Av. Mehmet YALÇINKAYA
SÖVENE DİLSİZ OLMAK
“Sövene dilsiz, dövene elsiz” hareket etmek gerekir diye, özellikle mutasavvıflar arasında yaygın bir kanaat vardır. Uygulamada kendisine ne kadar yer veriliyor bilemem ama bu cümleyi miskinlik, boşvermişlik, zilletlik olarak anlayanlara veya böyle yorumlayanlara da hiçbir zaman katılmadım.
Bu sözü “Sen sahip olduğun değerleri öyle yaşa, öyle yaşa ki, seni öldürmeye gelenler sen de dirilsin” şeklinde yorumlamak gerektiğini düşünüyorum.
Bu noktada, Peygamber Efendimiz (SAV)’in Taif seferi, üzerinde çok düşünülmesi gereken ibretler sunar bizlere.
Sondan başlamak istiyorum. Peygamber Efendimiz (SAV) Taif’te her türlü hakarete, aşağılanmaya, dönüş esnasında ise Taif’in çapulcu takımı tarafından taş ve tükürük yağmuruna tutulur. Dönüş yolunda Cebrail, bir bulutun içinden Yüce Nebi’ye görünür. Yalnız değildir. Yanında başka bir melek daha vardır. Peygamberimize, “Ey Allah’ın Resulü, Allah, o insanların size yaptıklarını biliyor, onlar için ne emir buyurursan yanımda bulunan ve dağlarla görevli olan bu melek senin isteğini yerine getirecek” dedi.
Görevli melek söz alarak şunları söyledi: “Eğer, onların üzerine dağları kapatmamı, onları helak etmemi emredersen dileğini derhal yerine getireceğim.” İşte bu noktada Peygamberimiz, başta söylediğimiz söze yüklememiz gereken anlamı bize hatırlatırcasına; “Hayır, ben sadece onların nesillerinden yalnız Allah’a ibadet edecek, müşriklik veya münkirlik yapmayacak, nesiller gelmesini isterim.”
Müslümanlıkla şereflenmesi bakımından ashab-ı kiram içinde en özellerinden bir tanesi Hz. Addas’ın Müslümanlığa girişidir. Hüsranla sonuçlanan Taif seferinin güzellikle biten müjdesi olmuştur Hz. Addas.
Hz. Peygamber, yaralarını sarmak, biraz soluklanmak için Taif çıkışında bir bahçeye sığınır. Bahçenin sahipleri de aslen Mekkeli’dir. Müşriktirler. Hz. Ebubekir’in burnunu kıracak kadar azılı birer İslam düşmanıdırlar aynı zamanda. Fakat gurbet diyarında Mekkeli hemşerilerinin işkence görmeleri ağırlarına gittiğinden midir bilinmez, Hz. Peygamber ve yanındaki azatlısı Zeyd b. Harise’nin bahçeye sığınmalarına ses çıkartmazlar. Köleleri Addas’a emrederek onlara su ve üzüm ikram etmesini isterler. Köle Addas, aslen Ninovalı bir Hıristiyan’dır.
İkram edilen üzüme uzanan Peygamber “Bismillah” deyince Addas şaşırır ve ekler,
-Siz kimsiniz ben buralarda bu sözü söyleyen kimseyi görmedim.
-Ben Allah’ın elçisiyim, diyerek İslam’ı ona anlatır. Ninovalı olduğunu öğrenince de Yunus peygamberin memleketi diyerek Yunus (AS) ile ilgili ayetleri okur. Addas orada İslam’a girer ve Müslüman olur. Cüneyt Süavi bu manzarayı şöyle yorumlamaktadır:
“İman hizmeti o kadar büyüktü ki, Yüce Allah, bir kölenin imana gelmesi için, en kıymetli peygamberinin taşlanmasına izin vermişti.”
Peygamber Efendimiz, o geceyi Nahle denilen bir yerde geçirir. Mekke’ye iyice yaklaşmışlardır ama çöl kanunları gereği Mekke’den çıkıp gittiği için, birisinin koruması olmadan şehre tekrar girememektedir. Teheccüd namazına kalkan Peygamberimizin okuduğu Kur’an ayetleri oralarda bulunan Cin taifesinin dikkatini çeker. Çok etkilenirler. Peygambere görünür olurlar, ondan İslam’ı dinlerler ve Müslüman olmayı kabul ederler. Sonra da İslam’ı cinler arasında tebliğ edebilmek için yeryüzüne dağılırlar. İslam’ın cin taifesi içindeki ilk tebliğcileri bu cinlerdir. Taif’in kanlı ellerine karşı, Hz. Peygamberin duasıdır onlar. Taif çıkışında yapılan dua (*) Addas’tan sonra bambaşka bir çehreye bürünmüş, sövene dilsiz, dövene elsiz olmanın nasıl bir sonucu olabileceğini bir kere daha kendini göstermiştir. Kur’an bu olayı Ahkaf Suresi 29-31. ayetlerinde şöyle anlatır:
“Hani Biz, cinlerden bir grubu Kur’an dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar, O’nun huzuruna geldiklerinde birbirlerine: “Susun!” dediler. Kur’an okunması bitince, uyarıcılar olarak toplumlarına döndüler. Şöyle dediler: “Ey kavmimiz! Kuşkusuz biz, Musa’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri onaylayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. O’na iman edin. Böylelikle Allah günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.”
Şimdi en başa dönebiliriz. Hz. Peygamber (SAV), Taif’te gördüğü muamele karşısında, bir anlık öfke ve kızgınlıkla BEDDUA etseydi ne olurdu? Sadece Taif mi yerle bir olurdu? Yoksa peygamberinin bir damla gözyaşı, o dua olmasaydı ateş olup başta Mekkeli müşrikler olmak üzere yeryüzündeki tüm inkârcıları yakıp kavurmaz mıydı?
Son olarak, Taif’te yaşananlara bir başka açıdan tekrar bakalım: Hıristiyan Addas’ın Müslüman olması ile İslam’ın sadece Mekkeli müşriklerin içinde sıkışıp kalmasına Allah razı gelmeyecektir. Taif olmasa bile başka bir beldede Hıristiyan ve Yahudileri de içine alacak şekilde yepyeni bir çığırın kapıları, Taif’te “sövene dilsiz, dövene elsiz” hareket eden Hz. Peygambere ve dolayısıyla Müslümanlara açılacaktır.
(*) Peygamberimizin Yaptığı Duanın Metni Şu Şekildedir: Allah'ım! Kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakir hale düştüğümü görüyorsun. Ya Erhamerrahimin! Zayıf görülüp ezilenlerin Rabbi sensin. Kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terk etmeyecek, hatta himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar rahimsin. Allah'ım! Bana karşı kızgın değilsen, çektiğim eziyet ve belalara hiç aldırış etmem... Ancak şu da var ki; koruma sahan bunları da çektirmeyecek kadar geniştir. Allah'ım! Gazabına maruz kalmaktan, yahut rızasızlığından senin bütün zulmeti pırıl pırıl aydınlatan, dünya ve ahiret hallerinin yegane selamete çıkartıcısı olan merhametine sığınırım. Allah'ım benden razı oluncaya kadar senden affımı diliyorum. Güç ve kuvvet sendendir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.