TABUTUN ÜSTÜNDEKİ AYAKKABI

 

       

Asırlar var ki mutluluğu, huzuru yakalamak için maddenin, zenginliğin ardından koşuyoruz çılgınca.Onu bir yakalasak çok saadetli, pek huzurlu olacağız,  lakin o mübarekte ileğimsağma/gökkuşağı  gibi yaklaştıkça uzaklaşıyor bizden. Bir türlü yakalyamıyoruz onu.Tuzlu deniz suyuna benziyor para, mal;  içtikçe daha da artıyor susuzluğumuz.

Bir ev, bir araba hedefi ile başlayan madde peşindeki koşumuz, bu hedefe varınca menzili (uzunluğu) belli olmayan bir maratona dönüşüyor. Yazlık, ikinci araba derken çocukların gailesi sarıyor benliğimizi. Oğlana bir ev,  kıza bir araba alma kaygusu ile  yol uzadıkça uzuyor. Nasrettin Hoca, tembel eşeğini hızlandırmak için  sabaha kadar aç bırakır sabahtan da boynunun üzerinden,  iki kulağının arasından ucunda yeşil yonca bulunan bir sırığı uzatırmış ileriye. Zavallı mahlük o yeşilliğe yetişeceğim diye koşar dururmuş. Fakat o gittikçe otta gidermiş tabi ki.

Kapitalizm de böyle yapmış insanları.  Ev , araba, yazlık, ikinci araba, oğlan, kız… derken bakmışız ki  yol bitmiş, ömür hitama ermiş. Eyvah! Diyoruz ama artık gün solmuş, devran dönmüş, ömür gemisi limandan kalkmış. Vedalaşırken anlıyoruz ki aslında altını tenekeyle trampa etmişiz.  Sonsuzu,  geçici ile takas etmek gafletinin verdiği pişmanlıkla çoğumuzun gözü açık gidiyor bu dünyadan. Eyvahlarımızdan gökler inliyor ama duyan yok.

Halbuki  kültürümüzün ana kaynağı olan dinimiz( İslam )  asırlarca önce göstermiş  bu dünyada huzurlu, öbür alemde cennetlik olmanın sırrını. Bu sırrın birinci şartı iman, ikincisi güzel ahlak ve ibadet. Konumuzla ilgili İslamın getirdiği ölçü çok çarpıcı; “Zenginliği de veren Allah’tır fakirliği de. Zenginsen vereceksin,(cömert olacaksın) fakirsen sabredeceksin. (  fukara-i sâbirin,ağniya-i şakirin) Aksi hallerde doyumsuzluğun nerelere varabileceğini Kuran,  Karun örneği ile, Yüce Resül de, bir vadi dolusu altına kanaat etmeyen” insan misaliyle açıklamış bu sonsuz gerçeği, bu ölmez hakikati.  

Bu söylediğim gerçekleri belki şimdi ki gençler pek iyi anlayamıyacaklar. Fakat bizim nesil ne demek sitediğimi eminim çok güzel anladı. Çünkü bizler bu teoriyi bizzat müşahede edenlerdeniz. Bir bisikletimiz olsun diye ne dualar ederdik. Yeni bir ayakkabı günlerce şen  ederdi gönlümüzü. Hele yeni  bir elbise alınmışsa değmeyin keyfimize. Şimdiki çocuklar bir şeye sahip olmanın hazzını hiçbir zaman yaşayamayacaklar. Bizler de, bizden öncekilerin doyasıya tattığı, “bir ekmekle bile olsa karnını doyurma” zevkini tatmadık hiç zaman.

Mutluluğu tüketme de, huzuru harcamada gören batılı ve kapitalist felsefe iflas etmiş durumda şimdi. Bir tatlı söze, bir içten bakışa,  gönülden bir selama muhtaç hale geldi nesiller. Akşamları  “hoş geldin yavrucuğum!”diye evladını kapıda karşılayan bir anne, eminim yavrusuna çalışarak maddi imkanlar sunan bir anneden daha fazla yararlıdır. Çünkü sevginin yerini hiçbir şey tutmaz.

Konuyu biraz dağıttım galiba. Başlıktaki hikaye çok hoşuma gitti. Ve bu hikaye beni bu satırları yazmaya itti. Kapitalizme inat kanaatle, Batı Medeniyetine inat Allahın emirlerine uyup anneliği, "özgürlüğe" tercih eden bir teyzenin hikayesi bu. 1950’li yıllarda bir cenaze gelir Konydaki Kapı Camisinin önüne. Fakat bu cenaze çok farklıdır. O  güne kadar camiye gelen tabutların üstünde sadece tabutun içindekinin kadın mı erkek mi olduğunu belli eden alametler olurken, bu cenaze de farklı olarak bir de  ayakkabı teki varmış. Namaz kılınmış. Cenaze son yolcuğuna gerçek evine uğurlanmış. Fakat tüm cemaatin aklı o tek lastik ayakkabıda imiş. Her şey bitince sormuşlar cenaze sahibine bu işin sırrını.O kutlu ninenin mutlu efendisi açıklamış durumu;”  Bu benim eşim. 16 yaşında gelin geldi evimize. Çalışkan, tutumlu, evden dışarı çok zorda kalmadıkaça çıkmaz, ömrünü bana ve evlatlarına adayan bir hanımefendi idi. İbadetleri tam bir kul, ahlakı çok üstün bir anne, vefası yüce bir eş idi o.Tabutta gördüğünüz yırtığı, söküğü olmayan bu ayakkabı ile geldi bizim evimize. Ve tam seksen yıl sadece o ayakkabıyı giydi. Ben de şimdiki israfçı! Gençlere, (1950 li yıllardaki gençlere)  iki üç senede bir ayakkabı değiştiren gelinlere, kızlara ibret olsun diye taktım o lastiği tabuta…”

 İşte böyle. Mutluluk,  tüketmekte, israf etmekte, para harcamakta falan değil. Çünkü bu dünyayı ve içindekileri yaratan, ve insanı kendine halife kılan Halik, onun mutluluk sırrını da açıklamış Kuranın da: “İman et! İbadetini yap! ahlaklı ol! Hırstan, tamahtan, israfatan…vb.  uzak dur! Hem bu dünyada huzurlu ol hem öbür alemde mutlu!

Not:Daha önce yayınlanmış bu yazımı tekrar paylaşmak istedim.Sanki bu günlerde  tekrar okumak faydalı olacak gibi geldi de bana...

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum