xxxx1
Suç ve "Ceza": "Nisbet" estetiği
İnsanın yeryüzüne gönderilmesi, iki anlamda bir indirilme'dir: Birinci anlamıyla, insan, yere indirilmiştir. İkinci anlamıyla ise, insan, Allah'ın ruhundan üfleyerek kendisine bir emanet tevdî ettiği belli bir görevle yeryüzüne gönderilmiştir.
İnsanın yaratılış ve varoluş süreçleri bir "gerilim" üzerine bina edilmiştir. Bu gerilim, öncelikli olarak insanın Yaratıcı'sından ayrılmasından kaynaklanan bir gerilimdir. Çünkü insan, isyan ederek, "sürgün" yemiştir, deyim yerindeyse...
Ama insanın "sürgün"ü, insanın "özgürleşme"sidir aynı zamanda... Ne ki, insan, görünüşte, potansiyel olarak, teoride özgürdür; ama gerçekte, pratikte her zaman özgürlüğünü bizatihî kendi arzularına, bencilliğine, zaaflarına teslim olarak kendinde, kendisiyle yitirebilecek kadar bıçak sırtında bir özgürlük sahibidir yalnızca: İnsanın özgürlüğü, mutlak bir özgürlük değildir yani: Her ân kendini kendi eliyle kaybedebilecek, özgürlüğünü kendi eliyle yok edebilecek niteliklere sahip, nisbî olarak özgür bir varlıktır.
Eğer kendisini, Yaratıcı'ya nisbet ederek, Yaratıcı'yla münasebet içinde olarak, Yaratıcı'ya mensup olarak varetme ve varolma yolculuğunun içinde bulursa, özgürlüğü elinin altından kayıp gitmez. Yok eğer kendisini, Yaratıcı'ya değil de, yaratılmış herhangi bir şeye nisbet ederek tarif eder, hayatını da ona göre idame ettirmeye çalışırsa, kendi "idam"ını / yok oluşunu hazırlar; özgürlüğünü yitirir bu "münasebetsiz" davranışından ötürü...
İnsanın "özgürleşme"si, "varolabilme"si demektir. İnsanın varoluşu ise, kendisini varedilenlere değil, Vareden'e bağlı ve bağımlı kıldığı zaman gerçekleşebilir. İnsan, kendisini, varedilmiş, yaratılmış herhangi bir şeye, nesneye, duruma, insana, kuruma vesaire bağlı ve bağımlı kılmaya kalkıştığı zaman, kendi olarak varolma imkânlarını ve "mekân"larını yitirmekten kurtulamaz...
Semih Kaplanoğlu'nun kendi sinemasını izah ederken, kendisiyle yapılan bir röportajda enfes bir şekilde ifade ettiği gibi, insan Yaratıcı'ya değil de, yaratılmışa yar olduğu zaman, varolamaz; aksine "varolma" imkânlarını yitirir.
Görüldüğü gibi insanın yaratılışı, yeryüzüne gönderilişi, yeryüzündeki hayatını sürdürüşü ... bütünüyle estetiktir; estetik bir oluş ve varoluş yolculuğuna dayanır...
Burada estetiği, hem bediî, hem cemîl, hem ihsan, hem de "sanat" kavramlarının mânâ dünyalarını ihata edecek şekilde kullanıyorum.
İnsanın isyanından sonra "ceza" olarak yeryüzüne gönderilmesi, Allah'ın aynı anda Celâl ve Cemâl sıfatlarının tecellî ettiği bir yolculuğun gerçekleşmesidir: Allah, insana, yaratılış gâyesini, özelliklerini hatırlayabilecek nitelikler ihsan etmiştir. İnsan, Rabbini hatırladığı ölçüde kendini, kendi özelliklerini yitirmeyecek güzelliklerle, Rahman'ın Rahmet nefesiyle ve eliyle teçhiz edilmiştir.
İnsanın işlediği isyan suç'una Rahmet-i Rahman, iki anlamıyla da "ceza" ile mukabele etmiştir: Bilindiği gibi Arapça'da "ceza" sözcüğünün aynı anda iki zıt anlamı vardır: Birincisi, "cezalandırma"; ikincisi de, "ödüllendirme" anlamı.
Yani insan işlediği suçtan ötürü ebedî bir cezaya mahkum edilmemiş; Rahman'ın rahmet eliyle ve Cemâl sıfatının galebesiyle kul olmakla ödüllendirilmiştir. Yaratılan herhangi bir şeye değil, yalnızca Yaratıcı'ya kul olduğu zaman, insan, Allah'ın ruhundan üflediği, emanet ve hilâfet görevini yalnızca insan türüne yüklediği yükümlülüğünü yerine getirebilecek, gönderildiği yeryüzünde hakikati, adaleti, hakkaniyeti, sulhü ve selâmeti hâkim kılabilecektir.
İnsanın bütün bunları, kendi başına hareket ederek gerçeğe dönüştürebilmesi mümkün değildir. Tarih, insanın, kendisini "her şey" katına yükselttiği bütün zaman dilimlerinde, insanın kendisini sadece felâket dolu bir hayatın eşiğinde bulduğunu gösteriyor bize. İnsan, kendisini "her şey" katına yükselttiği andan itibaren hem kendi özgürlüğünü, hem de başkalarının özgürlüğünü ayaklar altına almaktan kurtulamıyor çünkü...
İşte Hz. Peygamber'in ayrıcalığı, hem elçi, hem de kul olmasıdır. Hz. Peygamber, en mükemmel kul olduğu içindir ki, kulun kullara, kurumlara, kurallara kul olmasının önünün nasıl tıkanabileceğini gösterebilmiştir bize. Bunu, ümmîleşerek, yani, kendisini yalnızca Yaratıcı'ya nisbet ederek, Yaratıcı ile münasebet kurarak, Yaratıcı'nın münasip gördüklerini varolabilmek için yegâne münasip hakikatler olarak ikame ederek gerçekleştirmiştir.