xxx78
Tarih böyle yazacak
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısından bilgi alabildiniz mi? Ne olmuş, hangi taraf masaya daha sert vurmuş? Masalardan masalara dosyalar uçuşmuş mu? Hangi konu üzerinde daha çok vakit harcandığını da öğrendiniz mi? Medyanın 'geceyarısı sürprizi' demeyi sevdiği askerî yargının yetkilerinin bir bölümünü sivil mahkemelere devreden yasanın âkıbeti üzerinde de tartışmışlar mı?
Toplantı bittiğinde kimin yüzü gülüyordu, kiminki asıktı, buna da mı bakmadınız?
Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyorum; doğrusunu söylemem gerekirse o kadar merak da etmiyorum. Eğer toplantı tartışmalı geçmiş, herhangi bir üye sesini yükseltmiş veya salondan küserek ayrılan olmuş ise çok şaşırırım. Şaşkınlığım, artık herbiri 'devlet adamı' konumunda olan siyasetçiler ile her türlü şart ve iklimde ayakta kalacak biçimde yetiştirilen askerler arasında üzerine düşen görev ve sorumluluğu anlamayanlar bulunduğunu öğrenmem yüzündendir.
Türkiye bugün olağanüstü iç ve dış (özellikle de dış) şartlar sayesinde büyük fırsatlarla karşı karşıya. Dün açıklanan tarihin en ciddi ekonomik küçülmesini yaşadığımız gerçeği bile umutlarımızı zedelemeye ve neşemizi kaçırmaya yetmiyor. Kadınımız ve erkeğimizle, küçüğümüz ve büyüğümüzle şans/talih/kader/kısmet bakımından bahtımızın açıldığını fark ediyoruz. Krizden en fazla etkilenenlerimiz bile güzel günlerin bizi beklediğine inanıyor.
Hem de etrafta pek çok kişi bunun aksini söylediği ve yazdığı halde...
Söylenenler ve yazılanların tersine inanmamızın önemli bir sebebi var: Türkiye dünden daha demokratik bir ülke bugün ve o sayede daha az yanlış yapılabilir haldeyiz. Yöneticilerimiz belli bir süre için seçilmiş kişiler; onları seçmekle hata etmişsek bu hatamızı bir sonraki seçimde telâfi edebiliyoruz. Onlar adına hareket edenlerin yanlışlarını ortadan kaldıracak mekanizmalar da çalışıyor; kimseyi yanlışlarına rağmen başımızda tutmak zorunda değiliz.
Her tarafı 'halkıyla ters' rejimlerle dolu bir coğrafyada bizi önemli kılan da bu özelliğimiz... Damarında mavi kan aktığı, kendisini 'ilâhî güç' ile irtibatladığı, emrinde silâhlı kuvvetler bulunduğu için 'meşruiyet' iddiasına sahip kişiler tarafından idare edilmiyoruz. Hesaba çekilebilir, şeffaf ve her an sona erdirilebilir bir yönetim, meşruiyetini doğrudan doğruya bizlerden (yani 'halktan') alıyor.
Eğer MGK'da sivillerin sesi daha yüksek çıkmışsa bundandır ve eğer askerler alışageldikleri bazı yetkilerinin sınırlandığını hissettikleri halde fazla talepkâr davranmamışlarsa sebebi yine budur. Bir demokrasi olarak, Türkiye, siyaset adamlarından daha fazla sorumluluk, asker-sivil bürokrasiden de farklı tavırlar bekliyor artık. Yerine getirildiğinde, sorumluluğu taşıyan da farklı tavır sergileyen de bundan yarar sağlayacaktır; ülkenin bütünüyle birlikte...
Siyaset alanının sınırı, muhalif siyasetçilerin inanmamızı istediğinden farklı olarak, 'siyaset' kavramının akla düşürdüğü en geniş alandır. Bir yerlere bakarak, ya da bir yerlerden onay bekleyerek ülkeyi yönetemez siyaset adamı. Aldığı kararların da uygulamaların da sorumluluk sahibi kendisidir ve hesabını da kendisini seçenlere yine kendisi verecektir.
Tabii anayasal çerçeve içerisinde kalarak...
Dün yapılan MGK toplantısında neler konuşulduğunu elbette bilmiyorum, ama keşke birileri “Artık sıra anayasa değişikliğinde” görüşünü dile getirseydi... Türkiye'nin gündeminde hangi âcil sorun varsa, hemen hepsi bir biçimde eldeki anayasanın çarpıklığı yüzünden çünkü.
Kulağım Ankara'da olacak; bakalım MGK toplantısı beklentilerim istikametinde mi geçmiş?
Toplantı bittiğinde kimin yüzü gülüyordu, kiminki asıktı, buna da mı bakmadınız?
Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyorum; doğrusunu söylemem gerekirse o kadar merak da etmiyorum. Eğer toplantı tartışmalı geçmiş, herhangi bir üye sesini yükseltmiş veya salondan küserek ayrılan olmuş ise çok şaşırırım. Şaşkınlığım, artık herbiri 'devlet adamı' konumunda olan siyasetçiler ile her türlü şart ve iklimde ayakta kalacak biçimde yetiştirilen askerler arasında üzerine düşen görev ve sorumluluğu anlamayanlar bulunduğunu öğrenmem yüzündendir.
Türkiye bugün olağanüstü iç ve dış (özellikle de dış) şartlar sayesinde büyük fırsatlarla karşı karşıya. Dün açıklanan tarihin en ciddi ekonomik küçülmesini yaşadığımız gerçeği bile umutlarımızı zedelemeye ve neşemizi kaçırmaya yetmiyor. Kadınımız ve erkeğimizle, küçüğümüz ve büyüğümüzle şans/talih/kader/kısmet bakımından bahtımızın açıldığını fark ediyoruz. Krizden en fazla etkilenenlerimiz bile güzel günlerin bizi beklediğine inanıyor.
Hem de etrafta pek çok kişi bunun aksini söylediği ve yazdığı halde...
Söylenenler ve yazılanların tersine inanmamızın önemli bir sebebi var: Türkiye dünden daha demokratik bir ülke bugün ve o sayede daha az yanlış yapılabilir haldeyiz. Yöneticilerimiz belli bir süre için seçilmiş kişiler; onları seçmekle hata etmişsek bu hatamızı bir sonraki seçimde telâfi edebiliyoruz. Onlar adına hareket edenlerin yanlışlarını ortadan kaldıracak mekanizmalar da çalışıyor; kimseyi yanlışlarına rağmen başımızda tutmak zorunda değiliz.
Her tarafı 'halkıyla ters' rejimlerle dolu bir coğrafyada bizi önemli kılan da bu özelliğimiz... Damarında mavi kan aktığı, kendisini 'ilâhî güç' ile irtibatladığı, emrinde silâhlı kuvvetler bulunduğu için 'meşruiyet' iddiasına sahip kişiler tarafından idare edilmiyoruz. Hesaba çekilebilir, şeffaf ve her an sona erdirilebilir bir yönetim, meşruiyetini doğrudan doğruya bizlerden (yani 'halktan') alıyor.
Eğer MGK'da sivillerin sesi daha yüksek çıkmışsa bundandır ve eğer askerler alışageldikleri bazı yetkilerinin sınırlandığını hissettikleri halde fazla talepkâr davranmamışlarsa sebebi yine budur. Bir demokrasi olarak, Türkiye, siyaset adamlarından daha fazla sorumluluk, asker-sivil bürokrasiden de farklı tavırlar bekliyor artık. Yerine getirildiğinde, sorumluluğu taşıyan da farklı tavır sergileyen de bundan yarar sağlayacaktır; ülkenin bütünüyle birlikte...
Siyaset alanının sınırı, muhalif siyasetçilerin inanmamızı istediğinden farklı olarak, 'siyaset' kavramının akla düşürdüğü en geniş alandır. Bir yerlere bakarak, ya da bir yerlerden onay bekleyerek ülkeyi yönetemez siyaset adamı. Aldığı kararların da uygulamaların da sorumluluk sahibi kendisidir ve hesabını da kendisini seçenlere yine kendisi verecektir.
Tabii anayasal çerçeve içerisinde kalarak...
Dün yapılan MGK toplantısında neler konuşulduğunu elbette bilmiyorum, ama keşke birileri “Artık sıra anayasa değişikliğinde” görüşünü dile getirseydi... Türkiye'nin gündeminde hangi âcil sorun varsa, hemen hepsi bir biçimde eldeki anayasanın çarpıklığı yüzünden çünkü.
Kulağım Ankara'da olacak; bakalım MGK toplantısı beklentilerim istikametinde mi geçmiş?