Bilgin ERDOĞAN
Ubudiyetin Ruhu : Sadakat
Ubudiyetin Ruhu : Sadakat
Sadakat, mutlak sadık olan Allah'ı idrak etme hali. O, bir ahlâk-i nebevi, batıldan hicret ettiren saik, Hak yolcusunun yüreğindeki kutlu azık. Muvahhhid olmanın ön şartı. Bir yağmur o, yüreğin göklerinden inen iman tarlasına. Sadakat, kan vermektir bazen yeryüzünün damarlarına. Sadakat, verme ahlâkı ve kulak verme inceliği mazlumların feryadına. Sadakat, kâinat kitabının verdiği özet ders. O dersi verir yağmur dahi düşerken çatlamış toprağın bağrına. Toprak, sadakat dersi verir topraktan yaratılmış Âdemoğluna. Beslerken ve basarken bağrına. Sadakat, evrenin en gizemli fısıltısı yüreklerin kulaklarına. O bir hediye-i Rabbaniye bahşedilmiş olan insan fıtratına...
İblis, sadakatsiz olduğu için ebedi lanetli. Âdem bu yüzden kaybetti has bahçesini ve yine sadık kalarak kazandı kaybettiğini. Kabil, vicdanına sadık kalamadığı için kardeş katili olmuştu. Nuh, vahyin tasdik ettiği sadakat tablosu. Sadık olanlar bindi sefine-i Nuh’a ve buldular o dem ebedi kurtuluşu. Sadakat, İbrahim olmaktır aslında. Sahip olmaktır İbrahimce bir vicdana. Geçmektir can imtihanından, ateşe atılsa da ve kazanmaktır canan imtihanını teslimiyet ve vefayla. “Ve İbrahimmellezi vefa.” diyor Kur’an zira...
Sadakat, İsmail gibi teslim olmak âlemlerin Rabbine. Hakkı tutup kaldırmak için dilim dilim doğranmak bazen. Adalet için baş vermek Yahya gibi. Müfteri bir cemadat incitse de ruhunu, taviz vermemek asla iffetten ve aşktan Meryem misali. Yusuf olmaktır sadakat ve yüz çevirmek Züleyha’dan. İlkeli olmak, vazgeçmemek hayâdan ve ardan. Bazen de Yakup olup ümitvar olmak her dem istikbalden. Çileyi yudumlamak şerbet tadında ve Musa gibi beklemek o güzide nesli. Vazgeçmemek imanından, Ashab-i Uhdut gibi ateş çukurlarına atılsa da diri diri. Sadakat, sadık-u masduk olan o son nebinin en mümeyyiz keyfiyeti. Sadakat, kulluğun özet kelimesi.
Tevhid mana itibariyle hakikate sadık kalabilmek. Şirk en fena sadakatsizlik bu anlamda. Allah’a sadık kalabilmektir en büyük mesele zira. Mademki bir şeyden her şey yapan ve her şeyi bir şey yapan her şeyin yaratıcısı olan Allah’tır, o halde kulluk yalnızca ve yalnızca O’na yapılmalıdır, der tevhid akidesi. Ona yapılması gerekenin, başka şeylere yapılması anlamına gelen şirk, hem Allah’a hem de hakikate sadakatsizliktir. Sadık olmak muvahhid olmanın ön şartıdır. Batıldan ve tağuttan hicret edebilmektir. “La ilahe” demeden “illAllah” lafzının hükmü yoksa, sadık olmadan sabik olmanın da anlamı yoktur. Tevhid, bir sadakat manifestosudur kuşkusuz.
Salât günün muayyen vakitlerinde kulun Rabbinin huzurundaki esas duruşudur. Kul, salât ile idrak eder güçsüzlüğünü, muhtaçlığını ve kusurunu. Böylesi bir sadakat ahlâkı üzerine giydirilen namazdır ki; ancak şekli olmaktan çıkar ve kişiyi kulluk mertebesine yükseltir. Zira tevhid kişiye kadrini, salât ise haddini idrak ettirir. Tevhid ile insan eşref-i mahlûk bir halife olduğunu hatırlar salât ile Rabbinin karşısındaki acziyetini. Salât aslında bir vefa hareketidir. Mademki sensin beni yoktan vareden ve varların arasından seçip insan eden, el veren, ayak veren, göz veren, kulak veren, dil veren, dudak veren ve hepsinden mühim akıl ve iman bahşeden, öyleyse huzurunda eğiliyorum diyebilme idrakinin harekete yansıyan şeklidir. Salât, sadakat ahlâkının vazgeçilmez neticesidir.
Oruç, Allah’ın kelamına olan sadakattir. Ruhu doyurmak için bedenin aç kalır o kutlu ayda. Rabbe olan sadakatin bir başka anlatımıdır. Vahyin hakikatine yonelik bir vefa bilincidir oruç. Mu’nim olanı hatırlatan bir hususiyeti vardır bu ibadetin. Ekmeğe ve suya olan muhtaciyetini hatırlatarak sadık kalma bilinci verir haddini aşmaya meyli olan beşere. Sosyal anlamıyla yine sadakat ve vefa hissi uyandırır insanda. Toplumsal anlamda açların, yoksulların ve gurebanın halinden aç ve mahrum kalarak onları daha iyi anlama maksadı vardır. Bir adanma halidir o kutlu ayda tutulan oruç ve sadakat duygusundan bağımsız değildir asla.
İnfak, el Mun’im olan Allah’ın nimetlerini hatırlayan ve mülkün mutlak anlamda Allah’a ait olduğunu bilen bir kulun, sadakat ve vefa bilinciyle Rabbi için sevdiği şeylerden bir şeyleri verebilmesidir. İnfak eden sadık kul lisan-ı haliyle şunu der adeta: “Rabbim sen bana her türlü nimeti verdin, ben de sana senin bana verdiklerinden veriyorum.” Rabbe vefası olmayanın infakı olmaz. İnfak, nefsin en fena hali nifakın, panzehiridir. İnfak’ın farz olanına zekât denir. O tezekki olmak, yani manen arınmak içindir. Arınmak ise insanın vicdanına sadık kalmasıdır. Zaten nafile olan infak çeşidine sadaka denir. Zira sadaka insanın fıtratına sadık kalabilme yiğitliğidir. Dünyada yaşayan insanın, yasadığı dünyaya uzattığı sadakat elidir infak.
Hac ibadeti yine sadakat duygusunun bir neticesidir. O, Rabbin beytine olan sadakattir. Nasıl ki vefalı bir dost, dostunu ziyaret eder veya sıla-i Rahim yapar. Hac ise Allah’ın beytini ziyaret için sadık bir kulun yüreğinin dudaklarıyla “Lebbeyk Allahumme lebbeyk” diyerek kutlu bir yolculuğa çıkmasıdır. Hacer-ül Esved bir vefa busesidir, insanoğluna adamayı ve adanmayı öğreten, İbrahim’in biricik dava arkadaşı Hacer’e. Vahyin indiği topraklara ve vahyin baş müderrisi, Allah Resulü’ne olan vefadır bir de. Vefa yolculuğudur o ashab-I kirama. Sadakat duygusuna sahip yürekler, ancak çıkar böylesi bir kutlu yolculuğa.
İkra! Hitabı, sadık ol hitabıdır aynı zamanda. Zira ilim, hakikate sadık olmanın adıdır. Cehalet, hakikate olan sadakatsizliktir. Cihad ile çapulculuk arasındaki farktır sadakat ve vefa. Mücahid, sadık bir yolcudur Hak yolunda. Bundan dolayıdır ki, bu yolculuktan geri kalan Ka’b bin Malike bir ihtar gelmişti ve geri kalmıştı o üç kişi zira o kutlu seferden. Bir âyet nazil oldu yerlerin ve göklerin yaratıcısının adıyla. İhtar ediliyordu tüm ümmet, bu üç kişinin şahsında. “Ey iman edenler! Allah’ a karşı sorumluluk bilincinizin farkında olun. Ve olun ancak sadıklarla.” (Tevbe, 9/119). Sadakat şuuruyla nadim oldu o üç kişi. Öyle ki, bu nedamet gökleri inletecekti. Onlar vahyin dilinde ölümsüzleşecekti. Ka’b bin Malik, Hilal bin Umeyye ve Merare bin Rebi. Vahy nazil oldu ve kabul oldu tövbeleri. Zira tövbe, vicdana sadık kalabilmenin bir neticesiydi.
Sadakat öyle derin bir ahlâktır ki, o sadece, İnsan-Allah ve İnsan-İnsan ilişkisinde değil insan-eşya ilişkisinde de anahtar bir değerdir. Allah Resulu; “Uhud, bir dağdır, o bizi sever biz onu” der. Demek ki taş dahi seviliyormuş, O saduk u masuk nebinin dilinde. Öyle ya, Haceru’l-Esved bir vefa busesi değil miydi? Yunus “Sordum sarıçiçeğe” derken, ona hilkat kardeşi muamelesi yapıyordu, onu botanik bir ot görenlerin aksine. Said Nursi, Barla’daki çam ağacının o kadar çok seviyordu ki, beni mahkûm etsinler ama ağacıma dokunmasınlar diyordu. Zor günlerinde kendisiyle olan o ağacı vefa ve sadakatle yâd ediyordu. Üstad bir vefa dersi veriyordu, aziz ve sıddık talebelerine. Sadık olabilmektir maharet varlığın her türüne.
Yeryüzü beşiktir, vahyin dilinde halife olan insana. Onun için kâinat dahi lisan-ı haliyle vefa dersi verir Âdemoğluna ve her şey hizmet eder insanoğluna vefayla. Toprak, su, ateş ve hava. Hizmetine sunulmuştur insanın, tüm anasır-ı erbaa. O dahi ders vermektedir modern dünyanın kürtaj masallarına yatan vefasız analarına. Civcivleri için kendini çakalların önüne atan tavuk, sadakat dersi verir evinden çıkamayan halife-i ruy-i zemin olan insana. Sadakat irfan ve sadakat furkan… O, öyle bir Kur’ani ahlâktır, adaleti zulümden ayıran.
Sadakat yağmurdur ve gökler ötesinden iner, susuzluktan kurumuş mahsun toprağa. Sadakat vahiydir, Resul’un dilinden dökülen hakikate susamış yüreklere ve vicdanlara. Sadakat, Nuh olmak ve gemide yalnız kalmaktır bazen. Sadakat, Firavunlar kucağında büyüyen “çocuk Musa”nın çöllerde vaaz vermesi ve sine-i millete dönmesidir. Sadakat, adalete boş vermeyen Yahya’nın, adalet için baş vermesidir. Sadakat, zalim ve softa Ferisilerin işkencesine rağmen Hakka sadık kalabilmektir Zekeriya gibi. Sadakat, Sümeyye olmak ve parçalanmaktır hakikatin yüksek hatırına. Sadakat, toprağın damarlarına kan vermektir Allah adıyla. Sadakat, Ümmü Eymen ve sadakat annemiz Hatice. Sadakat, Ebubekir-i Sıddık’dır tek kelimeyle. Sadakat, Mus’ab bin Umeyr gibi kalkan olabilme şuurudur. Sadakat yüreğin biricik takvası. Sadakat, ashab-ı Kiramın özet ahlâkı.
Sadakat, Uhud sonrası yetimlere sahip çıkma ahlâkı. Sadakat, Gazze’ye uzanan el, sadakat Filistinli bir yetime sahip çıkma ahlâkı. Sadakat, Kerbela ve sadakat Mavi Marmara. O, yaşayan bir ahlâk insanlık var oldukça. Sadakatsizlik her türlü zulmün başı ve sadakat kul olabilmenin ölümsüz minhacı. O, kulluğun ruhu… Sözü, sadık bir şairin şiiriyle bitireyim:
İlahi! Ya ilahi! Ya İlahi!
Sensin padişahlar padişahı
Seni billahi bir bildim ki birsin
Şerikten hem nazirden sen berisin
Ayrı ayrı etseler de tenimi
Çevirmezem bu ikrardan dilimi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.