xxxxx
Suriye'ye müdahale
Türkiye'nin Suriye'ye askerî müdahalesinin konuşulduğu günlerdeyiz. "Müdahale" demek savaş demektir. Gerekçeler basit: Esed rejimi kan dökmeye devam ediyor; 910 km'lik sınırımız var, olaylara bigâne kalamayız; sınırımıza kitlesel mülteci akını olabilir vs.
Bunlar doğru olmakla beraber göz önünde bulundurmamız gereken bazı gerçekler var. Manzara şu:
a) Türkiye Suriye konusunda yalnız kalmış bulunmaktadır.
b) Sivil muhalefeti militarize eden Körfez ülkeleri, Tunus ve Mısır devrimlerinin kendilerine sıçramasını 'şimdilik' önlemişlerdir, ama Suriye'yi ateşe atmışlardır. Türkiye, onlara ve Anglo sakson teşvike kapılıp hayatının hatasını yapmıştır.
c) Suriye, dünyayı Soğuk Savaş dönemine geri götürdü: Bir yanda ABD, İsrail, S. Arabistan ve Türkiye; diğer yanda Rusya, Çin, İran ve bölgesel müttefikleri Irak, Suriye ve Lübnan. Büyük güçlerin mutabakatı olmadan Suriye'deki rejimin değişme ihtimali zayıf görünmektedir.
d) Suriye'nin tamamı muhalefetin yanında yer almıyor; Nusayriler, gayrimüslimler ve hatırı sayılır Sünni bir kitle, Esed'in yanında yerini almaya devam ediyor.
Bu faktörler dikkate alınmalıdır. Şimdi Türkiye'nin bir çılgınlık yapıp müdahale ettiğini varsayacak olursak maliyet ne olacak, ona bakalım:
1) ABD, askerî güç kullanarak Afganistan'a ve Irak'a şekil veremedi, Türkiye de güç kullanarak Suriye'ye şekil veremez. "Barışçı-yumuşak başka yöntemler" vardı, hatalı politika dolayısıyla "şimdilik" o yöntemler kullanılamaz hale geldi, Türkiye de zaten inandırıcılığını ve güvenilirliğini kaybetti.
2) Türkiye'nin NATO'yu, bundan yüz sene önce bir parçası olan Suriye'ye müdahale etmeye çağırması utanç vericidir. Bu, bizi "bölge halkını Batılı ağabeylerine dövdüren zayıf mahalle çocuğu" durumuna düşürür, uzak mesafeden "İsrail'in yalancı özgüveni"ni çağrıştır. Bölge halkları asla bizi affetmeyecektir.
3) Türkiye, demokrasisi kırılgan bir ülkedir. Son yarım asırda dört defa kesintiye uğradı. Savaş demokratik rejimi daha kırılgan hale getirir; temel hak ve özgürlüklerin yerini "güvenlik kaygıları" alır. "Askerî vesayet tehlikesi"nin tamamen geçtiğini düşünenler yanılmaktadırlar.
4) Rejim kadar ekonomik durum da kırılgandır. Savaş ister istemez kaynakların normal zamanlardakinden daha fazlasının askerî ve savunma harcamalarına ayrılmasına yol açacaktır. Bunun reel ekonomi, yoksullar ve orta sınıflar üzerindeki tahribatı sarsıcı olur. Unutmayalım, bu "görece ekonomik iyileşme"yi -Kore, Kıbrıs çıkarması hariç- büyük bir savaşa girmememize borçluyuz. Kürt sorununu da çözseydik bugün çok daha iyi durumda olurduk. Savaş sefalet, yoksulluk, yıkım ve acı getirir.
5) Suriye'nin Türk askerini çiçeklerle karşılayacağı düşünülemez. 330 bin askeri olan bir orduyla savaşı göze alacağız. Böyle bir savaşın kısa zamanda biteceğini kimse iddia edemez. İran-Irak savaşı sekiz sene sürdü, 1 milyon insanın hayatına mal oldu.
6) Bölge ülkelerinin de son tahlilde Türkiye'nin müdahalesine iyi gözle bakacağı düşünülemez. Özellikle Suriye yanında İran, Irak ve Lübnan'la da belki sonu bölgesel bir savaşa kadar uzanan trajik bir sürece girmiş olacağız.
7) Türkiye'nin iç sosyal barışı 'risk' altına girer. Bu ise çok daha vahim bir tablonun ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bir savaş ortamında "Kürt sorunu"nun nasıl bir mecraya gireceği konusunu düşünmemiz lazım.
8) Suriye ve genelde bölge "mezhep çatışması"na sürükleniyor. Bizim Suriye ile bir savaşa girmemizin Alevi vatandaşlarımız üzerinde bırakacağı negatif etkiyi, ortaya çıkaracağı gerilimi de hesaba katma mecburiyetimiz var.
9) Birilerinin Saddam'ı Kuveyt cehennemine girmesi için teşvik ettiği gibi, bizi de Suriye'ye girmeye teşvik etmekte olduğunu büsbütün ihtimal dışı sayamayız. "Kuveyt'e girebilirsin" diyenler Saddam'ı tepelediler, Irak'ı ne hale getirdiler.
Kabul edelim: Suriye ve bölge politikası tıkanmıştır. On düşünüp bir adım atmalı. Behemehâl, temel bir değişikliğe gitme mecburiyeti var, aksi halde her hata yenisini getirecektir. Burada toplumun sağduyusuna ve ihtirasların etkisinde olmayan akıl sahiplerine (ulu'l-elbab) büyük sorumluluklar düşer.