xxx9999
'Su verdi bana!'
Obama, bekleneni yaptı, herkese mavi boncuk dağıtıp gitti. Ardından kalan, Notre Dame’ın kamburunun ‘su verdi bana’ sayıklaması.
Bu arada, Obama’nın gençler ile sohbeti esnasında, ezan saatini hatırlatması gibi çok ilgi çeken, detaylarda herhangi bir fevkaladelik yok. Çok iyi sahnelenmiş bu türden artistlikler yeni icad edilmedi.
Napolyon’da Mısır’ı işgal ettiğinde İslam’ın hamiliğine soyunmuştu, ta 1857’de İngilizler, Hindistan’daki Sepoy isyanını bastırmak için Sultan Abdülmecid’e başvurarak halife sıfatıyla isyanın yatışmassı için tavassutunu rica etmişti. Sömürgecilik tarihi bu türden yüzlerce örnekle dolu. Obama’nın ataları da, 19. yüzyılın sonunda, Filipinler’de Müslüman nüfusun ABD’den yana desteğini almak için, İkinci Abdülhamid’e başvurup, ‘halife’ olarak devreye girmesini sağlamıştı. Tüm bunlar Osmanlı’nın gümbür gümbür yıkılmasını engellemedi.
O kadar gerilere gitmeye de gerek yok, ABD başta olmak üzere tüm Batı dünyası, Soğuk Savaş dönemi boyunca, İslamiyeti tepe tepe kullandı. Şimdilerde Ergenekon ile açıklanmaya çalışılan karanlık işlerin bir ucu bu kirli ittifaka kadar gider. Sonra, Soğuk Savaş’ın son perdesinde, El Kaide’ye giden yolda, radikal İslamcı ideoloji ve örgütler sonuna kadar desteklendi. Şimdi iş radikal İslamcılığı, daha doğrusu namlusunu bu kez
ABD ve Batı’ya çeviren ‘İslam’ı yatıştırmaya geldi.
‘Geçmişte ne olursa olsun, gelinen noktada, bu hepimiz için hayırlı bir iş değil mi?, çorbada bizimde tuzumuz olsa fena mı olur? Hem ‘Bu misyon bizi dünya çapında bir aktör haline getiriyor’ denebilir. Denebilir de, bir kere bu çorba, insanlığın refahı ve ferahı
için pişirilen bir çorba değil, zaten mesele sadece İslam da değil. Bu, dünyanın yeniden paylaşılma çorbası, dolayısı ile ‘Ne adına ne işlere bulaşıyoruz’ sorusuna iyi cevap vermek gerekir. Daha doğrusu, önce bu soruyu sormak gerekir. İkincisi, bu gibi işlerde, en büyük bedeli bizim gibi işlere koşulanlar öder.
Bakın, Afganistan’dan Sovyetlerin çıkarılması işine koşulan Pakistan’ın haline. Adamların ülkesi, cihat cephesi oldu, dünyanın dört bir yanından toplanan cihatçı radikaller ülkeyi kapladı. Toplumsal, siyasal dengeler, bu hedef çerçevesinde bozuldu. Sonunda
11 Eylül’ün hemen ertesinde, bir telefonla ‘ya bizden yana olursunuz, ya sizi Ortaçağ’a geri bombalarız’ tehdidinden başka ödülleri olmadı.
Biz de meşhur ‘Yeşil Kuşak’ politikasının parçası olan bir ülke idik. Bizim misyonumuz, İran İslam Devrimi’nin bölgede yarattığı etkiye karşı ‘Ilımlı İslam’ kalkanı oluşturmak ve Orta Asya’da Sovyetlerin boşaltmaya başladığı yere yerleşmekte ABD’ye eşlik etmekti. O zaman, bu çerçevede ‘derin devlet’ zemininde ortak iş yapanlar, sonradan birbirine girdi, hâlâ birbirleriyle tepişme halindeler.
Bırakın insanlık, adına küresel talancılarla yan yana durmanın ilkesel sorgulamasını bir yana, reel politika konuşacaksak da kolay havaya girmek yerine uzun uzun sorgulamak gereken çok şey var. Süper devletler ve dünya iktidarının tepesindeki merkez ülkeler ile ittifak etmenin getirdiği veya getireceği hesaplanan şeyler yanı sıra, götürdüğü veya götüreceği hesaplanması gereken yönleri vardır.
Bu türden büyük işlere koşulan iktidarlar, ülkeler, bir noktadan sonra derin iç politika çatlakları ile burun buruna gelebilirler. Bunları düşünmek, dünyayı kendi çıkarlarına göre tanzim eden büyük güçlerin işi olmaz. İş döner dolaşır, kendi iç politika dengeleri adına Taliban’a karşı sert tutum alamıyan Pakistan gibi, ‘Ortaçağ’a geri bombalanma’ tehdidine kadar varır. Zaten o zamana kadar, toplum iç savruluşlar ve çatışmalarla bir tür Ortaçağ ortamına geri dönmüş olur. Siyasetde, aşırı kuşkucuğun sonu kımıldayamaz hale gelmektir, dünya siyasetinin ivmesi, değil kıpırdamazlığı, yavaş hareket etmeyi bile kaldırır gibi değil. Ama, bu ivmeye ayak uyduralım diye, aşırı atak olmak da iş değil.
Çok mu karamsar bir tablo çizdim? Tarihin bu büyük kırılma noktasında biraz tarih okuyalım, etrafımızda olup bitenlere biraz daha yakından bakalım, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Ezcümle, ne yaparsak yapalım, önce, şu Notre Dame’ın kamburu kompleksinden kurtulalım, ‘su verdi bana’ sayıklamasını bırakalım.
Kaynak: Radikal