TASAVVUFTA GÜL VE LALE

Evreni yaradan Rabbim Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (sav) ile bu anlık yaşamımızda bizlerin yanında zaten her an olduğu gibi sembol densin ne denirse densin iki muhteşem çiçeğe de o cennet kokusunu kullarına Gül ve Lale ile Elhamdüllilah ulaştırmıştır.

Tasavvufta Lale Allaha açan olarak yorumlanır. Tasavvufi yönden lale eğlal olup; Eğlâl ise Yâsin Sûresi'nde "eğlâlen" şeklinde geçmektedir manası ise; boyunduruktur.

Rasûlullâh Efendimiz hicret edecekleri vakit kapıdaki müşrikleri etkisiz hâle getirmek için Yâsin Sûresi'nin bu âyetini okuyarak onlara bir avuç toprak atmıştı. Müşrikler bunun etkisiyle sanki boyunlarına boyunduruk geçirilmişçesine başlarını aşağıya indirememiş ve Efendimiz'i görememişlerdi. Onlar Efendimiz'i göremedikleri gibi gözleri kâinatın bütün hakîkatlerine âmâ olmuştur.

Bunun mukâbili olarak kalblerine Allâh lafzını yerleştiren ve istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da sanki boyunlarına nurdan bir halka geçirmişcesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş, onun neşvesiyle müstağrak bir hâldedirler. Aşığının kötülük ve pisliklerinden uzak, mâsivâdan arındırılmış bir gönülle herşeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ hâlindedirler

Lâlenin harfî manası "hilâl"e de ulaşmaktadır Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır, yıldızlarla semaya dururlar Bir semâzenin en makro hâlidir, hilâli çevreleyen yıldızlar..

Tasavufta aşk ve kul ;

Üzerimde aşkın pırıltıları olabilir belki..

Veya âşıkların in'ikasıyla bir kıvılcım görebilirsin yüzümde..

Bu yüzümde gördüklerin ancak bir gölge ve akisten ibarettir Ne özüdür, ne de kendisi?

Aynada yüzünü gördüğün vakit:

"-Bu zât benim gibi biridir ancak!" diyebilir misin?

Bir nehrin üzerine düşen yaprak için:

"-Bu ne güzel, ne berrak bir sudur " diyebilmen mümkün müdür? Sana berrak su diyebilmeleri için bulutların ötesinden dökülüp gelen ve nehre karışan bir yağmur damlası olman îcâb etmez mi?

İşte benim aşka yakınlığım onun akışıyla yönlenen bir yaprak kadar yakın, uzaklığım ise bir o kadar ondan ayrı bir cisim olup ona karışmamdaki zorluktan ve sırdandır.

Kültürümüzde gül, Peygamberimiz (sav)'in, Peygamberimize (sav) duyulan muhabbetin sembolüdür. Peygamberimize (sav) bir an muhabbetini kaybeden imanını kaybedeceğinden, yani Peygamberimize (sav) muhabbet duymak ile iman çok yakından ilgili olduğundan, gül aynı zamanda iman hayatımızın da sembolü sayılır. Gül, Peygamberimizin (sav) sembolü olduğu içindir ki Fatih O'na (sav) olan muhabbetini belirtmek için gül koklar. Onun içindir ki edebiyatımızda sevgililer hep güle benzetilir.

Gül, Peygamberimiz (sav)'in sembolü olunca, ad olarak da kullanılmıştır. Bu Gül (sav) sevgisi, "Gül, Gülbahar, Gülbeden, Gülistan, Gülhan, Gülşan, Gülcan, Gülten, Gülriz, Gülnur, Gülenaz, Gülay, Güler, Gülsever, Gülbey, Gülçin, Gülcihan vs." gibi, Peygamberimize (sav) muhabbetimizi ifade eden yüzlerce "gül"lü adı dilimize kazandırmıştır. Ve bu anlayış, Peygamberimiz (sav)'in sevgili zevcesi Hz. Aişe (ra)'nin adını, Peygamberimiz (sav)'in sembolüyle birleştirmiş Ayşegül yapmıştır. Anadolu'nun bazı yörelerinde de Gül'e (sav) öncelik verirler, Gülayşe, derler.

Ebced hesabında bir durum var lâle ile Lafzatullahın değeri ikisi de 66 ya tekabül ediyor; bu nedenlede laleyi Cenab-ı Hakk'ın simgesi olarak sayanlar vardır. Bazı yörelerimizde "işi altmış altıya bağlamak" deyimi hala kullanılır.

Biz millet olarak hilâli İslam'ın simgesi, haça karşı bizim simgemiz olarak görmüşüzdür. Hilâl kelime olarak ebced hesabına göre 66 ediyor.

Yani hilâl, lâle ve Cenab-ı Hakk'ın en muazzam ismi olan Allah lafzı, aynı sayı (66) değerindedir.

Lâle, hilâl ve Allah (cc) lafızlarının ebced değerinin aynı olmasından dolayı, kültürümüzde lâleye apayrı bir değer verilip sevgi beslenilmiştir.

Bir devre adını veren bu tefekkür simgesi çiçek, o dönemde 1108 çeşit renkte üretilmiştir.

Lâle’nin Osmanlılar tarafından çok sevilmesi sadece çok güzel bir çiçek olmasından dolayı değildir. Arapça harflerle yazıldığında Lâle kelimesiyle Allah lafzında aynı harfler kullanılıyor olmasındandır. Bir de Arap harfleriyle yazılan Lâleyi tersten okuduğumuzda Hilâl kelimesi ortaya çıkıyor ki bu da biliyorsunuz Osmanlı bayrağının, ambleminin sembolüdür.

Su Ve Gül Hikayesi

Su kendi halinde her yerde deli dumru gibi gezerken birgün masumca duruşu olan gülü görür. Gülün ona tılsımlı, sevgi ve hayat dolu bakışını, gül yüzünü görür. O an suyun içi bi hoş olur, tanımak ister, konuşmak ister. Nitekim tanışırlarda, arkadaş olmuşlardı çok da iyi anlaşıyorlardı. Gül suya aşık olduğunu hisseder ve bunu suya söylemekten utanır aslında suda da bişeyler varolduğunu hissediyordu ama bir türlü soramıyordu, çekiniyordu su az onunla ilgilense kırmızı yüzü daha da kızarıyor yanakları al al oluyordu. Birgün havanın en güzel olduğu güneşin üstlerine doğru geldiği bir gün de suda aşkını güle itiraf eder. Ben sana aşığım gül der. Gül bunu duyduğuna o kadar sevinir ki inanamaz, defalarca sorar sorar ve sorar. Gül yanılmamıştı. Hissettikleri doğru idi ve aşklarını o mutlu anı bir saniye bile geciktirmeden, ellerinden kaçmadan yaşamaya başlamışlardı. Gül daha da açılmış, aşkı onu daha da güzelleştirmiş olmalıki en görülmeyen yerde bile onu koparmak isteyenler olmuştu. Suyun içi korkuyordu çok korkuyordu ya gülü bir koparan olursa o kadar çok seviyorduki nasıl ayrılırdı, onsuz yapamazdı bu düşünce bile onu yıpratmaya yetiyor, hayattan kopuyor, gülden gün gün uzaklaşıyordu. Ona ilgisiz davranıyordu. Gül buna bi anlam veremiyordu suyun kendinden uzaklaşmasına şaşıyordu. Gülün artık o güzel yüzü solmaya gözündeki ışık sönmeye başlamıştı. Gül çok hastalanmıştı günlerden taki birgün su gülün o halini görünce telaşa kapılmış korkmuş hemen bi doktor bulmaya gitmişti. Gülün yanına geldiklerinde gülünün biricik aşkının öldüğünü görmüştü. Ağlıyor ağlıyor ağlıyordu sesi dünyanın her tarafına yetcek kadar bağırıyordu doktara neden öldü gülüm dedi??

Doktor suyun yüzüne bakarak dediki susuz kalmış. O an çılgına dönmüştü anladı ki suyun gülünden uzaklaşması onu öldürdü. Koparacaklar diye korkan su aşkını kendi elleri ile öldürmüştü.

İşte suyun feryadı duyduğumuz o sesi çığlık atışı o günden halen bugüne kulaklarımızda ve hayatımızdadır.

Ben diyorumki umut varsa ufacık bile? Aşkınıza tutunun yanında olun yalnız bırakmayın.

Gül- Lale Ve Bülbül Hikayesi

Bülbül küstü güle.

Saatlerce ötüyorum başucunda senden hiçbir ses gelmiyor; ben yapacağımı bilirim! dedi.

İntikam alırcasına lalenin başında ötmeye başladı.

Gül duysun ve kıskansın diye sesini iyice yükseltti bülbül.

Karanfil, papatya, menekşe, kardelen…

Çiçek adına ne varsa hepsi lalenin başına toplandı.

Kıskandılar laleyi. Kimse anlayamadı, neden?

Birden kıpkırmızı oldu lale. Bülbül iyice coştu.

Saatlerce öttü. Sesi kesildi. Artık ötecek hali kalmamıştı.

Döndü. Lakin gül yoktu ortalarda. Telaşlandı.

Gözyaşı içindeki orkideye sordu:

-Gülüm nereye gitti?

-Az önce öldü! Dedi orkide.

Bin pişmandı bülbül.

-Ama ben kıskandırmak istemiştim sadece, dedi.

Gözyaşlarını usulca sildi orkide ve belki en bilge duruşuyla:

-Hata yaptın bülbül kardeş. Gül, kırmızısını senin ötüşünden alıyordu.

Sen gidince ne kırmızı kaldı ne de gül.

Şimdi nerede kırmızı bir lale görürsen bil ki bir gül daha ölmüştür, dedi...

Lale

Gün yeni yeni salınırken tanyerinde, bir damla düşüyor mavi bulutlardan al bir lalenin yanağına. İşte hayat bu damlada gizleniyor. Sevgi de şefkatte bu damlayla bu yaprakta mühürleniyor;

Sen ıslak yanaklı bir laleye sokuldunmu hiç; usulca avuçlarına alıp ince belini, içine çektin mi suskunluğunu; onun güzelliği serin rüzgarlarla doldumu içine; o güzellik karşısında bir damla yaş kirpiklerinden yol bulup onun yüreğinde durakladı mı? Dudaklarının bir busesi var mı bir lalenin kadife yaprağına dokunmuş? Bağrına bastın mı biir lalenin ince kalbini sevgiye akan bakışlarını buldunmu onu izlerken. Kaç gönül kaldı ki saksısında laleler büyüten? kaç gönül gözü kaldı ki onların gözlerinde kilitlenen?

Sevgini yeryüzündeki renkleri çiçekler baharın sevgilisi nisanın ilk aşkı masumluğun sultanı, sessizliğin hilkati laleler.

Hazan bahçesinde umut yetiştirenler, dokunuşlarında sevgiye şiirler yazanlar lale vaktinde laleler gibi dirilip duaya duranlar yürek topraklarına lale soğanları ekenler dört mevsim içlerindeki gökyüzünden çiçek kokulu yağmurlarla, lale sulayanlar

Bir avuç lalenin mavi gölgesinde, kocaman yüreklerini dinlendirebilenler lalenin suskunluğunda suskunluğunu bozabilenler işte bir tek onlar duyabiliyorlar lalelerin sessiz türkülerini ve kalplerinde toprağa götürdükleri yağmur renkli gizemini!

 

Bu kadar güzellikte olan gül ve lale ki kokularıyla da cennetin kokularını duyurmaktadırlar biz aciz kullarına. Çok şükür ki bunu duyabilenlere hissedebilenlere.

Selametle Efendim.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum