Demliyazılar
Sübhanekeyi Ezberlediğim Sancaktar Hayrettin Camii
Hiç insanlar çocukluk yıllarını unutabilir mi?
O zamanki yaşanmışlıkların, hatıraların, kavgaların, oyunların çoğunu unutamaz insan.
Ya bunların yanı sıra yaşadığı mekânı hiç unutabilir mi insan?
Hele ki yaşadığı yer yaşanmaya değer bir yer ve en güzel anların birlikte yaşandığı insanlar olursa, unutmak hayata büyük bir vefasızlık olur.
Ben de o unutamayanların arasındayım.
O günkü arkadaşlarımı, teyzelerimi, amcalarımı unutmadığım gibi yaşadığım mekânı ve o mekânda geçen anılarımın bazılarını da kesinlikle unutamam.
Benim için o zaman ve mekânlar çok değerlidir.
O yaşamış olduğum mekânlardan en önemlilerinden biri de mahallemiz ve mahallemizin camisidir.
Çocukluğumun geçtiği Sancaktar Hayrettin Mahallesi küçüktü ama insanları kocamandı.
Her kesimden insanlar vardı.
Karışıktık, hem de karmakarışık.
Kürdü de vardı, Laz’ı da.
Ermeni’si de vardı, Süryanisi de.
Alevi’si de vardı, Sünni’si de.
Yani ne ararsanız vardı mahallemizde.
Bir taraftan bizim camide ezan sesi her tarafı inletirken, diğer taraftan Ermeni Kilisesinin gongunu da duymak mümkündü.
Hoşgörünün zirveye ulaştığı bir mahalleydi Sancaktar Hayrettin Mahallesi.
Peki, bu hoşgörünün mimarı kimdi?
Tabii ki cennetmekân Fatih Sultan Mehmed idi.
Fatih Sultan Mehmed, fetihten sonra Ermenilerin ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için bu kiliseyi Ermeni Patrikliğine tahsis etmiş.
Bizim dinimiz böyle işte.
Kimseyi ibadetinden alıkoymaz.
Biz değil barbarlık yapmayı, insanlara en üstün hoşgörümüzü göstererek onların dini hayatlarında kolaylık sağlamışızdır.
İşte biz böyle yüce bir dinin mensubuyuz.
Bize Fatih Sultan Mehmed’den kalan bu mahalle, hem tarihi dokusuyla hem de insanlarıyla Fatih’in farklı mahallerinden biri.
Öncelikle kimdi bu Sancaktar Hayrettin?
Sancaktar Hayrettin, Fatih Sultan Mehmed’in sancaktarıdır. Sancaktar Hayrettin Paşa’ya çok güvendiğinden birçok kez fikir alışverişinde bulunmuş, onun doğruluğuna her zaman inanmıştır. Fetih’ten sonra da ona imar etmesi için şu anki adını verdiği mahalleyi tahsis etmiş ve o da imar çalışmaları yaparak buraları güzel bir yaşam merkezi haline getirmiştir.
Ne zaman doğduğu ve öldüğü hakkında fazla malumat bulamadığımız bu mübarek insan şu an Sancaktar Hayrettin Camii’nin külliyesinde medfundur.
Sancaktar Hayrettin'in şenlendirdiği bu mahalle buram buram tarih kokuyor.
Camisi olsun, kilisesi olsun, sokakları olsun her birinde bir tarih var.
Bu mahallenin sokakları bile eskilerden kalma. Müşir Süleyman Paşa Sokak, Sancaktar Tekkesi Sokak, Değirmen Sokak vs. hepsi tarihin derinliklerinden kopmadan gelen adlar.
Mahallemizin en eski yapısı Sancaktar Hayrettin Camisi.
Hatta bu cami Ayasofya Kilisesinden bile daha eski bir yapı.
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisindeki Sancaktar Hayrettin Camii hakkında şu bilgiler var;
“Esasında erken Bizans, hatta belki de Roma döneminde bir yapı olan Sancaktar Hayrettin Mescidi, İstanbul’un güneybatısında Samatya semtinde bulunmaktadır.
Bizans döneminde hangi dini yapıda olduğu hususunda kesin ve açık bir bilgi yoktur. Genellikle İstanbul’un Bizans yapılarına dair yayınlarda, kenarının Gastria Manastırının bir kalıntısı olduğu ileri sürülür.
Sancaktar Hayrettin Mescidi olan yapı, esasında bir kilise değildir. Bir mezar binası olmakla beraber, Gastria Manastırının kilise yanındaki mezar şapeli olup olmadığı hakkında bir şey söylenemez. Bu binanın 14. Yüzyıla ait olabileceğini ileri süren görüş de inandırıcı değildir. Yapı, biçimi bakımından erken Hıristiyan inşaatıdır. Bir mezar binası veya bir martirion olmasına ihtimal vermek yerinde olur. Böylece 3-4. Yüzyıllara tarihlenebilir.
Fethin arkasından, terk edilmiş durumdaki harap Bizans binalarından bazıları, belki şehrin kuşatılması sırasında şehit düşenler adına ve “viraneleri şenlendirme” politikasının belirtisi olarak mescide dönüştürüldüğü sırada, burası da Sancaktar Hayrettin adına mescit yapılmıştır.
Eserini 18. Yüzyılın sonlarında yazan Hüseyin Ayvansarayi, mescidin kiliseden çevrilmiş olduğuna işaretle Sancaktar Hayrettin’in Fatih Sultan Mehmed’in alemdarlarından olduğunu ve kabrinin mescit yakınında olduğunu haber verir. Yanında ayrıca Şeyh Mustafa Efendi’nin de mezarı vardır. Mescidin minberini, mahalle halkının ricası üzerine Sadrazam Mustafa Paşa koydurarak gelirinin 1764/1765’te İstanbul gümrüğünden verilmesini sağlamıştır.
1894’teki büyük depremde hasar gören yapı harap olmuş ve bilhassa güney tarafının yıkılmasına yol açmıştır. Sancaktar Hayrettin Mescidi bu felaketten sonra günden güne eriyen bir durumda kalmış, içinden ağaçlar çıkmış, hatta güneyindeki bir bölümün içine bir gecekondu yapılarak, bunun helası da yan duvara yerleştirilmiştir.
1973 – 1975’te Vakıflar İdaresi İstanbul Başmimarı Fikret Çuhadaroğlu’nun hazırladığı projeye göre, Sancaktar Hayrettin Mescidi orijinal mimarisine uygun biçimdi ihya edilmiş, ancak ne vakit çöktüğü bilinmeyen ve biçimi hakkında da hiçbir ipucu olmayan kubbesi yeniden yapılmayarak üstü 1877’den önce olduğu gibi kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Evvelce gövdesi kısa olan minaresi de çok daha uzun gövdeli olarak yeniden yapılarak, mescit 1976’da tekrar ibadete açılmıştır. “
İşte hikâyesini yazdığım bu camiye uzun bir aradan sonra gittim.
Hâlâ o minyatür haliyle, mütevazı duruşuyla ama tarihi heybetiyle, yıllara meydan okuyan ve tüm sessizliğiyle dimdik ayakta duran bir ibadethane Sancaktar Hayreddin Camii.
Orada kıldığım namaz beni çok ötelere götürdü.
Sanki çocuksu bir halle namaz kılıyordum.
Evet, sübhanekeyi ilk orada ezberlemiştim.
Onun yanı sıra namaz sürelerini de orada öğrendim.
Minberi eskisine nazaran daha süslü yapmışlar.
Yaldızlarla bezemişler adeta.
Halılar yenilenmiş ve farklı bir hava katmış camiye.
Yıllara meydan okuyan sütunlar dimdik duruyor.
Ha şunu da söyleyeyim yeri gelmişken; çocukluğumdan gayet iyi hatırlıyorum, Avrupalı bir turist gelmişti ve eskiden onlara ait bu yapıyı incelemişlerdi. Hatta sütunlardaki o haç işaretlerinin bile o zaman resmini çekmişlerdi.
Tabir-i caizse elin gâvuru bile memleketinden çok uzaklardaki atalarından kalma eserlerinin değerini biliyorlar.
Bu anı da bize, şimdiki tabirle kapak olsun.
İşte ben böyle bir mahallede yaşadım.
Mahallem eskiydi ama insanlar değerliydi.
Mekânların her biri de değerliydi.
Şimdi biz o değerleri mumla arar olduk.
Bilhassa ben.
Mutlaka sizler de geçmişinizi özlüyorsunuzdur.
Bilhassa yaşadığınız mekânları ve hatta oranın kokularını bile.
Ben yıllar sonra gittiğim Sancaktar Hayrettin Camiinin kokusunu bile özlemişim ve fırsat bu fırsat diye o kokuyu buram buram koklamayı ihmal etmedim.
İsterseniz siz de bir gidin geçmişte yaşadığınız mekânlara.
İnanıyorum ki aynı duyguları siz de yaşayacaksınız.
Bu tavsiyemi sakın kulak ardı etmeyin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.