Tasavvuf ve Cüneyt’in talebesi

 Tasavvuf ehli dendiğinde insanın aklına ilk gelen şahıslar Imam Gazali’dir, İbni Arabi’dir, Imam Rabbani’dir, Geylani’dir, Hz. Rabia’dır, İbrahim Ethem’dir, Hasan Al-Basra’dır, Cüneyt’tir ve yakın tarihimzden üstad Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Tasavvuf dendiğinde akıllara gene ilk gelen terimler, “Fena fillah’tır”, “Vahdet-i Vücut’tur”.

Tasavvufun gayesi, insanoğlunu kötü ahlaktan uzaklaştırmak ve düşük vasıflardan temizlemektir. Bununla birlikte iyi bir ahlaka yaklaşmak ve üstün vasıflara sahip olmaktır. Manevi alemlere dalmak, oralarda hareket etmek ve maddeten alakaları zaruret hududuna kadar kısıp kesmektir.

 

Üstad Necip Fazıl Kısakürek "Tasavvuf Bahçeleri" adlı eserinde tasavvufun gayesini şöyle tanıtıyor: “En üstün Peygamber’in ahlakını kazanmak, İlahi Ahlak ile sıfatlanmak ve Şer’i amelleri kolaylık ve rahatlıkla ifa etmek.”

 

Şeriat ilmi, iki kısıma ayrılır. Bunun ilki zahiri ilimlerdir, diğeri ise batını ilimlerdir. Tasavvuf ise batını ilimler mıntıkasına girer. Tasavvuf demek, güzel ahlakla donanmak dedik. Güzel ahlakın alametlerinden bazıları ise çok iyilik, çok amel ve çok haya etmek, az kelam, az yemek ve az ezadır. Aceleci, kinci ve cimri olmamak. Aynı zamanda şefkatli, merhametli, sabırlı ve hassas olmaktır. Bu saydıklarımız nefs-i terbiye boyutuna girmektedir.

 

Tasavvuf ehli uzlet hayatına önem verir, zaman zaman kasten toplumdan uzaklaşır ve yaradanla baş başa kalma ihtiyacını hisseder. Zahiren ve bedenen HALKla beraber olsada, batınen ve ruhen HAK’la beraberdir onlar.

 

Binaenaleyh (dolayısıyla) tasavvufta en önemli unsur, sürekli Allah- u Teala ile irtibattır. Her an, her dem Allah ile beraber olmak gayretidir. Her olayda Allah’ı bilip O’nu görmektir. O’na çok dua edip, O’na çok şükür etmektir. Böylece Allah’a yaklaşmak ve Allah’a muhabbeti arttırmaktır. Buradaki düstur ise “Kim bir şeyi çok severse, onu çokça anar, kim bir şeyi çok anarsa, onu çok sever.”dir. Tasavvuf ehli de mümkün mertebe her hal ve hareketinde yaradanı anıp, O’nu mütemadiyen (sürekli/aralıksız) zikredip, yad etmek çabasındadır. İnsanoğlu aldığı her nefeste, içine çektiği her ”HU’da” ister istemez Allah’ı hatırladığını bilmelidir (HU Arapçada O demektir ve Allah’ı kasteder). Yani her insan, her fert, istese de, istemese de, O’na inansa da, inanmasa da, O’nsuz yaşayamıyacağını bilmelidir. Merhum Necip Fazıl yine bir şiirinde: “Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten. Affet senden habersiz aldığım her nefesten” diyor. Yani Allah’siz almış olduğu her nefesini boşa gitmiş ve ziyan olmuş kabul ediyor.

 

Tasavvuf ile meşgul olan insanlar hal ve hareketlerinden belli olurlar efendim. Onların hayata bakış açıları avamdan çok daha farklıdır. Herkes yarıya kadar boş bardağı görürken, onlar yarıya kadar dolu bardağı görürkler. Onlar ümitsizliğe müsaade etmezler ve ümit kağnağı olan Allah–u Teala’ya dayanırlar, daima O’na tevekkül ederler.

 

Buna ilişkin bir misal ile bugünkü yazımıza son verelim. Tasavvuf ehlinin meşhur şahıslarından biri olan Cüneyt’in (Cüneyt-i Bağdadi) hayatından ibret dolu bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Çok sevdiğim ve talebelerime de sürekli hatırlattığım bir hikayedir bu...

 

Cüneyt talebelerinin arasında bir talebesini çok sever, onu diğerlerine tercih edermiş. Bu durumun farkına varan diğer talebeleri onu kıskanıp, haset etmeye başlamışlar ve bu tercihin sebebini bilmek istemişler. Cüneyt cevaben o öğrencisinin daha üstün vasıflı olduğunu belirtmiş ve bunu diğerlerine kanıtlayıp ispatlamak için, bir deneme yapmış. Cüneyt kendisine taleberinin sayısınca 20 tane kuşun getirilmesi için talimat vermiş. Her bir talebesinin eline bir kuş vermiş ve onlara elindeki kuşları kendilerini hiç kimsenin görmeyeceği bir yerde öldürüp geri getirmelerini emretmiş. Bütün talebeler Cüneyt’in emrettiği gibi gitmişler,.kuşlarını ıssız bir yerde öldürmüşler ve şeyhlerine geri getirmişler. Sadece Cüneyt’in sevgili talebesi elinde canlı ve dipdiri kuş ile geri dönmüş. “Sen neden kuşunu emrolunduğun gibi öldürüp gelmedin?” sorusuna, Cüneyt’in talebesi şu ibret dolu cevap ile şeyhini tatmin etmiş ve aynı zamanda onu yanılmadığına dair tasdiklemiş olmuş: “Mevlana (yani hocası Cüneyt) bana kuşumu beni hiç kimsenin görmediği bir yerde öldürmemi emretmişti. Ama her gittiğim yerde beni gören biri vardı, nereye gittiysem, ALLAH beni görüyordu. Bu yüzden emre itaat edemedim, kuşumu öldüremeden geri döndüm” demiş. Böylece diğer talebelerde onun üstünlüğünü anlamış olmuşlar ve Allah’tan af dileyip O’na tövbe etmişler. Tasavvuf ehlindeki RAB-KUL ilişkisi işte böyledir efendim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.