullanıyorlar:
İlhan Cihaner ve Çetin Doğan tartışmalı bir süreçten sonra tahliye ediliyor. Kılıçdaroğlu hemen kamuoyu önünde “Yargı kararlarına karşı hepimizin saygı duyması lazım. Eğer serbest bırakılmışlarsa bunun bir nedeni vardır.”
Aynı Kılıçdaroğlu 2.Ergenekon davasının tutuklu sanığı Prof.Dr. Mehmet Haberal’ın tedavisiniz sürdüğü hastane odasının aranmasına hemen feveran ediyor.
''Sayın Başbakanın, hükümet yetkililerinin kendilerine sorması gerekir. 'Acaba yoğun bakımda yatan bir hastanın odası 6 buçuk saat aranır mı, aranmaz mı?' Doktor gözetiminde olmaksızın bir başka kişinin girmesi doğru mudur, değil midir? Eğer bunlara 'doğrudur' diyorlarsa, yapılanlar da doğrudur. Eğer 'hayır bunlar yanlıştır, böyle bir şey olmaz...' Her isteyen elini kolunu sallayarak yoğun bakıma giremez. En azından yoğun bakım ünitesinin gerektirdiği koşulların kavranması lazım bir üçüncü kişinin oraya girmesi için. Öyle anlaşılıyor ki bunların hiçbirine uyulmadı. Türkiye zaten bir hukuk devleti olmaktan süratle uzaklaşıyor. Bunları da artık olağan karşılamaya başladık.''
Hani yargı kararlarına saygılı olacaktık ve “önyargılı” olmayacaktık.
Ergenekon davası sürecinde nedense bu ilkeler sanki askıda. Nerede bir arama yapılsa, nerede bir gözaltına alma süreci işlese yaygara başlıyor. İnsan haklarından dem vuruluyor, siyasal karar eleştirisi yapılıyor.
Sanırsınız bu süreçler yargı tarafından değil de hükümet tarafından yürütülüyor.
Haberal’ın odası aranırken sanki orada bir yargı kararı yok.
Türkan Saylan’ın evi Sabih Kanadoğlu’nun evi arama yapılırken, ÇYDD’de arama yapılırken ortada bir “yargı” kararı yok. Yargıç kararı olmaksızın bu işlerin yapılmadığı sanki birilerince bilinmiyor.
Sanki bu aramalar siyasal iktidar tarafından yapılıyor.
Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün evi aranırken Gürüz’ün evine destek vermek amacıyla CHP milletvekilleri Nesrin Baytok ve Nur Serter’le birlikte gelen CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş de şu sözleri söyleyebiliyordu: ”Maalesef Ak Parti iktidarı kendisine muhalefet eden kendi yanlışlarını kamuoyuyla paylaşan herkesin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi bir Ergenekon kılıcını sallamakta. Bu kılıç döner kendilerini vurur”
Mantık hep aynı. İşine geldiği zaman “yargı kararlarına saygı-yargı kararlarına karşı ön yargılı olmayalım” teranesi, işine gelmediği zaman “Demoklesin Kılıcı”.
İşine gelmediği zaman bırakın saygı duymayı yargıyı etkisiz hale getirecek çözüm arama...
Danıştay kararının ardından Genel Başkanları aracılığıyla bizleri “yargıya saygıya davet eden” CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un çıkışını hatırlayalım. ADD Başkanı Tansel Çölaşan’la birlikte Silivri Cezaevi’ne giderek Ergenekon sanıklarına destek veren Batum;
Hem Ergenekon sanıkları Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın CHP’den milletvekili olmaları sağlama ( bu yolla yargıdan kurtarılmalarını) arzusunu dile getirmiş hem de:
“Biz 50 bin kişiyle Silivri'ye gitseydik 'gelenler açıkta duracaklar, içeri kadar giremeyecekler' diye karar almaya cesaret edemezlerdi. 50 bin kişi, bunu kuracağız şimdi. Biliyorum ki sizler bunu örgütlersiniz, korkmazsınız da...”
Sözleriyle yargıyı baskı altına alma hayalini ortaya koymuştur.
Bu sözlere Denizli’den yorumlayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu "Her talebe saygılıyız, niye böyle bir talep geldi diye bir şey diyemeyiz ama sonuçta karar verecek olan parti organları" diyerek açık kapı bırakmış daha sonra kamuoyundan gelen tepkiler üzerine her zamanki gibi “çark” etmiştir.
Özetle “bizim oğlan bina okur” misali hep aynı yere geliyoruz. İşlerine geldiği zaman yargıya saygılı olmamızı isteyenler işlerine gelmediği zaman bırakın saygılı olmayı yargıyı baskı altına almayı, yargı kararlarını etkisiz hale getirecek çözümleri kendi adlarına aramaya devam ediyorlar.
Yeri geldiği zaman “Anayasa”ya saygı duymamızı istiyorlar. Yeri geldiğinde de %58 halk desteğiyle gerçekleşen değişiklikle alay ediyorlar.
Kısa zaman aralığında gösterdikleri samimiyetsizliğin ve çelişkilerin fark edilmediğini sanıyorlar.
Onlar derslerini ilk seçimlerde alacaklardır. Ancak son söz olarak şunu ifade etmekte yarar var. Evet yargı kararlarına “uymak” zorundayız ama “saygı” duymak zorunda değiliz...
unalsade@mynet.com
Not:Bu yazı CHP'nin yargı kararlarına bakışındaki çifte standart BaşlığıylaYeni Şafak Gazetesinde de yayınlanmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.