Erol BATTAL
VATANDAŞLAR, HALKA İNECEKMİŞ
Ömer Seyfettin’in Efruz Bey kitabını okudunuz mu? Okumadıysanız, okumanızı öneririm. Kitabın kısa özeti: Ahmet Bey, kalem dairesinde çalışan bir memurdur, ancak büyük adam numaralarındadır. Hürriyet ilan edildiğinde etrafındakiler, Onu, Hürriyet kahramanı sanarak omuzlarına alıp “Yaşa! Var ol! Sen bir Jön Türk’sün” der ve kendilerine lider ilan ederler. Hâlbuki O, sıradan bir kalem memurudur. Kendinin bir Jön Türk, bir hürriyet kahramanı olmadığını bildiği halde, gösteriş ve şöhret için, işi bozuntuya vermez. İşi büyütür, kendisini filozof, yazar, şair, fen adamı, zengin, büyük adamların dostu olarak gösterir. Meydanlar da hürriyet, adalet, eşitlik gibi konularda nutuklar atarak etrafına birçok taraftar toplar. Ünü her tarafa yayılır. Artık anlamını bilmediği, ne olduğundan habersiz olduğu birçok konuda konuşmaktadır. Davranışlarını, giyimini, kuşamını, konuşmasını etrafındakileri beğenmemecesine alafrangalaştırmıştır. İsmini de değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bunun için, Jön Türklerden de haberi tam olmamasına rağmen, “Bize Jön Türk derler, bizi kimse tanımaz, ismimizi kimse bilmez” der ve kendisine; şöhretine ve o günün hürriyet ortamına uygun bir isim bularak aslında isminin Ahmet değil, Efruz olduğunu söyler. Ünü daha da yayılmıştır. Her yerde ondan bahsedilir. Bunu duyan İttihat ve Terakki Cemiyeti onunla tanışmak ister. Efruz Bey, Cemiyet hakkında bir bilgisi olmamasına rağmen, yine de davet edildiği için Cemiyete gider. Merkez Kurulu, onun bir palavracı olduğunu hemen anlar. Ve onu kısa süreliğine hapse atarlar…
Öğretmenlik yaptığım lisede öğrenciler kitap okur ve o okuduklarını sınıfta birbiriyle tartışırlardı. Bir gün kız öğrencilerimden biri, Efruz Bey’i okumuştu. Sınıfta kitabı özetliyor, değerlendirmelerde bulunuyordu. Ancak sanki kavga eder gibiydi. Efruz Bey’den kinle nefretle bahsediyordu. “Kızım ne bu şiddet, bu celal, sakin ol!” dedim. “Nasıl sakin olurum hocam, bu züppe kendini ne sanıyor, ne kadar iğrenç bir tip” deyip Efruz Bey’in alafranga davranışlarını sıralamaya başladı. Öğrencimin tepkisi Efruz Bey’in kendisi olmayan davranışlarına ve kendini etrafındakilerden üstün görmesineydi. Ve toplumun Efruz Bey tipindeki kimselere karşı tavrının ortalamasını yansıtıyordu.
Efruz Bey tipindeki adamları biz her zaman gördük. Onlar, kendilerini toplumun üstünde gören, topluma tepeden bakan, insanlara doğruyu ancak kendilerinin öğreteceğini, kendilerinin bilgili, halkı cahil ve nasıl davranması gerektiğini bilmeyen kimseler olarak gören tiplerdi. Geçmişte ülkenin bütün imkânları bu tiplerin elinde olduğu için, kendilerinden tiksinildiğinin farkında olmadan yaşayabiliyorlardı. Onların halka selam vermesi, sofrasından ayakta bir lokma alması bir lütuf gibi sunulurdu. Ancak bugün bu tipler, sadece filmlerin, parodi programlarının komedi unsurları olarak insanların karşısına çıkabilmektedirler.
CHP Kongresi sonrası CHP’lileri ve onun yandaşı gazetecileri izlerken aklıma, Efruz Bey ve kitapla ilgili yukarıda bahsettiğim olay geldi. Hepsi, “Bundan sonra, artık halka ineceğiz ve onların oyunu alacağız, çünkü yeni liderimizin tipi halka benziyor” diyorlar. Halk dedikleri de, daha az gelirli insanlar olsa gerek ki; örneklerinde Sultanbeyli’den, Esenyurt’tan, Kâğıthane’den, Güngören’den overlokçu kızlardan bahsediyorlar. Onlara 500 TL maaş bağlayacaklarmış ve onların oyunu alacaklarmış.
Gerçekten bir kimse kendi halkına bu kadar yabancı olabilir, kendi milletine bu kadar uzak düşebilir, kendi insanını bu kadar az tanıyabilir mi?
Bunlara, “Sayın Efruz Beyler, siz kimsiniz. Siz uzaydan mı geldiniz. Sizi bu millete, bu kadar turist düşüren, sizin genleriniz mi? Siz hiç aşk filmi de mi izlemediniz, roman da mı okumadınız” diye sormak lazım.
Peki, bunların bu özgüveni nereden geliyor?
Bunlar; onlarca yıldır, bu milleti kamplara ayırıp, kendi hegemonyalarını kurmaya çalışmış, halka ihtiyaç duymadan darbelerle hâkimiyetlerini sürekli kılmış, hep önemli adam olarak lanse edilmiş tiplerdir. Ancak bugün geldiğimiz noktada, o kendilerine sürekli iktidar sağlayan darbelerin; Sarıkız, Eldiven gibi denemeleriyle artık bu kadar kolay olmadığını anlayınca; ‘plajları doldurup, vatandaşlara yer bırakmayan halka’ inmeye; yani sofrasına oturmaya değil, sofrasından lokma almaya karar vermişlerdir.
Peki, halka nasıl inecekler. Halk kim, biliyorlar mı?
Sözlerinden şunu görüyoruz ki, halk olarak tanıdıkları; evlerindeki hizmetçileri, bahçelerindeki bahçıvanları, kapılarındaki kapıcıları, sepetlerine gazete bırakan bakkalları. Emin olun kapıcılarını, bakkallarını, bahçıvanlarını, berberlerini yaptıkları işin dışında, bir tanısalar, kendi zavallılıklarının farkına varacaklardır. Ama onları bile tanımaktan acizler.
Beyler siz halka 500TL maaş bağlayarak inemezsiniz. Eğer gerçekten kendinizi başka, halkın üzerinde bir varlık sanıp; halka inmeyi, onunla anlaşmayı, barışmayı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Eğer bu milletle barışacaksanız, önce halkın kendisi olmalısınız. İşte o zaman ne yapacağınıza daha sağlıklı karar vereceksiniz. Mesela mı?
Genel Merkez’de mescit açıp, Ramazanda çalışanlara iftar yemeği çıkarırsınız.
Hakkı Süha Okay’
Önder Sav, Hacca gidebilmek için Meclis kontenjanından faydalanmak ister
Hurşit Güneş, Tevfik İleri İmam Hatip Lisesi’ni ziyaret edip, 9/A sınıfında çocuklardan Kur’an-ı Kerim dinler.
Kemal Anadol, kurbanını bu sene İHH’ ya bağışlar.
Nur Serter, İstanbul Üniversitesi’ne “hangi hakla başörtülüleri almıyorsunuz” diye ziyarette bulunur.
Süheyl Batum, “Özgür-Der’in Milli Güvenlik Bilgisi dersleri kaldırılsın” kampanyasına, “Bu dersler, halkı jurnallemek için kullanılıyor” diyerek destek verir.
Oya Araslı, “Karma eğitim mecburiyeti anti demokratik ve pedagojik değil” diyerek Meclis Başkanlığı’na dilekçe verir.
Parti Grubu, darbeleri ve darbecileri kınayan bir bildiriyle, Anayasa değişikliklerini yeterli bulmamakla birlikte destekleyeceklerini açıklar.
Nuran Yıldız, askerlere basın açıklaması yazmaktan vazgeçerek, Enver Aysever ve Mehmet Faraç’la birlikte parti içi demokrasinin ülkenin demokratikleşmesine zemin hazırlayacağını savunur.
Partide gülsuyu sevip, kolonya kullananları kınayanlar, “onlar bizim halkımız” denilerek uyarılır.
Berhan Şimşek, “bölücülüğün karşısındaki en büyük güç Güneydoğu’nun İslam inancıdır” diye Genel Başkan’a medya huzurunda rapor sunar.
Parti Meclisi, geçmişle hesaplaşmak adına İstiklal Mahkemelerini lanetleyip, İskilipli Atıf Hoca’ya iade-i itibar için karar alıp Meclis’e yasa teklifi verir.
Partinin Gençlik Kolları, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri düzenler.
Mevlit Kandilinde Genel Merkez’in mesaj sisteminden kayıtlı üyelere kutlama mesajı gönderilir.
Parti Grubu adına önerge verilerek OYAK’ın faaliyetlerine “Dünyada böyle bir garabet yok” denilerek bir yasayla son verilmesi istenir.
Kadınlar Kolu, Necla Arat başkanlığında İstanbul’un Fethi’yle ilgili etkinlikler düzenler.
Gülsün Bilgehan, 27 Mayıs’ta Vatan Caddesindeki Menderes Anıtına çelenk koyup bir basın açıklamasıyla 27 Mayıs darbesini lanetler.
Derviş Günday, torunlarını yazın mahalledeki caminin Kur’an Kursu’na gönderir.
Şahin Mengü, “Parti olarak suçların şahsiliği prensibiyle hukukun üstünlüğüne inanıyor, saygı duyuyoruz” diye basın açıklaması yapar.
Muharrem İnce, “Din Kültürü dersleri Din derslerine dönüştürülerek, İslam Dininin rükünleriyle beraber namaz sureleri ezberletilmeli ve ders saati sayısı artırılarak, siyer bilgileri de konular arasına eklenmeli” diye kanun teklifi hazırlar.
Mustafa Özyürek, katsayı uygulamasının kaldırılmasıyla ilgili Danıştay kararlarının hukuka uygun olmadığını belirterek, CHP olarak bundan böyle bu yöndeki değişikliklere destek vereceklerini açıklar.
Gördüğünüz gibi beyler, bu halk başka bir yerde yaşıyor. Ona inmek şöyle dursun, ulaşmak bile çok zor. Hem bir de kendisini başka yerde görüp ulaşmak isteyenlere Efruz Bey muamelesinde bulunup, inmek isteyenleri değil, içinden çıkanları kendinden bilir.
Hülasa bu halka inmek mümkün olmadığı gibi, ulaşmak bile zor zanaat vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.