Ramazan KERPETEN
TSK’YI YIPRATMAK MI..?
Yakın zamanda Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dikkat çekici bir açıklaması olmuştu. Seferberlik Tetkik Kurulu’nda yapılan aramaları değerlendiren Cumhurbaşkanı Gül, “Kurumları haksız yere yıpratmayın” dedikten sonra, “…Özellikle TSK ile ilgili tasvip etmediğim yazılar çıkıyor. Sanki ‘Diyarbakır Emniyet Müdürünü biz vurdurmuşuz’ gibi...” demişti.
Gül, sözlerini: “TSK’ya lüzumsuz, haksız yakıştırmalar yapılıyor. Her kurumun içinde yanlış yapanlar çıkar. TSK, emniyet ve istihbaratı haksız yere yıpratmayın. Bunlar yanlış şeyler.” şeklinde tamamlamıştı.
Kurumların yıpratılmaması, özellikle de her kurum çalışanının buna azami dikkat etmesi, kurumuna halel gelmemesi için herkesin kılı kırk yararcasına yaşaması gerektiğine inan birisi olarak “amenna” diyorum.
Fakat sözlerin arasında geçen Gaffar Okkan suikastı meselesine gelince, adeta üzerimde bir cevap hakkı yükümlülüğü duydum. Lakin sözün neresinden başlayacağımı bilemedim açıkçası. Sözü söyleyen, Abdullah Gül gibi önem verdiğim bir devlet adamı olunca…
Kendisini bazı yurtdışı gezilerinde de görüntülü ve fotoğraflı olarak takip etmiş bir gazeteci olarak kendisini yakından tanıma fırsatı buldum. Tevazusu, alçakgönüllülüğü, sorumlu devlet adamı kişiliğiyle göz kamaştırıyor, görüştüğü yabancı devlet adamları yanında Türkiye’yi güzel temsil etmesiyle de insanın gururunu okşuyor.
Bunlar ‘yağ çekmek’ için değil, doğruysa doğru, yanlışsa yanlış!
Neyse, konumuza dönecek olursak;
Bir kere Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamasını, temsil ettiği makam itibariyle ‘yerinde’ görüyorum. Neticede kendisi ‘Cumhurbaşkanlığı’ görevi ile bütün devletin zirvesini temsil ediyor. Devleti temsil eden birisi olarak da devletin kurumlarına sahip çıkan ve herkesi makul yaklaşmaya çağıran bir açıklamada bulunuyor.
Fakat eski Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’in öldürülmesiyle ilgili olarak konuşmak isteyen Yıldırım Beğler’in açıklamasını haber yapmamızın gazeteciliğimizin bir gereği olarak görüyorum.
Kendisi bundan yaklaşık 6 ay önce bizi aramış ve başta Gaffar Okkan suikastı olmak üzere, bazı yaşanmış olaylar hakkında önemli açıklamalarda bulunacağını söylemişti. Yaptığımız bazı cesur ve objektif haberlerimiz kendisinin dikkatini çekmiş ve bu konuda konuşmak için bizleri en uygun isimler olarak belirlemişti.
Röportaj öncesinde, kendisinde sahip olduğu bilgileri paylaşması için ön bilgiler istemiştik. Daha sonra anlattıklarını süzgeçten geçirdik ve teyit ettik.
Daha sonra bir dostumuz vasıtasıyla gerçekleştirilen röportajda Beğler, bütün bildiklerini anlatmaya başladı. Tabii ki anlattıklarının bir kısmı yayınlanamadı, zira bazı şahıslara cevap hakkı doğabiliyordu. Hukuki gerekçelerle bu beyanların yayınlanması ileri bir tarihe kalıyor.. şimdilik.
Yıldırım Beğler, diğer bazı konularda olduğu gibi, Gaffar Okkan suikastıyla ilgili şahıs ve yer isimleri veriyor, somut olaylardan bahsediyor. Kendisi de bu yapılanmanın içinde bulunmuş olması ve de akabinde can güvenliği gerekçesiyle yurtdışına kaçmak zorunda kalması, sözlerini dikkate değer kılıyor.
Nitekim Okkan cinayetiyle ilgili olarak Beğler’in açıklaması münferit kalmadı. Hemen ardından gelen başka şahitlerin açıklamaları, Beğler’in sözlerini destekliyordu, Emekli Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tozlu’nun basına verdiği bilgiler gibi…
Daha önce röportaj yaptığım JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan da benzer şeylerden bahsediyordu…
Doğu ve Kürt meselesi konusunda derin analizleri olan ve her sözü Türkiye’de büyük yankı uyandıran fikir ve siyaset adamı Kemal Burkay da benzer detaylar veriyordu…
Olayı detaylandırmak ve de sizleri ayrıntılara boğmak istemiyorum…
Şimdi, burada altı çizilmesi gereken husus; öldürülmesi hep bir muamma olarak kalan, “Hizbullah yaptı” iddiasının da hep havada kaldığı bir noktada, onu öldürenlerin “devlet” olduğunu ya da “devletin organları”nın yaptığını iddia etmek haliyle büyük bir insafsızlık ve haksızlık olur.
Fakat birçok olayda görülmüştür ki, devletin bazı yetkilerini almış bir takım şahıs ve grupların çok keyfi tutumlara girdiği çok görülmüştür. Bunu yapanlardan bir kısmı, kendince bunu doğru bildiği için, ya da şahsi hesap ve çıkarları için yapmışlardır.
Devlet ise mevzu; Doğuda asıl devlet Gaffar Okkan gibi birisiydi!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin onuruna ve asaletine uygun olarak hareket eden rahmetli Okkan, Diyarbakır gibi önemli, stratejik bir yerde Türk ile Kürdü, Doğu insanı ile devleti barıştıran, kaynaştıran çok önemli işler yapmıştı. Doğudaki sisi- dumanı dağıtmaya çalışan bu hareketler, gerçek ve sorumluluk sahibi devlet profiliydi. Fakat sisli- dumanlı havayı seven birileri bundan belli ki çok rahatsız olmuştu. Çatışmadan, terörden, kandan beslenen birileri, onun halkı devletle barıştırmaya çalışmasının önünü almaya çalışmıştı anlaşılan...
Bunu yapan devlet değildi; çetelerdi, cuntacılardı!
Özellikle altını çizmiş olayım…
Şimdi,
Askerin veya özel bazı kuvvetlerin içerisinde buna tevessül edebilecek kimselerin olması, kesinlikle o kurumlara mal edilemez. Ancak, bu insanlara göz yumulursa, bu hukuk-dışılıklar hoş görülmeye ve devam ettirilmeye başlarsa.. işte o zaman çok tehlikeli olur! İşte o zaman o kurumlar zan altında kalır, yıpranır ve yapılan yanlışlar üzerimizde yapışıp kalmaya başlar. Buna da kimsenin müsaade edeceğine inanmıyorum. Çünkü halkın gözbebeği ve onuru olan bu kurumların özünden uzaklaşmasına ve yıpranmasına hiçbir vicdan sahibinin müsaade edeceğine inanmıyorum.
Sadece belli kurumlar mı..?
Mesela biz gazeteciler… Bu meslek grubu içinde de işini tetikçiliğe, şantajcılığa çevirmiş insanlar çıkmadı mı? Sürüyle..
Gazeteciler arasında cuntacılığa, darbeciliğe özenenler çıkmadı mı? Hatta bazıları şimdi Silivri’de sanık sandalyesinde oturuyor.
Demek ki her kurum ve meslek içerisinde, o mesleğin sınırlarını aşan birileri çıkabiliyor.
Cumhurbaşkanlığında bile böyle olmadı mı?
Cumhur’un başkanlığına talip bu makama birileri darbe ile geldi oturdu. Bunun adı ‘gasp’tır. Elinde çakıyla birisini durdursan, cebindeki bir lirasını alsan adamın, yıllarca hapis yatarsın! Devletin bu koca makamı gasp edildiğinde kim ne diyebildi? Bunun cezası ne olmalıydı sizce..?
Ya da bu makama geldikten sonra, mesaisinin çoğunu hükümetten ve meclisten gelen kanun tekliflerini reddetmekle geçirenler de oldu.
Ama yeri geliyor, Özal ya da Gül gibi Cumhurbaşkanları göreve vaziyet ediyor, makamın hakkı veriliyor.
Bütün görevler kutsaldır, mühimdir, onurludur.
Yeter ki hakkı verilsin.
Ama biz de gazeteciyiz. Haber değeri varsa, onun haberini yapmakla mükellefiz. Hele bir de bu; ülkemizin geleceğine ve güvenliğine ait ise… Bu ihmale gelmez.
Yoksa ilerideki nesiller bize hesabını sorar.
Devlet kurumları da; ileriki nesillerin kendilerinden hesap sormasını istemiyorlarsa, içlerindeki çürüklerden hesap sormasını bilmelidirler.
İşte, benim özlediğim ve sevdiğim devlet de budur..! (04.01.2010)
RAMAZAN KERPETEN – Stockholm/İSVEÇ
rkerpeten@gmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.