Umursamaz rolü yapmak

Milli takımımızın Çek zaferi sonrasında basın toplantısı düzenleyen teknik direktör Fatih Terim'in söylediklerine kulak verdiniz mi? Ya milli takımımızın bazı futbolcularının zaferden sonra yaptıkları ilk işin ne olduğunu duydunuz mu? Fatih Terim konuşmasının yarıya yakınını medya eleştirisine ayırmıştı, futbolcular da gazeteciler hakkındaki olumsuz düşüncelerini maçtan sonra el-kol işaretleriyle ifade ettiler.

Bunun nedenini gecenin bir vaktinde küfür ve eleştirilerden nasibini alan bir futbol yorumcusundan öğrenmiş olmalısınız. “Milli takım” dedi o yorumcu, “Bu maçı bize, yani Türk spor basınına rağmen kazandı.”

Futbol, ülkemizde en yaygın izlenilen spor dalı. Avrupa futbol şampiyonası maçlarını her gece toplam TV izleyicisinin neredeyse yarısı kaçırmıyor. Gazetelerin en kalabalık sayfaları da spora ayrılıyor doğal olarak ve hergün her gazetenin spor sayfalarında yüzlerce haber, onlarca yorum yazısı çıkıyor. Avrupa şampiyonası vesilesiyle biraz daha yakından izlediğim için biliyorum; mlli takımla ve futbolcularımızla ilgili haberlerin yarıdan fazlası olumsuz, yorumlar ise kişiselleştirilmiş tezviratlarla dolu.

Haber ve yazılar kişiye özel olsa, yazan yazdığı muhatabı da okuduğuyla kalsa bir şey değil, ancak yazılanlar tribünleri de etkiliyor. Her maça yenileceği hissiyle çıkıyor milli takım; oyuncunun en ufak bir hatası haber ve yazılara dayalı küfürlerle karşılanıyor tribünler tarafından...

Galibiyetlerin tadının çıkartılmasına izin vermeyen spor basınını oyuncunun ve teknik direktörün protestosu bu yüzden... Kendilerinin bu halini, sporcuyu sporcuya düşürmekten, sporcuyla teknik adamların ve tribünlerin arasını açmaya çalışmaktan hoşlanan bazı futbol yorumcuları da biliyor zaten.

Avrupa şampiyonasında canını dişine takarak mücadele veren, kendisine vereceği zararı düşünmeksizin her topa dalan futbolcu ile onun bu halini görmezden gelerek aşağılamaktan geri durmayan küçük hesapların adamları arasındaki ilişki, aslına bakılırsa, genel olarak Türk medyasının tavrını yansıtıyor. Yalnız spor basını değil politikayı uğraş alanı seçen medya mensupları da kişiselleştirilmiş yıpratıcılığı doğal bir davranış tarzı olarak benimsiyorlar. Gecesini-gündüzüne katarak hizmet verenler medyamızın gözünde 'olağan şüpheliler'; yalan, dolan, iftira fark etmiyor, tezviratın bini bir para.

Futbolcular veya teknik direktörün işi politikacılardan daha kolay, onlar hiç değilse galip geldiklerinde seslerini ve ellerini kullanarak mesajlarını iletebiliyorlar; aynı işi “Atış serbest” talimatıyla üzerine üzerine gidilen bir politikacı yapsın da göreyim bakayım.

Acaba politika sayfalarını hazırlayıp politik yorumlar yazanlar mı spor sayfalarını hazırlayıp futbol yorumları yazanları olumsuz etkiliyor, yoksa iki taraf da aynı yanlışlıktan mı besleniyor?

Medyanın içinde debelendiği boğucu hava politika yazanı da futbol yorumu yapanı da aynı derecede etkiliyor olmalı. Gazeteleri ilk sayfasından okuyan da önce arka sayfalarını açan da karşısına çıkacak haber ve yoruma inanmadığına göre sorun herhalde yapısal...

Patronların ekonomik çıkarları, beklentileri ön sayfaların içeriğini ister istemez etkiliyor; patronun dostunu dost düşmanını düşman biliyor çalışanlar... “Dalkavukların patlıcanın değil Sultan'ın dalkavuğu olduğunu” İncili Çavuş'tan biliyoruz; bu sebeple patronun tercihi değiştiğinde politika yazan habercinin ilgi alanı ve yorumcunun kalem sivriliği de farklı hale geliyor. Peki de, sporda yanlılık, taraf tutma milli maçları bile etkileyecek düzeye nasıl çıkabiliyor, orada etkili olan unsur ne?

Konuya fazla vakıf olmadığım için bu soruyu sormakla yetiniyorum.

Milli maçı spor medyasına rağmen kazanıyor milli takım, seçimi gazetelere rağmen kazanıyor siyasi partiler... Türk medyası bu itibarsızlıkla nereye kadar gidebilecek bakalım?

Bu durum hiç mi umursanmıyor gerçekten, yoksa işlerine umursamaz rolü yapmak mı geliyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar