Tehlikenin farkında mısın?

Türkiye’de seçim sandığını millet önüne koyma zamanı yaklaştığında ülke tuhaf bir atmosfere giriyor. 17 Aralık’tan bu yana yaratılan algıya baktığınızda sanırsınız ki ülkenin başında güven duyulan güçlü bir Başbakan yok, o başbakanın ardında güçlü millet iradesi yok, ülke kaos ortamında.

Yolsuzluk davası olarak başlayan süreç devlet ve yönetim krizine dönüştü. Ortalıkta dolaşan belgeler, tehdit amaçlı gösterilen ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden cinsel içerikli kasetler, yalanlar ve iftiralar içerisinde yargı süreci yürütülmeye başlandı. Operasyon şekli tam manası ile yargısız infazın vuku bulmuş hali.

Adaletin sağlanmasının amaçlandığı söylenen süreç daha başlamadan adaletsiz ve kirli bir oyunun parçası haline geldi. Bu süreçte Başbakan Erdoğan 12 yıllık Ak Parti döneminin en zor imtihanını vermekte. Yıllardır beraber olduğu, yol arkadaşlığı yaptığı kişiler hiç de hoş olmayan tavır sergileyerek yollarını ayırdı. İdris Naim Şahin uzun açıklamalı istifasını sunarken Erdoğan Bayraktar da hiç yakışmayan bir üslup ve tavır ile hem Bakanlıktan, hem de Milletvekilliğinden istifa ettiğini açıkladı.

Zekeriya Öz’ün koordine ettiği bu operasyonun hedefi kamuoyu tarafından açıkça dillendirilmekte:“Erdoğan’sız Türkiye”.

Türkiye halkı aslında bir Deja vu yaşamakta. Muhalefet tarafından erken seçim çağrıları yapılırken asıl hedefin demokrasi dışı yollar ile iktidar olduğu anlaşılmakta. Muhalefetin ve muhalif çevrelerin iştahını kabartan sandık öncesi yolsuzluk iddiaları ile yıpratılmış hükümetin daha kolay “devrileceği” inancı yerleşmiş durumda.

Geçmişte olduğu gibi yine atanmışlar ile seçilmişler mücadelesi seyretmekteyiz. 12 yıldır demokrasi adına atılan ciddi adımlar bazı çevrelerin içerisinde illegal yollar ile iktidar olma aşkını söndüremedi. Eski alışkanlık ve hastalıklar belirli aralıklar ile nüksetmekte. Türkiye insanı Asker-Medya-Yargı üçlemi arasına sıkışmış bir demokrasi anlayışı ile yıllardır oyalanmakta. Millet ne zaman geleceğe dair ümitvari olsa, ne zaman kangrenleşmiş sorunlarının çözümüne inancı artsa, siyasete güven ortamı oluşsa, ülkenin bu üç aygıttan biri veya bir kaçı tarafından önü kesilmekte.

Dünya basınında çıkan haberler bu operasyon hedefinin ne olduğunu ve ne tarafa bakmamız gerektiğini tüm şeffaflığı ile ortaya koymakta. Yolsuzluk iddiaları ve Gülen-Erdoğan çatışması olarak tanımlanan süreçten “Erdoğansız Türkiye” senaryolarının yazıldığı sürece girmiş bulunuyoruz. Tuhaftır, Mustafa Sarıgül’ün CHP adayı olarak İstanbul Belediye Başkanlığı yarışına girmesi, aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Sarıgül CHP’ye Genel Başkan olmak isterse ben çekilirim” minvalinde açıklamalarının medyaya yansıması, Cemaat medyasının ise bu birlikteliğe destek olacağını açıkça belli etmesi operasyonun aslında ‘Yeni Türkiye’ye karşı yürütülen operasyon olduğu iddialarını güçlendirmekte.

Başbakan Erdoğan’ı despot, diktatör ve İslamcı olarak tanımlayan Batılı Analistler artarken karşısına Fethullah Gülen’i ılımlı Müslüman, İsrail ve Amerikan dostu olarak tanımlayan değerlendirmeler de artmakta.

Hiç  bir demokraside, en azından Batı tarzı demokrasilerde devlet adamı ile din adamı aynı minvalde değerlendirilmez. Bir papaz ile ülke Başbakanını siyasi yarışta değerlendirmek nasıl absürt ise, Fethullah Gülen Hocaefendi ve Başbakan Erdoğan’ı da siyasi bir mücadele içerisinde göstermek aynı ölçüde anlamsız ve yanlıştır. Batı bu denklemi kurarken bunu iyi niyetle yapmadığına şüphe yok.

Gülen hareketinin siyasallaştırılması Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkı değil, tam aksine zarar sağlayacaktır. Bir tarafta 4 seçim, 2 referanduma girmiş ve her seçimi başarı ile kazanmış bir siyasi parti, diğer taraftan şimdiye kadar tüm seçimlerde Ak Parti yanında yer almış, ancak bugün sert muhalif tavrıyla dikkat çeken Hizmet hareketi. Ortada asimetrik şartlarda yürütülen bir kavga var. Bu ayrışma Batı’ya cazip gelse de, toplum bu karşı karşıya getirmeyi kabul etmeyecektir.

Başbakan Erdoğan’ın Batı tarafından eleştirildiği konular ağırlıklı  olarak uyguladığı Türkiye çıkarlarını önceleyen dış politika ve bölgesel güç olma hedefi. Erdoğan’ın Ortadoğu ve İslam dünyasındaki rolü ve bölgesel sorunların çözümü noktasındaki angajmanı tasvip edilmemekte. En önemli sorulardan biri ise “Erdoğan’sız Türkiye” senaryosunda çözüm sürecinin uğrayacağı akıbet.

Kürt sorununu Başbakan Erdoğan dışında kimsenin çözemeyeceği fikrine Kürtler dahil herkes sahip. Tırmanan tansiyon çözüm sürecindeki ilerleme ile paralellik gösterdi. Kürtler ve parlamentodaki temsilcileri operasyon sürecine kuşkulu ve ihtiyatlı yaklaşırken cemaat medyasının hükümeti yıpratmak adına operasyonu sahiplenmesi çözüm sürecine olan desteğin bittiğinin göstergesi olarak da yorumlanabilir.

Operasyon başladığı günden itibaren ülke tüm devlet kurumları  ile yürütülen yolsuzluk operasyonuna kitlendi. Başbakan Erdoğan’ın “İstiklal Savaşı Operasyonu” olarak adlandırdığı bu süreç aslında önümüzdeki on yılda Türkiye’nin bölgesinde hangi rolü üstleneceğinin belirlendiği bir süreç olacak aynı zamanda. “Erdoğansız Türkiye” projesine destek amaçlı enstrümentalize olan her hareket Millet nezdinde kaybetmeye mahkûm. Güçlendirilmesi gereken Millet iradesi ve demokrasi kültürüdür, alternatif darbe girişimleri değil.

Bir ülkenin demokratikleşme serüveni, toplumun demokrasiyi kavrama ve içselleştirmesiyle paralel düzeyde ilerleme sağlar. Bireyselleşmeyi başarmış, sorgulamayı bilen, vatandaş olarak görev ve sorumluluklarının bilincinde toplum yetiştirmek önemli. Müslüman toplumlarda yaygın olan kolektif hareket etmenin yanı sıra birey olarak var olmanın değerini bilip savunmadığımız müddetçe birilerinin yönlendirme ve yönetme teşebbüsleri karşısında  irademizin ipotek altına alınmasına seyirci kalacağız. Modern ve demokratik toplumlarda bu kabul edilemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.