Erol BATTAL
SUÇLUNUN MASUMİYETİ
Son iki yıldır, daha önce benzerini çok da göremediğimiz, birbirinden ilginç ve birbirinin ardı ardına; öyle olaylar yaşanmakta, sözler söylenmekte, yazılar yazılmakta ki; bu gelişmeler karşısında insanlar, birbirini tekzip etmeyen kanaat ortaya koyup; konum belirlemede zorluk çekmektedirler. Mahiyeti aynı, failleri farklı olaylarda, görüş sahipleri düşüncelerini sergilerken, birbiriyle bazen taban tabana zıt sözler söylemektedirler. Geçmişte birbirine benzer olaylar, birbiri ardına bu hızda cereyan etmediğinden olsa gerek; insanların zikzakları bu denli belirgin olarak ortaya çıkmıyordu. Herkes çok daha rahat; demokratmış, insan haklarına saygılıymış, teröre karşıymış, hukuk dışılıklara tavırlıymış gibi davranabiliyordu.
Yaşanan hızlı gelişmeler, tavır takınmalarda; benim hırsızım iyi, seninki kötü; benim canim daha sempatik, seninki çirkin; benim terörüm kutsal, seninki katliam gibi izansızlıkları ortaya çıkarıyor. Parti kapatma davalarında yaşananlara bakıldığında da, Ergenekon davasına bakıldığında da, KCK operasyonlarına bakıldığında da, sokak gösterileri ve bu gösterilerde yaşananlara bakıldığında da, suikastlar ve suikast girişimlerine bakıldığında da bu zigzagları görmek mümkündür.
Burada dikkat çekmeye çalıştığımız kişiler, belli bir noktaya kilitlenmiş ‘kesin inançlılar’ değildir. “Kesin inançlılar”, kendi doğruları dışına düşmüş herkesi; bütün yaptıkları yanlış, her türlü zulme müstahak, doğruyu bulamamış, gerekirse hukuk dışı muameleye layık kişiler gören tiplerdir. Bunlardan toplumda yeteri kadar vardır ve de bunların söyledikleri sözler ya da takındıkları tavırlar, bizim şu anki konumuzun dışındadır.
Bizi asıl ilgilendiren, bütün konuşmalarında barıştan, demokrasiden, kardeşlikten, hukuktan, özgürlükten, insan haklarından bahsedenlerdir. Bu kişilerin; mahiyeti aynı, failleri farklı gelişmelere karşı, farklı tavır alışlarıdır, rahatsızlık verici olan.
Bu farklı tavır alışlar, ister adi olaylarda olsun isterse toplumsal olaylarda olsun değişmemektedir. Adi olaylarla ilgili örnekler, çok da verilmesi gerekmiyor. Ancak bir Güneri Civaoğlu, bir Hüseyin Üzmez, bir Ali Kırca, bir Can Dündar olayında; birileri gereken tepkiyi alırken, diğeri “aslanıma yakışır” muamelesi görmüştür.
Bu iki yüzlü tavır alış, toplumsal olaylarda çok daha belirgin görülmektedir. Mesela yakın zamanda AK Parti ve DTP kapatma davalarını yaşadık. Toplumun büyük bir kesimi, bu davalarda farklı tavırlar ortaya koymuştur. AK Parti Kapatma Davası’nda, “Olur mu, şu kadar oy almış bir parti nasıl kapatılır, eğer kapatmayı gerektirecek suçlar işlenmişse, suçun şahsiliği dikkate alınmalı, suç işleyenler cezalandırılmalıdır. Parti kapatmak, o partiye oy vermiş suçsuz milyonları da cezalandırmaktır” diye tepki verenler; DTP Kapatma Davası’nda; “Ama olmaz ki, onlar da çok oldu, kapatılmayı hak ettiler” diyebilmişlerdir. Bir önceki davada ileri sürdükleri, “suçun şahsiliği” ilkesi hiç akıllarına gelmemiştir. Bunun tam tersi de yaşanmıştır. AK Parti’nin kapatılmasını şiddetle isteyenler, DTP’nin kapatılmasına karşı çıkmış, bunu da demokrasiye inançlarının gereği saymışlardır.
Bu iki yüzlülüğün belirgin görüldüğü bir diğer olaysa, Ergenekon Davası’dır. İnsan haklarına saygı, demokrasiye inanç gereği toplumun büyük bir kesimi Ergenekon Davası’na büyük bir ümit bağlamış ve toplumun kurtuluşunu, ülkenin kirlerinden arınmasını burada görmüştür. İddianameye ve görülen Ergenekon davalarına bakıldığında da, bu inancın yersiz olmadığı ortadadır.
Ergenekon’da ilk gözaltılar yaşandığında; bir kesim tarafından ne kadar büyük tepkiler verilmiş; özellikle ulusalcılar, yaşananları Mc Carthy uygulaması olarak adlandırmış, İlhan Selçuk’un, Kemal Alemdaroğlu’nun, Mehmet Haberal’in, Mustafa Balbay’ın, Tuncer Kılınç’ın ve diğerlerinin gözaltına alınmaları, nasıl ajite edilmeye çalışılmıştı. Bu kişilerin toplumsal konumları, yaşayışları dile getirilmiş; bugüne kadar ne kadar faydalı işler yaptıkları sıralanmış; gözaltına alınmaları, tutuklanmaları Tayyip Erdoğan sultası olarak ifade edilmiş; hatta CHP’nin Genel Başkanı, “Ergenekon Davası’nın avukatıyım” diyebilmiştir. Bugün de aynı partinin bazı milletvekilleri, Ergenekon Davası’nın fiili avukatlığını sürdürmektedirler.
Buraya kadar aslında yadırganacak bir durum yoktur. Başta da söylediğim gibi, bütün bu tavır alışlar; varlıklarını Ergenekon oluşumlarına borçlu zihniyetin kendisini ifade etme biçimidir. Mahkemede sıralanan suçlar; “kutsal devletin bekası için, yapılması gereken vatani görevlerdi ve bu vatansever kahramanlar da vatanseverliklerinin gereğini yerine getirmişlerdir.” anlayışındandır. Ergenekon savunucularının en büyük savunmaları da, ‘devlette yüksek mevkiler işgal etmiş, kritik görevlerde bulunmuş Kemalistlerin suç işlemeyeceği’ tezi üzerinedir.
Bunun karşısında ise, toplumun büyük bir kesimi; Ergenekon Davası’nı, devletin pisliklerinden arınması, yasa dışılıkların bitirilmesi, insan hak ve hürriyetlerinin korunmasının teminatı, vatandaşların can ve mal emniyetlerinin daha güvencede olmasının garantisi, toplumsal kargaşaların bitirilmesinin aracı olarak görmüştür. Buraya kadar da aslında şaşılacak bir durum yoktur.
Gerçekten şaşılacak nokta buradan sonra ortaya çıkmaktadır.
Ergenekon’la aynı süreçte devam eden KCK operasyonlarına karşı takınılan tavırlar, insana şaşkınlık vermektedir. Generallerin, rektörlerin, kuvvet komutanlarının, öğretim görevlilerinin, sendikacıların, sivil toplum örgütü yöneticilerinin, gazetecilerin, siyasilerin, yazarların, solcuların, sağcıların, İslamcıların, artistlerin, iş adamlarının, medya patronlarının Ergenekon organizasyonunda yer alabileceklerini; onların işgal ettikleri görevlerinin ve pozisyonlarının onları masumlaştıramayacağını; suçsuz gösterilmeye çalışılmalarının bir aldatmaca olduğunu söyleyenler; KCK operasyonları karşısında, “Olmaz ki, seçilmiş belediye başkanları, meclis üyeleri, eski milletvekilleri, iş adamları, sendikacılar suçlu diye toplanamaz ki” demektedirler. Bu düşünce sahiplerinin, “Olmaz ki, İlhan Abi de alınmaz ki” diyenlerden ne farkı vardır? Dün Ergenekon itirazcılarına, “niye peşin peşin bunlar suçsuzdur diyorsunuz, iddianame ortaya çıksın bir görelim” diyenler, bugün nedense KCK olayında iddianamenin, beklenmesine sabır göstermemektedirler.
Bu ülkede eğer güzel şeyler olacaksa, bu, 30 yıldır dillendirilen, derin yapıların temizlenmesiyle mümkün olacaktır. Bu derin yapının bir ayağı Ergenekon’sa, diğer ayağı da KCK’dır. Bu ülkenin kirlerinden arınmasını isteyenler, bu iki derin yapının da yok edilmesi için çaba harcamalıdır. Kurtuluş buradadır. Bunlardan biri diğerini beslemektedir; ikisinin de kiri ortadadır.
Ergenekon’un da, KCK’nın da sempatizanlarının; bunlardan birini, diğerinden masum görmesini, mağdur addetmesini anlayabiliriz ama bu sempatizanların psikolojik baskısıyla, bunlara şirin görünmek kaygısıyla; sanıkların bulundukları pozisyonları gerekçe göstererek onlara masumiyet yüklemek, “seçilmişlerdir, o nedenle suçsuzlardır” demenin, “generaldirler, rektördürler, gazetecidirler o halde suçsuzdurlar” demekten farkı nedir? Benim anlayamadığım da burasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.