xxx33
Yalnızlığın ve bilgisizliğin en etkili ilacı kitaptır...
Dedem ölüm döşeğinde annemi yanına çağırmış.
- Emine ben çok şanslı bir insanım, hayatta çok iyi, çok yakın bir arkadaşım oldu, demiş.
Annem arkadaş sahibi olmanın anlamını anlatmak için, babasının kendisine söylediği son sözleri hatırlatırdı hep.
Geçenlerde Beşir Ayvazoğlu'nun yazdığı "Peyami " biyografisini okurken, sayfaların arasından, arkadaşlık üzerine farklı ve ufuk açıcı bir anlatım çıktı:
Peyami Safa 1956'nın 30 Nisanında yayınlanan yazısında Sir John Lubock'un "Hayatın İdaresi" kitabından şu alıntıyı yapmış:
- "En iyi arkadaşlarım kitaplarımdır. Onların bulunduğu yerde istediğim gibi eğlenmeme müsaade ediniz. Orası benim için bir hükümdar sarayı, her istediğim saatte dünyanın bütün sanatkârları, filozofları ve ilim adamları ile konuşabileceğim bir yerdir. Bazan da krallar ve imparatorlarla konuşurum. Fikirlerini tenkit ederim. Eğer meşru değilse zaferlerini tezyif eder, haklarında şiddetli hükümler veririm. Haksız dikilen heykellerini kırarım."
Peyami Safa "Okumak Saadeti" başlığını koyduğu yazısında, Lubock'un kitaplar hakkındaki düşüncelerine, kendi düşüncelerini de şöyle eklemiş:
"İşte değneksiz, acı söz söylemeden, öfkelenmeden, hediye ve para istemeden bize bilgi veren hocalar. Onlara yaklaşırsanız uyumadıklarını görürsünüz. Sual sorarsanız, sizden bir şey gizlemezler. Eğer bir şeyi bilmezseniz sizinle alay etmezler."
Yalnız ve bunalmışlar için
Ekonomik krizin insanları bunalttığı ve siyasetin kavga ile kamplaşma üzerinde sürdürüldüğü bu günlerde, kendilerini yalnız hisseden bunalmış insanların yakınmalarını eskisinden daha sık duyuyorum.
Yalnızlığın da, bunalmışlığın da ve kararsızlığın da en iyi çözümünün kitaplarda bulunduğunu hatırlatmalıyım.
Yazdığı romanlarla bizleri yalnızlıktan defalarca çıkartan Elif Şafak da, dünkü Zaman'da "Okumak veya Okumamak" diyerek kitaplar üzerine yazmıştı.
Flaubert'in "Yaşamak için okumalı" sözünden giderek "Yaşıyorsan, düşünüyor, merak ediyor ve hayal kuruyorsan, kitapsız bir dünya mümkün olabilir mi?" diye soruyor ve sonra şu acı gözlemini seslendiriyordu Elif Şafak:
- "Flaubert, bu çağda yaşıyor olsaydı o çok sevdiği kitapların yeterince okunmadığına, kitap sayfalarının yerini bilgisayar ekranlarının aldığına tanık olacaktı. Belki de karamsarlığa kapılacaktı. Zira kitaplar yavaş yavaş ama adeta önlenemez bir şekilde gençlerin dünyasından çekiliyor. Yerlerini bilgisayar ekranları alıyor. Ve bilgisayar söz konusu olduğunda, internetten elde edilen bilginin kalitesi, güvenilirliği o kadar tartışmalı ki..."
İnternetin bilgiye ulaşmak için açtığı ufuklar, görmezden gelinebilecek çapta değil.
Ayrıca kitapların hepsi de doğru ve kaliteli bilgiler vermez.
Ama tabii ki "okumak" okuyanlar için yaşamaktır, yalnızlıktan kurtulmaktır...
Miklas'ın tarihi yanılgısı
Yazdığı kadar okuyan ve bizi unutulmuş kitaplıkların arasında gezdiren medya arkeologu ve romancı Selim İleri, son yazısında Thomas Mann'ın oğlu Klaus Mann'ın romanından tiyatroya uyarlanan "Mefisto" dan, Nazizm ve Hitler hayranı Miklas'ın şu tiradını alıntılamıştı:
- "... Yahudilerden nefret ediyordum, çünkü bize 'Yahudiler giderse, kapitalizm de gider' diyorlardı... Oysa şimdi görüyorum ki birçok Yahudi'nin Almanya'dan ayrılmış olmasına rağmen sermaye şimdiki kadar hiçbir zaman imtiyazlı olmadı. Yahudi profesörler üniversiteden kapı dışarı edildi, ama üniversitedeki işçi çocuklarının sayısı artmadı. Yahudi yargıçlar görevlerinden alındılar, ama adalet eskisi gibi yoksulları cezalandırıyor. (...) Aldattınız bizi, öfkemizin yönünü değiştirdiniz, şimdi bizi onurumuzdan etmek istiyorsunuz... Zavallı, zavallı bizler! Ne yaptık böyle!"
Sloganlara, klişelere ve doktrin tüccarlarının iğvağlarına kapılmamanın yolu da okumaktan geçer. Okuyanlar kendilerine sunulan sahte cennetlerin yapay pırıltısına kapılmazlar.
Miklas gibi "Yanılmışız" diye dövünmezler sonunda.
Bana "okuma bağımlılığı" nı aşılayan annem ve babam, meğer hayat boyu sürecek arkadaşlıklarımın da mimarlarıymış.
- Emine ben çok şanslı bir insanım, hayatta çok iyi, çok yakın bir arkadaşım oldu, demiş.
Annem arkadaş sahibi olmanın anlamını anlatmak için, babasının kendisine söylediği son sözleri hatırlatırdı hep.
Geçenlerde Beşir Ayvazoğlu'nun yazdığı "Peyami " biyografisini okurken, sayfaların arasından, arkadaşlık üzerine farklı ve ufuk açıcı bir anlatım çıktı:
Peyami Safa 1956'nın 30 Nisanında yayınlanan yazısında Sir John Lubock'un "Hayatın İdaresi" kitabından şu alıntıyı yapmış:
- "En iyi arkadaşlarım kitaplarımdır. Onların bulunduğu yerde istediğim gibi eğlenmeme müsaade ediniz. Orası benim için bir hükümdar sarayı, her istediğim saatte dünyanın bütün sanatkârları, filozofları ve ilim adamları ile konuşabileceğim bir yerdir. Bazan da krallar ve imparatorlarla konuşurum. Fikirlerini tenkit ederim. Eğer meşru değilse zaferlerini tezyif eder, haklarında şiddetli hükümler veririm. Haksız dikilen heykellerini kırarım."
Peyami Safa "Okumak Saadeti" başlığını koyduğu yazısında, Lubock'un kitaplar hakkındaki düşüncelerine, kendi düşüncelerini de şöyle eklemiş:
"İşte değneksiz, acı söz söylemeden, öfkelenmeden, hediye ve para istemeden bize bilgi veren hocalar. Onlara yaklaşırsanız uyumadıklarını görürsünüz. Sual sorarsanız, sizden bir şey gizlemezler. Eğer bir şeyi bilmezseniz sizinle alay etmezler."
Yalnız ve bunalmışlar için
Ekonomik krizin insanları bunalttığı ve siyasetin kavga ile kamplaşma üzerinde sürdürüldüğü bu günlerde, kendilerini yalnız hisseden bunalmış insanların yakınmalarını eskisinden daha sık duyuyorum.
Yalnızlığın da, bunalmışlığın da ve kararsızlığın da en iyi çözümünün kitaplarda bulunduğunu hatırlatmalıyım.
Yazdığı romanlarla bizleri yalnızlıktan defalarca çıkartan Elif Şafak da, dünkü Zaman'da "Okumak veya Okumamak" diyerek kitaplar üzerine yazmıştı.
Flaubert'in "Yaşamak için okumalı" sözünden giderek "Yaşıyorsan, düşünüyor, merak ediyor ve hayal kuruyorsan, kitapsız bir dünya mümkün olabilir mi?" diye soruyor ve sonra şu acı gözlemini seslendiriyordu Elif Şafak:
- "Flaubert, bu çağda yaşıyor olsaydı o çok sevdiği kitapların yeterince okunmadığına, kitap sayfalarının yerini bilgisayar ekranlarının aldığına tanık olacaktı. Belki de karamsarlığa kapılacaktı. Zira kitaplar yavaş yavaş ama adeta önlenemez bir şekilde gençlerin dünyasından çekiliyor. Yerlerini bilgisayar ekranları alıyor. Ve bilgisayar söz konusu olduğunda, internetten elde edilen bilginin kalitesi, güvenilirliği o kadar tartışmalı ki..."
İnternetin bilgiye ulaşmak için açtığı ufuklar, görmezden gelinebilecek çapta değil.
Ayrıca kitapların hepsi de doğru ve kaliteli bilgiler vermez.
Ama tabii ki "okumak" okuyanlar için yaşamaktır, yalnızlıktan kurtulmaktır...
Miklas'ın tarihi yanılgısı
Yazdığı kadar okuyan ve bizi unutulmuş kitaplıkların arasında gezdiren medya arkeologu ve romancı Selim İleri, son yazısında Thomas Mann'ın oğlu Klaus Mann'ın romanından tiyatroya uyarlanan "Mefisto" dan, Nazizm ve Hitler hayranı Miklas'ın şu tiradını alıntılamıştı:
- "... Yahudilerden nefret ediyordum, çünkü bize 'Yahudiler giderse, kapitalizm de gider' diyorlardı... Oysa şimdi görüyorum ki birçok Yahudi'nin Almanya'dan ayrılmış olmasına rağmen sermaye şimdiki kadar hiçbir zaman imtiyazlı olmadı. Yahudi profesörler üniversiteden kapı dışarı edildi, ama üniversitedeki işçi çocuklarının sayısı artmadı. Yahudi yargıçlar görevlerinden alındılar, ama adalet eskisi gibi yoksulları cezalandırıyor. (...) Aldattınız bizi, öfkemizin yönünü değiştirdiniz, şimdi bizi onurumuzdan etmek istiyorsunuz... Zavallı, zavallı bizler! Ne yaptık böyle!"
Sloganlara, klişelere ve doktrin tüccarlarının iğvağlarına kapılmamanın yolu da okumaktan geçer. Okuyanlar kendilerine sunulan sahte cennetlerin yapay pırıltısına kapılmazlar.
Miklas gibi "Yanılmışız" diye dövünmezler sonunda.
Bana "okuma bağımlılığı" nı aşılayan annem ve babam, meğer hayat boyu sürecek arkadaşlıklarımın da mimarlarıymış.